Paylaş
Tarih açısından bakıldığında da durum farksızdır. Ortadoğu coğrafyası tarihi bakımdan da Türkiye'nin hep iç içe yaşadığı bir bölge olmuştur. Dolayısıyla, bugün Türkiye'nin dış politikasında Ortadoğu ile ilgili konuların hep öncelikli olarak yer alması yadırganmamalıdır.
Yadırganacak konu, Türkiye'nin hem coğrafi hem tarihi bakımdan bu kadar yakın ve sürekli ilişki içinde olduğu bölgenin dokusunu kavrayamaması, bölgenin sorunlarını çözmek ister gibi davrandıkça da bu sorunların çözümüne katkı yapmak yerine daha karmaşık bir hale gelmesine sebep olmasıdır. Burada ivedilikle düzeltilmesi gereken bir algı sorunu bulunuyor. Türkiye bölgenin dinamiklerini algılayamıyor.
Ortadoğu coğrafyasına bakarken ve bölgenin sorunlarının çözümü için çaba gösterirken, bu bölgede Türk, Arap, İran'lı, Yahudi ve Kürt halklarının birlikte yaşadıklarını dikkate almak gerekiyor. Bu sıradan bir tespit değil hem coğrafyanın, hem bu halkların ortak tarihinin ortaya çıkardığı bir gerçek. Dolayısıyla, öncelikle bu çok uluslu yapıyı hazmetmek gerekiyor.
Ortadoğu coğrafyasının sorunlarına çözüm bulmak adına hareket edilirken çözümün din, mezhep, ideoloji gibi kavramlar üzerinden aranması halinde işlerin daha karmaşık bir hal aldığını da görmek gerekiyor. İran'lılar ve Araplar aynı dinin mensupları oldukları halde birbirleriyle olan sorunlarını veya uyuşmazlıklarını çözmek için bu ortak paydadan yararlanamıyorlar.
Öte yandan, konu mezhep temelli yaklaşımlara indirgendiğinde de ortaya farklı bir tablo çıkmıyor. Katar'ın Suudi Arabistan ve diğer körfez ülkeleri ile olan son gerginliğinde İran Katar'a yakın durabiliyor. Aynı şekilde, bölgede Hizbullah'ı desteklediği gibi Hamas'ı da destekleyebiliyor.
Farklı dinlere mensup olmak da bölgenin sorunlarının ve uyuşmazlıklarının temelini oluşturmuyor. Örneğin, İran'ın bölgedeki politikaları karşısında hem Suudi Arabistan, hem İsrail benzer sıkıntılarla karşılaşabiliyorlar. Hatta, son zamanlarda Suudi Arabistan ile İsrail arasında dolaylı olarak bir takım temasların olduğundan, bu iki ülkenin bölgede İran'a karşı birbirleri ile danışmalarda bulunabileceklerinden dahi söz edilebiliyor.
Mesele rejimler ile de ilgili değil. Bölgeye bakıldığında, monarşiler ile askeri müdahale sonucu kurulmuş bir hükümetin yönettiği Mısır arasında da pek ala ortak platformlar oluşabiliyor. Örneğin, son körfez krizinde Katar'a karşı abluka uygulayan ülkeler arasında, Körfez İşbirliği Konseyi üyesi olmadığı halde, Mısır da Suudi Arabistan, Bahreyn ve Birleşik Arap Emirlikleri ile birlikte hareket edebiliyor.
Öte yandan, İsrail ile Mısır bölgenin en temel sorunlarından biri olan terörle mücadele konusunda birbirlerine yakın tutumlar izleyebiliyorlar ve Hamas'ın bir terör örgütü olduğunu düşünüyorlar, bu konuda birbirlerine benzer yaklaşımlarda bulunabiliyorlar.
Ortadoğu'da devletler arası ilişkilerin temel dinamiğini her devletin kendi çıkarlarını tarif ettiği kavramlar belirliyor. Bölgenin "ulus devletleri" olduğu gibi, böyle bir yapıya sahip olmayan devletleri de var. O nedenle, tarif ettikleri kavramı "ulusal çıkar" olarak tanımlama güçlüğü olsa da, devletlerin kendi varoluşsal çıkarlarını koruma güdüsünün dış politika uygulamalarının temelini oluşturduğunu kabul etmek gerekiyor.
Türkiye Ortadoğu bölgesindeki sorunlara bakarken bu verilerden hareket etmediği ölçüde hayal kırıklığı ile karşılaşıyor. Örneğin, Katar ile diğer bölge ülkeleri arasındaki sorunun Ramazan ayının sona ermesi ile birlikte barışın hakim olmasına, uyuşmazlıklara ve fikir ayrılıklarına son verilmesine vesile olan Bayram ile birlikte son bulacağını umuyor. Bayram geçti ama Katar krizi bitmedi. Üstelik daha da büyüyeceğe benziyor.
Bütün bu dinamiklerden anlaşıldığı kadarıyla varoluşsal çıkarları koruma güdüsü, romantizmden uzak, gerçekçi, akılcı politikaları da beraberinde getiriyor. O halde bölgenin sorunlarına bakarken de bu tür bir davranış kalıbı içinde hareket etmek gerekiyor.
Türkiye Ortadoğu'ya bakarken din, mezhep, milliyet, etnik köken ve ideoloji gibi kavramlardan uzak, taraf tutmayan bir dış politika anlayışı ile hareket ettiği zaman bölge ülkeleri gözünde de saygı uyandıran ve sözleri dikkate alınan bir aktör olarak görülüyordu. Bugün Türkiye'nin Ortadoğu bölgesinde bu konumunu kaybettiği yolunda giderek yaygınlaşan bir kanaat oluşuyor.
Son Körfez krizi, Türkiye'nin Ortadoğu'da taraf tutma politikasını sürdürdüğü algısını pekiştiriyor. Katar'a karşı uygulanan ablukanın kaldırılması için öne sürülen koşullar arasında Türkiye'nin bu ülkede bulundurduğu askeri üssün kapatılması konusu da yer alıyor ise, bu algıyı son anda ortaya çıkan bir durum olmaktan çok yılların birikiminin bir sonucu olarak görmek gerekiyor.
Paylaş