Paylaş
Bugün Birleşmiş Milletler, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT), NATO, Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği gibi birçok kuruluş Avrupa'nın bu trajik deneyiminin sonucunda ortaya çıkmıştır. Bütün bu kurum ve kuruluşların temel gayesi de Avrupa'da ve dünyada barışı korumak ve yirminci yüzyılın acı tecrübelerinin bir daha yaşanmasını engellemek olmuştur.
2018 Birinci Dünya Savaşı'nın sona erişinin 100. Yıldönümü olacak. İkinci Dünya Savaşı biteli ise yetmiş yılı geçti. Ancak birçok siyasi gözlemci bu iki büyük dünya savaşının öncesinde yaşanan gelişmelerle bugünkü dünya koşulları arasında benzerlikler olduğunu ileri sürmekten geri kalmıyorlar. Bu görüşler ister istemez 2018'in daha henüz başında dünyanın gidişatı ile ilgili iyimser bir bakış açısının öne çıkmasını engelliyor.
Madrid'de bulunan Elcano Enstitüsü Brüksel'deki bürosuna Avrupa'nın geleceğine yönelik çeşitli senaryoları tartışan bir rapor hazırlattı. Bu raporda ele alınan senaryoların arasında "kabus senaryosu" olarak adlandırılan ve Avrupa'nın başarısızlığına dayandırılan bir gelecek tablosu dikkati çekiyor.
Söz konusu senaryo on yıl sonra NATO ve AB'nin dağılması üzerine kurulu. Bu senaryoda ABD'nin Trans-Atlantik güvenlik yapılanmalarından kendini soyutlayacağı, Avrupa'nın güvenliğini Avrupa ülkelerinin üstlenmesi gerektiği tezine dayalı bir dış politika ve güvenlik politikasını uygulayacağı ileri sürülüyor. NATO'nun dağılmasının nedenleri olarak, Trans-Atlantik ilişkilerdeki kopmanın yanı sıra, Çin ile ABD arasında yeni bir kutuplaşmanın ortaya çıkması, Avrupa'nın bu kutuplaşmada ABD'yi desteklememesi, Rusya'nın Avrupa ile olan ilişkilerindeki çatışmacı yaklaşımlarına son vermesi, bütün bu gelişmelerin de NATO'nun varoluş nedenini zayıflatması gösteriliyor.
Aynı senaryoda AB, kendi içinde artan görüş ayrılıkları nedeniyle, bugünkü homojenliğini sürdüremiyor. Özellikle Kuzey Afrika ve Sahra altı Afrika ülkelerinden kaynaklanan ve başta Kuzey Akdeniz ülkeleri olmak üzere Avrupa'ya artan baskı oluşturan göç hareketleri nedeniyle AB kendi içinde yeknesak ve tutarlı bir göç politikası oluşturamıyor. Bunu liberal politikaların yavaş yavaş aşırı sağcı ve otoriter rejimlere doğru zemin kaybetmesi izliyor. Fransa ve İngiltere, nükleer güce sahip olmanın verdiği avantajla, nispeten daha bağımsız ulusal güvenlik anlayışı geliştiriyorlar. Almanya ise Rusya ile olan ilişkilerini istikrarın ve güvenliğin sürdürülebilirliğine dayandırmaya gayret ediyor. Avro bölgesi iyice zayıflıyor, Avrupa gelişen çok kutuplu dünya düzeninde bir kutup olmak yerine ondokuzuncu yüzyılın rekabetçi ortamına geri dönüyor.
Rusya ile NATO arasındaki ilişkilerin çatışmacı bir kurguya dayandığı, Rusya'nın son yıllarda artan özgüveninin ve bunun kuvvet kullanımı yoluyla sınırların değiştirilmesine yol açmasının NATO'nun varoluş nedenini yeniden Rusya karşıtlığına doğru kaydırmaya başladığı bir gerçek. Öte yandan, AB'nin kendi içindeki görüş ayrılıklarının giderek AB'nin homojenliğini etkilemeye başladığı, Brexit sonrası AB hakkında daha şimdiden farklı yapılanma senaryolarının dile getirildiği de dikkati çekiyor.
Bu tespitlerden hareket edildiğinde, 2018'den itibaren liberal demokratik değerleri aşındırmaya yönelik eğilimlerin mevcut yapılanmaları yeni sınamalarla karşı karşıya bırakacağını öngörmek mümkün. Afrika başta olmak üzere gelişmekte olan ülkelerin yer aldığı coğrafyalardan Avrupa'ya göç dalgası sürecek. Uluslararası terör bu göç dalgasını tetikleyen etkenlerden biri olmaya devam edecek.
Herşeye rağmen, NATO ve AB demokratik, evrensel değerlere dayalı Avrupa projesinin temel dayanakları olmaya devam ediyorlar. Bu işlevlerini yitirmeleri varoluş nedenlerinin ortadan kalkmasına sebep olabilir. Ancak Avrupa projesinin başarısız olduğunu ileri sürmek güç. Kaldı ki, Avrupa projesi öyle miyadını doldurarak vazgeçilecek bir proje de değil. Yaşayan, kendini sürekli olarak yenileyen ve değişen koşullara uyum sağlayabilen bir proje. Temel unsurlarını da laik, demokratik, insan hak ve hürriyetlerine saygılı, adalet ve hukuk devleti ilkelerine bağlı toplum düzenleri oluşturuyor. Bu düzenin, tarih boyunca olduğu gibi, bugün de karşısında engeller, zorluklar ve taviz verilmeden mücadele edilmesi gereken sorunlar var.
Avrupa bu direnmeyi sürdürürken, Rusya Avrupa'nın düzeninde çatlak oluşturma gayretlerine devam edecek. ABD ise, şimdilik kendi sorunlarına daha çok odaklanmak zorunda. Ancak unutulmamalı ki, 2018'de Rusya, 2020'de ABD, 2024'te hem Rusya hem ABD yeni başkanlar seçecekler. Bir toplumun karanlığa sürüklenmesinde de aydınlığa çıkmasında da liderler önemli rol oynarlar. Bugün Avrupa'nın geleceğine ilişkin "kabus senaryosu" adı altındaki olasılıklar konuşulurken, her ülkede geleceğini aydınlık görmek isteyen nesillerin temsilcileri de o kabusla nasıl baş etmeleri gerektiği hakkında fikirler üretiyor, planlar yapıyorlar.
Yeni yılın ilk yazısında karamsar senaryodan başladık. Gelecek yazımızdaki senaryo iyimser. Geriye kalan her günün daha çok aydınlık getirmesi için insanlık yeni nesillere güvenini kaybetmemeli.
Paylaş