Paylaş
Bölgeye yakın bir kıraathaneden ödünç kablolar ve lambalar getirildi, salondan aşağıya doğru sarkıtıldı. Önceleri duvarlara ‘Kararlarınızı istişare ile alın’ sözleri yazıldı, sonraları o indirildi ve ‘Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir’ cümlesi duvara asıldı...” Bu açıklama hem kişileştirilmiş hem de kutsanmış sözlerden oluşuyordu. Bu sözler 23 Nisan 1920’de açılan TBMM’yi anlatıyordu. Ülkeyi düşman çizmelerinin altından çekip çıkarmak için yola çıkan Büyük Atatürk’le bir milletin yoktan var edilmesi anlatılıyordu.
YOLA ÇIKARKEN BENZİN PARALARI BİLE YOKTU
27 Aralık 1919 tarihinde Mustafa Kemal Atatürk’ün Ankara’ya gelişi bir film şeridi gibi gözümün önünden geçti. Kurtuluş Savaşı’nda Samsun’la başlayan kongreler süreci Sivas’ta biter, alınan kararlar sadece Ankara’da düzenlenip uygulanabilirdi. Genç Cumhuriyet’in temellerini atmak için bir ‘başkent’ düşüncesi oluşmak üzereydi. Ankara ‘başkent’ ismini resmi olmasa da 27 Aralık 1919 tarihinde Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın Ankara’ya geldiği gün almıştı bile. Atatürk, Kurtuluş Savaşı’nı Ankara’dan yönetmek istiyordu. “Karargâh burası olmalı” diyordu. Bu düşüncesini Nutuk’ta ayrıntılı anlatıyor. Mazhar Müfit Kansu ise Atatürk’ün yanında uzun süre bulunmuş bir isim. ‘Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber’ adlı eserinin ikinci cildinde, Atatürk’ün Ankara’ya gelişini kendi tanıklığıyla anlatır.
Büyük Atatürk, Heyeti Milliye Kurulu üyeleriyle birlikte ufak, üstü açık bir otomobille kış şartlarında Nevşehir, Kırşehir ve Kayseri yollarını aşmışlardı. Mucur ilçesinde bozulan arabalarının tamiri için çektikleri eziyet hâlâ unutulmadı. Gazi Paşa, buralarda çeşitli binalarda dinlenmişti, oralar şimdilerde bir Atatürk Evi olarak tescillendi. Bu ülke için canını ortaya koyanlar, aç ve susuz kaldılar, ölümden döndüler ama onları vatan ve ülke sevgisinden hiçbir şey döndürememiştir. Ankara’ya doğru yola çıkarken benzin paraları bile yoktu. Bir bankadan senetle borç aldılar. Yolda yiyecekleri ise peynir ve haşlanmış yumurtaydı, o da sınırlı idi. Mustafa Kemal, okul yıllarında Tevfik Fikret’in eserlerini okuyarak büyümüştü. Fikret’in, “Hak bildiğin yolda yalnız bile yürüyeceksin” fikri, onun kurtuluş mücadelesini ete kemiğe büründürmüştü. Çalıkuşu romanı, savaş meydanlarında okuduğu tek kitaptı. Mustafa Kemal ve arkadaşlarının Ankara yolculuğunda mevsim kıştı, soğuk iliklerine kadar işliyordu. En sonunda Ankara’ya Beynam Köyü’nden giriş yaptılar. Onları, dönemin Ankara Valisi Yahya Galip Bey ve Ali Fuat Paşa karşıladı. Güneş tepedeydi, her yer günlük gülistanlıktı. Efeler onu Dikmen sırtlarında karşıladı, Ata’nın “Fikrinizde sabit misiniz?” sorusunu, “Ant olsun” diye cevaplıyorlardı. Yine, “Arkadaşlar buraya neden geldiniz?” sorusuna, “Millet yolunda kanımızı akıtmak için... Yaşa var ol..!” sesleri hâlâ kulaklardadır. Mustafa Kemal’in geldiğini Ankara’da tüm insanlar duymuştu. Duymayanlar için tellallarla sokak sokak duyurular yapılmıştı. Ankara’nın yerlisi tüm aileler onu karşılamışlardı. Sazaklar, Kınacılar, Börekçiler...
