Paylaş
Zihin terbiyesine odaklanan Budizm öğretisini dünyaya nakleden Siddhartha Gautama Buddha’ya (Buda) göre insanın kendini sabit ve değişmeyen bir varlık olarak kabul etmesi, büyük bir zandan ötesi değil. İnanç sistemlerine aldırış etmeseniz bile yeni araştırmalar ışığında Buda’ya hak vermeye başlayan biliminsanları size ilham olabilir...
Kanada’daki British Columbia Üniversitesi’nden felsefe profesörü Evan Thompson ile söyleşi yapan ve nöroloji alanındaki güncel çalışmaları değerlendiren kültür sitesi Big Think’in yazarı Lori Chandler, beynin işleyişini anlama konusunda bilim ve inanç sistemlerinin arasındaki açığın giderek kapandığını aktarıyor. Bilimsel yönden Budist öğretiyi destekleyen Thompson’a göre bugünkü kendimizi geçen yılki insanla aynı kişi sanmak, hatta bir an öncesi ve sonrasıyla bile aynı insan olduğumuzu farz etmek sadece bir yanılsama. “Beyin ve beden daima değişken bir akış içinde. Sistemimizde sabit bir kendilik hissiyatını karşılayan hiçbir şey yok” diyen Thompson’a göre Budizmin temel öğretisi Anatta, varoluşumuzun esasını açıklayabildiği gibi, bizi duygusal yüklerden kurtarabilecek genişliğe sahip. Anatta insanın ‘benlik’ fikrini bir yanılsama olarak değerlendiriyor ve kişinin sabit olmayıp her an değişen, her an evrilen ve şekil değiştiren bir varlık olduğunu anlatıyor.
Günlük tutmak akıl ve ruh sağlığını korumaya faydasıyla bilinir. Zihni sakinleştirmenin ve süzmenin kolay bir yoludur. Günlükteki geçmiş haftaları, ayları ve yılları okumak insana en kıymetli özdeğerlendirmeyi sunar. Eski günlüklere baktığınızda, o sayfayı kaleme alan kişinin şimdikinden daha farklı biri olduğunu hissedebilirsiniz. Benzer bir duyguyu eski fotoğraflarınızı veya videolarınızı görünce de yaşayabilirsiniz. Kendini irdeleyen, kendinin farkında olma merakıyla yaşayan insanlar benliklerindeki değişimleri, köklü dönüşümleri daha kolay fark ederler. İnsan yedisinde neyse yetmişinde öyle olsa bile, kimse gençliğin toyluğuyla ileri yaşların olgunluğunu bir tutmaz. En az değişen şey kişilik olabilir; içe veya dışadönüklük ya da genelde pozitif olmak gibi. Ancak dürüstlük, ahlak, tembellik veya azim gibi kavramlar karaktere ait olup zaman içinde değişebilir.
Modern bilimin 2 bin 600 yıllık Budizm öğretisine yakınlaştığı noktaysa kişilik ve karakterin üstündeki benlik mefhumunun daima değişime tabi olduğu. ‘Ben’ veya ‘sen’ kavramlarının önemini sorgulayan Lori Chandler, ‘Hardwiring Happiness and Buddha’s Brain’ (Mutluluk ve Buda’nın Beynini Kablolamak) adlı kitabın yazarı Dr. Rick Hanson’un ferahlatıcı tespitlerini de aktarıyor: “Hanson kişinin sabit bir kendilik inancı olmadığında, yani kendisini hep aynı görmediğinde olayları da kişisel almayabileceğini söylüyor ve düşüncelerin insanı tanımlamadığını savunuyor.”
‘Zihnimizdeki düşünceler yalnızca düşüncelerdir ve bizi tanımlamaz’ demek yeterli...
Dışarıdaki olaylar aslında yalnızca birtakım hadiseler ve hepsini üstümüze alınmamız gerekmiyor. Bu fikir, dünyanın etrafımızda döndüğü düşüncesinden özgürleşmeyi, yani egonun ve nefsin boyunduruğundan kurtulmayı da içeriyor. Zira ‘ben ve diğerleri’ diye düşünmeye odaklanmak, bir şeylerin hep kendi başına geldiğini, kendine yapıldığını zannetmeye yol açabiliyor. Huzursuzluğun bu yanılsamalardan kaynaklandığı malum. Aksi anlaşılınca gelen rahatlamaysa yine bunun bir göstergesi. Chandler’a göre kendimizi düşüncelerle ve ideolojilerle tanımlamayı bırakmak son derece özgürleştirici olabiliyor. Büyüme ve değişimin kolaylaşması, insanı gerçekten duygusal yüklerden ve sıkıntılardan kurtarabiliyor. Doğru ya, kendi işimizi kendimiz zorlaştırırız. Dirençlerimizle başkalarının alanını daraltır ve neticede sonuçlarına katlanırız.
Kendinin değişmeyecek bir şey olduğu fikrini terk etmek, serbestleşmenin yanı sıra bağımlılık ve muhtaçlıktan kurtulmayı kolaylaştırabiliyor. Hatta ötekileştirme, ırkçılık gibi tavırlara mâni olabiliyor. İçsel özgürlük adına ‘Ben yalnızca kendimim’ düşüncesi, mantrası veya zikri, kendini bilenlere kâfi... Öyle ya; insan ne oldum dememeli... Yarın değişecekse kişi, bugün kim olduğunun kalır mı önemi?
Beyindeki empati devresi keşfedildi
Duygusal benliğin dış dünyayla etkileşimini araştıran İtalyan biliminsanları beyinde empati kurmayı sağlayan bir bağlantı keşfetti. 1.000 denekle gerçekleşen deneyde prefrontal korteksle retrosplenial korteks arasındaki bir nöron bağlantının, başkalarının duygularını algılamayla ilgili olduğu anlaşıldı. İnsanlarda ve hayvanlarda olan empati devresinin sosyal ve sürü canlılarının hayatta kalmasını kolaylaştırdığı için evrildiği düşünülüyor. Bulgular zihinsel ve ruhsal hastalıkların tedavisine katkı sağlayabilecek.
Paylaş