Paylaş
Uluslararası sistemin bu şekilde çözülmesi ve çift kutuplu dengenin bozulması bugün sadece Avrupa'da değil bitişik coğrafyalarda da etkilerini artırıyor. "Sorunlara çözüm bulma" adı altında imzalanan barış anlaşmaları veya ateşkes uygulamaları da giderek tehlikeye giriyor.
Nisan ayında Yukarı Karabağ'da 1994'ten beri süren ateşkes ikiyüz civarında ölümle sonuçlanan şiddetli bir sınır çatışmasıyla birdenbire Azerbaycan ve Ermenistan'ı yeniden birbirleriyle karşı karşıya getirdi.
1995 yılında imzalanan Dayton Barış Anlaşması ile çözüme kavuşturulduğu düşünülen Bosna-Hersek sorununun da aslında çözüm yerine dondurulmuş olduğu yavaş yavaş anlaşılıyor. Aradan geçen yirmi yılda Barış Anlaşması'nın sonuç alıcı şekilde hazmedilmesi için gereken adımlar atılmayınca bu durum bugün hiç de şaşırtıcı görülmemeli.
25 Eylül tarihinde Bosna-Hersek'in kurucu unsurlarından Republika Srpska'da yapılan "milli gün kutlama referandumu" Dayton Barış Anlaşması'nın sürdürülebilirliğini tehlikeye sokabilecek bir gelişme olarak görülüyor. Referandum 9 Ocak tarihinin Republika Srpska'nın kuruluş yıldönümü olarak kutlanıp kutlanmayacağı sorusuna yanıt arıyor.
90'lı yıllarda kaydedilen gelişmeleri bugün yeniden okumak ve o günlerde atılan adımların isabetli olup olmadığının değerlendirmesini yapmak belki 21. Yüzyılın sorunlarına bakarken daha kalıcı ve sürdürülebilir uygulamaların da önünü açabilir.
Geçen yüzyılın son on yılında Sovyetler Birliği'nin ve Yugoslavya'nın birbiri ardından dağılması Avrupa'nın siyasi coğrafyasını köklü biçimde değiştirdi. Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri Varşova Paktı ve COMECON örgütlerinden koparak hızlı biçimde NATO ve Avrupa Birliği'ne doğru kaydılar. O günlerde "güvenlik" öncelikli kavram olarak dayatıldığından bu değişimde NATO üyelikleri Avrupa Birliği üyeliklerinden önde geldi.
NATO'nun hızlı biçimde Orta ve Doğu Avrupa'da alan kazanması Rusya'nın kabul edemeyeceği bir hatta kadar ilerledi. Rusya kırmızı çizgileri olduğunu ve bunlardan vaz geçmeyeceğini göstermek için Gürcistan ve Ukrayna'ya müdahale etmekte tereddüt göstermedi.
Bugün NATO da AB de genişleme konusunda 90'lı yıllarda oldukları kadar hevesli gözükmüyorlar. Rusya da bu dalgayı durdurabilmiş olmanın verdiği güvenle bu defa başka coğrafyalarda ileri hamleler yapmayı deniyor. Bakınız: Suriye, Ortadoğu, Doğu Akdeniz.
Son yirmibeş yılda yaşanan süreçte Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin öncelikli olarak NATO yerine AB üyesi olmaları halinde daha sağlıklı ve daha sağlam temellere dayalı bir Avrupa mimarisi kurulabilir miydi?
Bugünün verilerinden hareket ederek geçmişin sorunlarına çözüm önerme doğal olarak bilimsel bir yaklaşım olmuyor. Bununla beraber, bu sorgulamanın haklı olmadığını ileri sürmek de Avrupa'nın bugünkü sorunlarına çözüm arayışlarını kolaylaştırmıyor.
Bosna-Hersek kişi başına milli gelir başta olmak üzere birçok ekonomik veriden hareket edildiğinde Avrupa'nın en yoksul ülkesi. İdari sisteminin de, Dayton malulü olması nedeniyle, pek başarılı olduğu söylenemez.
Republika Srpska uzun süredir bağımsızlık yolunda kendi kararını vermeye ve tek başına yürümeye kararlı. Saraybosna her ne kadar bu kararı caydırıcı anayasal düzenlemelere sahipse de, günümüzde "ben yaptım oldu" anlayışıyla anayasaların delik deşik edildiği uygulamalara pek sık rastlanır oldu. Dolayısıyla, 25 Eylül referandumunun, sonucundan bağımsız olarak, Bosna-Hersek'in parçalanmasına doğru evrilecek bir sürecin başlangıcı olmasından endişe duyuluyor.
Bosna-Hersek 2006 yılından beri NATO ile olan ilişkilerinde yavaş da olsa ilerleme kaydediyor. Önce Barış İçin Ortaklık girişimine üye oldu, bir yıl sonra NATO ile güvenlik alanında işbirliği anlaşması imzaladı. 2010 yılında da NATO ile Üyelik Eylem Planı'nı uygulamaya başladı.
Bosna-Hersek'in AB yönelimi ise daha da eski. 2003 yılında Selanik'te yapılan Konsey toplantısından beri AB bu ülkeyi "potansiyel üye" olarak görüyor. Son olarak da, 20 Eylül'de AB'ye üyelik başvurusu kabul edildi ve AB Komisyonu "Bosna-Hersek'in üyelik perspektifi" konulu bir rapor hazırlamakla görevlendirildi.
AB kendi iç sorunları ve artan mülteci sorunu baskısı yüzünden genişleme konusunda artık birkaç kez düşünmeye başladı. Bununla birlikte, Bosna-Hersek'in dağılması ya da eski Yugoslavya topraklarında 90'lı yıllarda yaşanan insani dramın yeniden hortlaması AB'nin istikrar ve güvenliğine yönelik tehditleri daha da artıracak.
Öte yandan, Bosna-Hersek'in NATO'ya üye yapılması ise Balkanlarda güvenlik konusunda yeni sınamaları da beraberinde getirecek. Örneğin, şu sırada Republika Srpska'nın planladığı referandum ile ilgili olarak artan gerginlik Sırbistan'ı tedirgin ediyor ve Belgrad referandumu desteklemediğini açıklıyor. Rusya ise destekliyor.
Bu durum aslında Bosna-Hersek'in NATO'ya yakınlaşmasında ısrarlı davranılması halinde Gürcistan'da yaşanan ve Abhazya'nın kopmasıyla sonuçlanan ayrışmanın bir benzerini Republika Srpska'nın da deneyebileceği ihtimalini akla getiriyor.
21. Yüzyılda Avrupa'nın sorunlarına NATO ve AB'nin daha vizyoner ve güvenliğin sadece askeri bir kavram olmadığı anlayışından hareket ederek birlikte bakmaları ve çözüm üretmeleri gerekiyor. Kim bilir, belki Bosna-Hersek'in önce NATO yerine önce AB ile bütünleşmesi yeni bir denge ve güvenlik anlayışının ortaya çıkmasına da yol gösterebilir.
Paylaş