Paylaş
Güneş sistemimiz dışındaki gezegenlere ‘exoplanet’, Türkçe ismiyle ‘ötegezegen’ deniyor. Ötegezegenler insanlığın binlerce yıllık en büyük merakına yanıt aradığımız yer: “Evrende yalnız mıyız?” Çok daha yeni, belki 100 küsur yıldır gündemde olan diğer bir merak konusuysa “Başka bir gezegende yaşayabilir miyiz?” İlk soruyu anlamak kolay, ikincisi nereden çıktı derseniz Sanayi Devrimi’nden sonra gündeme geldiğini söylemek yeterli olur. (Ayrıntılarına geçen haftalardaki ‘Ateş eken yangın biçer’ ve ‘Dünya bizden daha zeki’ başlıklı yazılarımda yer vermiştim.)
Dünya dışındaki 5 gezegenin varlığı antikçağlardan bu yana biliniyor. Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter ve Satürn’ün adı mitolojilerde ve kutsal metinlerde geçiyor. Teleskopla ilk keşfedilen gezegense Uranüs. İngiliz astronom Sir William Herschel tarafından 1781’de gözlenmiş. Ötegezegenlerin keşfiyse yalnızca 30 yıllık maziye dayanıyor.
On yıllarca süren araştırmaların sonucunda 1992’de nihayet ilk iki ötegezegen bulunuyor. Bunlar, çok hızlı dönen ve yaşam barındırması mümkün olmayan bir pulsar yıldızının yörüngesinde keşfediliyor. O yıllarda kullanılan astrometri metodu, yıldızlara bakarak gezegenlerin yaratacağı anlık optik dalgalanmaları yakalama esasına dayanıyor ancak pek işe yaramıyor. Yöntemi geliştirip ışık yelpazesini gözlemlemeye başladıklarında nihayet birkaç gezegen daha keşfedebiliyorlar.
Bu yöntemle bulunan ‘51 Pegasi b’, Güneş’e benzer bir yıldızın etrafındaki ilk gezegen olarak kayda geçiyor.
Sandığımızdan yakın
Asıl başarıysa 1999’da yepyeni bir yöntemle geliyor. Bu kez gezegeni kendi yıldızıyla bizim gözlem noktamız arasından geçerken görmeyi umuyorlar. Deney başarıyla sonuçlanıyor ve bu tekniğe ‘geçiş yöntemi’ adı veriliyor. Teknik bulunduktan sonra gezegen keşifleri hızla artıyor ve sayıları binlerle ifade edilecek seviyeye ulaşıyor.
Astronomlar bugün yıldızları devasa bir büyüteç gibi kullanarak arkalarındaki objeleri göstermelerini sağlayabiliyorlar veya bir gezegeni kendi yıldızından yansıttığı ışık sayesinde keşfedebiliyorlar.
Dünya dışı yaşam araştırmalarına gelince... En başta keşfedilen gezegenlerin ‘yaşanabilir bölgede’ olup olmadığına bakılıyor. Yani kendi güneşlerine doğru mesafede olmaları gerekiyor ki üzerlerinde şayet varsa su, sıvı şekilde var olabilsin. Atmosfer yapıları da yine geçiş yöntemiyle incelenebiliyor. Keşfedilen 5.005 gezegenin yalnızca 21 tanesi doğru noktada ve doğru ebatta. NASA’nın yakın zamanda devreye aldığı James Webb teleskopu sayesinde ötegezegenlerin atmosferleri daha ayrıntılı incelenebilecek.
Son zamanlardaki bulgular, yaşam barındıran gezegenlerin sandığımızdan çok daha yakınlarda olabileceğini gösteriyor. Şubatta bir gezegeni keşfedilen ve Güneş’e yalnızca 4 ışık yılı uzakta olan Proxima Centauri yıldızı, yaşam potansiyeli barındıran sistemlerden biri.
2016 yılında keşfedilen Proxima B gezegeni, o dönem Dünya’ya benzerliğiyle gündem konusu olmuştu. Şimdilik keşfedilen 5.005 gezegen yakınlarımızda, sadece birkaç bin ışık yılı ötemizde. Galaksinin derinliklerine ilerledikçe mevcut gezegen sayısının 100 ila 200 milyarlara ulaşacağı hesaplanıyor.
Düşünün, yanı başımızda bile yaşamı keşfetme ihtimalimiz varken galaksinin çok uzaklarına bakabilsek, kimbilir ne Dünya’lar göreceğiz.
Paylaş