Paylaş
Türkiye'nin 2011 yılının başındaki dış politika vizyonunu gözden geçirince söylemde başlıca dört unsurun öne çıktığı görülüyordu:
1. 2009-2010 yılları için Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) Daimi olmayan üyelerinden biri olarak seçilen Türkiye, bu konumunun verdiği avantajlardan yararlanarak küresel görünürlüğünü artırmıştı. Türkiye bu görünürlüğünü pekiştirmeli ve en çok on yıl içinde yeniden BMGK üyeliğine aday olmalıydı.
2. İçinde bulunduğumuz ve aday olduğumuz örgüt ve kuruluşlardaki yerimiz güçlendirilmeliydi. Türkiye NATO üzerinden yeni bir cephe ülkesi olmamalıydı. AB yolunda yürüyüşümüz sürmeliydi. Gerçek bir Avrupa vizyonuna sahip olan ülkeler, içinde Türkiye'nin de bulunduğu AB'nin nasıl küresel bir aktör olacağını görüyorlardı. Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi Başkanı bir Türk idi.
3. Barış ve istikrarın inşası için çalışan bir Türkiye olmalıydık. Rusya, Suriye, Irak, Libya, Lübnan, Yunanistan gibi ülkelerle ilişkilerimizde yapıcı bir dönüşüm gözleniyordu. Balkanlar'da, Kafkasya'da ve Ortadoğu'da Türkiye algısı değişmişti. Bunu kalıcı bir hale getirmeliydik.
4. Yeni coğrafyalara açılımımız sürmeliydi. Afrika, Latin Amerika ve ASEAN ülkeleri ile ilişkilerimizi genişletmeli, derinleştirmeli ve güçlendirmeliydik.
Mavi Marmara trajedisi yaşanalı henüz altı ay olmuştu. Bu olay Türkiye'nin Ortadoğu bölgesinde denge unsuru olabilmesine ve dış politikasını eşitler arası ilişkiler üzerinden kurgulamasına, dünyanın bu en sorunlu bölgesinde tarafsızlık üzerine kurulu dış politika uygulamasına ciddi bir darbe vurmuştu. Ama kimse çıkıp da Türkiye'nin 2011 yılının başındaki vizyonunun sıkıntılarla karşılaşabileceğini ileri sürerek Türkiye'ye haddini bilmesi gerektiğini söylemedi. Ne Avrupa'da, ne Ortadoğu'da...
2011 yılının sonuna gelindiğinde Türkiye'nin yılın başında ilan ettiği dış politika vizyonunu gözden geçirmesinin gerektiği anlaşıldı. "Arap uyanışı" hızla yayılıyordu. Tunus, Libya, Mısır, Körfez derken Suriye'ye de uzanan dalga Türkiye'nin sınırlarına gelip dayanmıştı. O zaman dile getirilen "yeni vizyon" yeni bir dünyaya doğru gidildiğini tespit edebilmişti.
Teşhisin doğru yapılması her zaman doğru tedavinin de bulunduğu ve uygulandığı anlamına gelmez. Arap uyanışını 2011 yılının başındaki vizyon ile okuyup ona göre değerlendirmek de mümkündü. Ancak bunun yerine "yüzyılın muhasebesini yapmak", "siyasi sınırlarımızın doğal olmadığı"nı ileri sürmek gibi yeni sloganlar ve hevesler türedi. Bir yılın başından sonuna ne köklü bir değişim...
Bu heveslerin bir emperyal arzu olmadığını savunan, "bataklıkta uğraşan ülke biz olduğumuza göre bunun karşılığını da almamız gerektiğini" planlayan bir anlayışla tedavi denenince, hastalığı engellemek mümkün olmadı. Bugün hastalığın bulaşıcı etkileriyle mücadele içindeyiz.
2011 yılından beri safha safha, sayfa sayfa döküldük. Türkiye kısa zamanda BMGK üyeliğine yeniden aday oldu. Ummadığı bir hezimetle karşılaşarak seçilememenin dayanılmaz burukluğunu yaşadı.
NATO üyesi müttefikler Türkiye'nin bu örgütten çıkmayı planlayıp planlamadığını sorgular oldu. Şanghay İşbirliği Örgütü'ne göz kırpar, Rusya'dan S-400 füzeleri satın almak için müzakere eder hale geldik.
Avrupa Konseyi Türkiye'yi demokratik hak ve özgürlükler, hukuk devleti ve insan hakları uygulamaları açısından denetim mekanizmasına tabi olan ülkeler kategorisine geriletti.
Avrupa Parlamentosu, Avrupa Birliği Konseyi'ne Türkiye ile olan üyelik müzakerelerinin askıya alınmasını tavsiye etti. AB ile ilişkilerin canlı tutulması için tek ümit olan Gümrük Birliği'nin reform edilmesi çalışmaları da durdu.
Avrupa Birliği içinde Türkiye'ye karşı olumsuz bakan ülkelerin sayısı arttı. Dünya üzerinde Türkiye dışında Türkiye kökenli en kalabalık nüfusun yaşadığı ülke olan Almanya artık Türkiye'yi ve kendi ülkesindeki Türkiye'lileri hasım olarak algılamaya başladı.
Rusya ve İsrail ile "normalleşebilmenin sürdürülebilirliği" denemesindeyiz. Ortadoğu'da Türkiye algısının 2011'de değiştiğini sanıyorduk, ama değişen Türkiye algısı bugün daha gerçek ve daha hissedilir oldu. Yunanistan, 2011 yılında Türkiye'den ülkesine sığınanlar olsaydı iade etmek için belki daha az tereddüt içinde olurdu.
Artık Türkiye'nin dış politika vizyonu ve misyonu ile ilgili olarak herhangi bir soru sorulmuyor. 2011 unutuldu bile. Hatırlatıldığında da ya "o nedir?" diyorlar ya da dudaklarının bir köşesinde beliren kıvrımın bir istihza belirtisi olmadığını anlatma zahmetine dahi girmeyi denemiyorlar.
Altı yıl öncesinin vizyonu...
Haksızlık etmeyelim; ASEAN ile nihayet diyalog ortağı olduk.
Paylaş