‘BAŞKENT OLMA’ FİKRİ AKLINDA VE GÖNLÜNDEYDİ
Mustafa Kemal Atatürk ve Heyeti Milliye üyelerinin 27 Aralık 1919 tarihinde Ankara’nın o dönem idare merkezi içinde bulunan Ulus, Anafartalar, Bankalar Caddesi ve Evkaf Apartmanı’nın bulunduğu bölgeye yaptığı gezideki izlenimleri, ‘başkent olur’ fikrini oluşturmuştu. Bozkır Ankara için başkent kararı çoktan Atatürk’ün aklında ve gönlünde alınmıştı bile. Ankara’nın Dikmen sırtlarında Mustafa Kemal Atatürk’ün seymenlerce karşılandığı yerde şimdilerde bronzdan efelerin görkemli bir heykeli duruyor, o günleri hatırlatıyor. Kızılca Gün’ün unutulmaması için tarihe bir not düşüldü. Tarih olarak 27 Aralık 1919, heykelin kaidesine yazıldı. Ankara’da bir Oğuz töresi olan Kızılca Gün unutulmadı. Hâlâ belleklerde. Dede Korkut yazmalarında ve Oğuznamelerde bunun Oğuz boylarından bugünlere miras olduğunu görürüz. Kızılca Gün deyiminin anlamı ‘kara, mutsuz gün’ olarak bilinegelmiştir. Törensel bir görünüm de vardır. Ülke savaş durumunda ise ülkeyi kurtarmak için yönetici belirlemek için oluşan durum... Aynı durum seymenlerde görülmekteydi. Ata’nın Ankara’ya gelişi incelendiğinde bir Kızılca Gün tasviri hep görülür. Atatürk’ü karşılayan toplulukta seymenler, kadınlar, erkekler, çoluk çocuk herkes vardı. Genç Cumhuriyet’in idare merkezini, mili iradeyi temsil edeceği Meclis’i kuracağı Ulus semti, Atatürk tarafından görülmek istenmiş, o günkü bozkırdan neler yapabileceğini hep düşünmüştür. Heyeti Milliye üyeleriyle yaptığı görüşmeler sonucunda Ankara hakkındaki ‘başkent olma’ fikri kararı sonra açıklanmak üzere aklında ve gönlünde kesinleşmiştir.
FİKRİ 27 ARALIK'TA, AÇIKLAMASI 13 EKİM’DE
Köklü bir Ankaralı olan Müftü Rıfat Börekçi, kurtuluşa inanıyordu. Ankara’nın Sıhhiye semtinde karşılaştıklarında ellerini açıp ona dualar etmiştir. 27 Aralık 1919 tarihinde Atatürk ve beraberindekiler Hacı Bayram Veli Türbesi’ne gitmiş, türbeyi ziyaret etmişti. Mustafa Kemal, Ankara halkını ‘yurdunu seven insanlar’ olarak biliyor, onlara güveniyordu. Ata’yı Ankara’da örgütlü dernekler, ahilik geleneğini temsil eden tüm loncalarının mensupları da bekliyordu. Falih Rıfkı Atay, ‘Zeytindağı’ adlı eserinde Ankara’ya geliş döneminde Sovyet ve İngiliz elçiliklerinin Ankara’da olduğunu ayrıca Ankara’nın başkent oluşunun nedenlerini de anlatır. Ankara’nın tüm mahallelerinden yola çıkanlar önce o dönem Namazgâh Tepesi olarak adlandırılan yerde buluşmuşlar. (Önceleri Türk Ocağı binası olarak bilinen sonra Halkevleri olarak kullanılan bugün Resim ve Heykel Müzesi’nin olduğu yer) Yurttaşların karşılama için yola çıktığı Hacı Bayram Ulucanlar Mahallesi... Tacettin Mahallesi içindedir. Daha sonra Yakup Kadri’nin Ankara denilince akla gelen ‘Ankara’ adlı romanında anlattığı üç mahalleden biri olacaktı. Cumhuriyet’in ve milli iradenin TBMM olduğu artık biliniyordu. Mekân olarak ‘Ankara’ fikri 27 Aralık 1919 tarihinde ‘başkent’ olarak seçilmişti. Resmi açıklaması 13 Ekim 1920 tarihine bırakılmıştı. Atatürk, Ankara’da uzun süre Keçiören Ziraat Mektebi’nde Kurtuluş Savaşı’nı yönetmiştir. Bundan öncesinde Ankara Tren Garı’nda bulunan Atatürk Evi’nden yönetmiştir. Şimdilerde her iki mekân müzedir. 13 Ekim 1920’de ise Ankara ‘başkent’ unvanıyla taçlandırılmıştır.
Paylaş