Paylaş
Lahey'de toplanan bir uluslararası konferansta geleceğin Avrupa'sının yapılanması tartışılıyor.
Tartışmaların arka planında Winston Churchill'in daha 1943 yılında, ikinci dünya savaşı devam ederken, 4 Nisan tarihinde bir radyo konuşmasında söz ettiği "Avrupa Konseyi" fikri yatıyor. Churchill bu fikri üç yıl sonra bu defa 1946 yılında Zürih Üniversitesi'nde yaptığı bir konuşmada da tekrarlıyor ve "Birleşik Avrupa Devletleri"nin kurulması gerektiğini, bunun için bir "Avrupa Konseyi"ne ihtiyaç olduğunu vurguluyor.
Lahey'deki konferans bu fikirler üzerine yoğunlaşan tartışmalara sahne oluyor. Bir grup ülke kurulacak bu yeni oluşumun hükümet temsilcilerinin bir araya geldikleri bir uluslararası örgüt olmasını savunuyorlar. Bir diğer grup ise oluşumun parlamenterleri bir araya getiren bir siyasi forum olması gerektiğini vurguluyor. Sonuç olarak her iki fikir birleştiriliyor ve ortaya çıkan örgüt hem hükümet temsilcilerinin, hem parlamenterlerin bir araya geldikleri bir forum halinde Avrupa'nın yeni ve önemli bir örgütü olarak tarihteki yerini alıyor.
Bu yapı daha sonra birçok Avrupa kurumuna öncüllük etmiş ve hem hükümet temsilcilerini hem parlamenterleri bir araya getiren bir anlayış örnek alınmıştır. Avrupa Konseyi bu anlayışa dayanarak 5 Mayıs 1949 tarihinde Londra Anlaşması ile kurulmuştur.
Başlangıçta on Avrupa ülkesinin imzaladığı anlaşma ile kurulan Avrupa Konseyi'ne Türkiye ile Yunanistan anlaşmanın imzalanmasından hemen sonra giren ilk iki ülke oldukları için kurucu üye sayılmışlardır.
Avrupa Konseyi'nin kuruluşunu belirleyen anlaşmanın ilk maddesinde Konsey'in amacının üye ülkeler arasında birliği ve ortak miras olarak görülen ideallerin ve prensiplerin gerçekleşmesini sağlamak, ekonomik ve sosyal gelişimi kolaylaştırmak olduğu belirtilir. Uyum, işbirliği, iyi yönetişim, insan haklarına saygı, hukuk devleti prensiplerinin kabulü, demokrasinin ve temel insan hak ve özgürlüklerinin güvencesini garanti eden tüm Avrupa ülkeleri örgüte üye olma hakkına sahiptirler.
Avrupa Konseyi ile Avrupa Birliği arasındaki temel fark AB'de üye devletlerin yasama ve yürütme yetkilerini kısmen Avrupa Komisyonu ve Avrupa Parlamentosu'na devretmiş olmalarıdır. Avrupa Konseyi'ne üye ülkeler ise egemenliklerini bu şekilde devretmezler, ancak uluslararası hukukun unsurları olan sözleşmeler ve anlaşmalar yoluyla ortak değerler ve ortak siyasi kararlar alma konusunda taahhütte bulunurlar. Avrupa Parlamentosu AB'nin yasama organıdır. Avrupa Konseyi ise AB ile ilgisi olmayan ayrı bir örgüttür.
Avrupa Konseyi 1950 yılında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni kabul etmiştir. Bu sözleşmenin kabulüyle Strazburg'da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kurulmuştur. Bu mahkeme Avrupa'nın en üst mahkemesidir ve herhangi bir üye ülkede temel hak ve özgürlüklerin ihlali ile ilgili olarak yapılan başvuruları inceler, davalara bakar.
Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi (AKPM), Avrupa Konseyi üyesi ülkelerin parlamenterlerinin katılımıyla oluşturulan bir parlamentodur. Türkiye 2010-2012 yılları arasında AKPM'nin başkanlığı görevini üstlenmiş ve bu görevi bugün Türkiye Cumhuriyeti'nin Dışişleri Bakanı olan Sayın Mevlüt Çavuşoğlu yürütmüştür.
Türkiye 1996-2004 yılları arasında Avrupa Konseyi tarafından denetlemeye tabi tutulmuştu. Türkiye'nin demokratik hak ve özgürlükler bakımından kaydettiği gelişmelerin olumlu yönde bir seyir izlemesi sonucu bu denetim sona erdirilmiş, bu gelişme sayesinde de Türkiye'nin bu defa bir diğer Avrupa kuruluşu olan Avrupa Birliği ile üyelik müzakereleri başlatılabilmişti.
Bu hafta başında AKPM Türkiye'de son zamanlarda yaşanan gelişmeleri değerlendiren bir toplantı yaparak onüç yıl önce sona eren denetim uygulamasını yeniden başlatma kararı aldı.
Türkiye'nin denetime alınmasının gerekçeleri olarak ülkemizde yürürlükte bulunan Olağanüstü Hal uygulamaları ve bundan kaynaklanan bazı düzenlemeler gösterildi. Türkiye'nin bu uygulamalarının Avrupa Konseyi'nin kuruluş ilke ve prensiplerinden uzaklaşmakta olduğuna işaret ettiği görüşü hakim olduğu için, parlamenterler Türkiye'nin bu denetim ve gözetime tabi tutulmasını gerekli gördüler.
1949 yılında kurulan, Türkiye'nin de kuruluş aşamasında kabul edilen belli demokratik normlar, ilkeler ve prensipler itibariyle tüm standartlarını yerine getirdiği için "kurucu üye" olarak içinde yer aldığı Avrupa Konseyi'nde denetime tabi tutulan bir ülke konumuna gerilemesi üzücü. Üstelik, böyle bir konuma ikinci kez tabi olan tek ülke Türkiye.
Türkiye'nin bu konuma gerilemesinin şimdi AB ile üyelik müzakereleri sürecini de olumsuz etkileyebileceği dile getiriliyor. Türkiye'nin Kopenhag kriterlerinden uzaklaştığı, üyelik müzakerelerine bu koşullarda devam edilemeyeceği ileri sürülüyor.
Türkiye, çok değil, daha beş yıl önce başkanlığını yürüttüğü AKPM tarafından demokratik hak ve özgürlükler konusundaki karnesinin zayıf olduğu gerekçesiyle denetime alınıyor. Bu durum Türkiye'nin adeta Avrupa Konseyi'nin 1949 yılındaki kuruluşu sırasında ulaşmış olduğu demokratik standartların dahi gerisine düştüğü izlenimine yol açıyor. Yazık...
Paylaş