Kitaplar duvarları yıkar

Epey zamandır evdeyiz. Biz 3 kişilik bir aileyiz. Kızım, eşim ve ben. Kızım, 16 yaşında lise öğrencisi. Eşimin çalıştığı kurum da şimdilik evde çalışmaya müsaade ediyor. Yani birlikte çoğunlukla salonda geçirilen bir yaşamımız var.

Haberin Devamı

Kızım, kitaplarını defterlerini toplayıp salondaki yemek masasının yarısını işgal etti. Ben de ofisimden getirdiğim bilgisayarımı, çalışma odasına değil, masanın geri kalan yarısına konuşlandırdım. Ayrılamadık birbirimizden anlayacağınız. Ama zaman zaman odalarımza çekildiğimiz de oluyor. İlk günler biraz daha gerilimliydi ortam. Geçen günlerde, herkes birbirinin alanına müdahale etmeden yaşamayı şimdilik başarmış görünüyor.
Bir yandan miktarı ve biçimi azalsa da çalışıyoruz. Evde yapılacak işlerle de ilgileniyoruz. Ev bal dök yala kıvamına geldi anlayacağınız. Film izliyoruz. Oyun oynuyoruz. Kimseyi kandırmayalım, dışarı çıktığımız da oluyor. Ama özellikle insansız alanlarda bulunmaya özen gösteriyoruz. Yürüyüşümüzü yapıp geri dönüyoruz. Biraz yeme konusu rahatsız edici oluyor. Bir de fazla uyuyoruz. Ama en güzeli, kitap okuyoruz.
Okumak tedavi edici olabiliyor. Okuduğunuz her satır, içinizdeki ateşi harlıyor. Neşeniz, heyecanınız yükseliyor. Kapalı ortamda olmanızın bir önemi olmuyor, özgürleşiyorsunuz. Kimi zaman, kitabın kahramanlarıyla dost oluyorsunuz, kimi zaman onları hızla giden bir trenin penceresinden izleyen bir gözlemci. Kimi zaman onlarla seyahat eden ve maceralarına eşlik eden kahramanın kendisi oluveriyorsunuz.

Haberin Devamı

BİZİM KUŞAK...

47 yaşındayım. Yani X kuşağıyım. Televizyonun belirli saatlerde, tek kanal ve siyah beyaz olduğu dönemlerde çocukluğumun ilk yıllarını geçirdim. Elektriklerin sık sık kesildiği, gaz ve lüks lambasının, evlerin baş tacı olduğu yıllardı.
Atlas, iyi bir oyun arkadaşımızdı. Başkentler oyunu oynardık. İsim şehir, kızma birader vs. Yani diyeceğim o ki, biz bugünler için biraz şerbetliyiz. Z kuşağı da biraz dijital sosyal olduğu için zorlanmıyor gibi (Kendi kızımdan biliyorum). Ama Y’lerde bir sıkıntı var gibi ne dersiniz? Onlar yoklukların daha az olduğu dönemlerde yaşadılar. Antrenmanlı değiller sanki.
Tecrübeli biri olarak naçizane tavsiyem kitap olacak. Beni çocukluğumun kasvetli kış aylarında ya da yazın kavurucu sıcağında, yalnız kaldığımda, bahçemizdeki karadut ağacının altında başka dünyalara götüren, başka arkadaşlar edinmemi sağlayan ve özgürleştiren şey kitap olmuştur. Nemeçek’in canını verdiği, Boka’nın, Gereb’in ve arkadaşlarının koruduğu Budapeşte Pal Sokağı’ndaki arsa vatanım olmuştu çocukluğumda. İstanbul’da dört duvar arasında otururken.
Ya da Jules Verne ile Aya çıkıp oradan Dünya’nın Merkezi’ne Seyahat etmişliğim bile var. Hatta, 80 Günde Dünya Seyahati yapmışlığım ve Denizler Altında 20 Bin Fersah yol almışlığım da var.
Jack London’la tanışıp çok iyi dost olmuşluğum, John Steinbeck ile elma bahçelerinde tarım işçilerini örgütleme çalışmalarına tanıklığım da var. Yani öyle dört duvar arasında değildim anlayacağınız. Şimdi de öyleyim. Daha uzun soluklu okuyabiliyorum. Ayfer Tunç’u özlemişim. Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi, onun güzel kalemini ne kadar özlediğimi hatırlattı.
Distopyaların konuşulduğu, izlendiği, okunduğu günlerdeyiz. Onun yerine ütopyalara ilişkin okumayı öneririm. Thomas Moore’un Ütopya’sını, ya da Robert Havemann’ın Yarın’ı okuyun mesela. Umudun ete kemiğe bürünmüş hali olan insanın, neler hayal edebildiğini bu kitaplarda göreceksiniz. Seçin kendinize bir kitap. İçinde umut olsun ama. Umut eden yaşar.
Kalın sağlıcakla.

Yazarın Tüm Yazıları