Paylaş
Ekoloji, biyoloji ya da çevre ile ilgili bir eğitim almadım ancak içinde yaşadığımız kürenin, biyolojik çeşitlilikle dengede kalabileceğini de görebiliyorum. Bu konularla ilgili karşıma çıkan konuşmalara, toplantılara, belgesellere kayıtsız kalamıyorum. Bugün de size Netflix’de izlediğim bir belgeselden bahsetmek istiyorum: Kiss the Ground (Yeri ya da toprağı öp diye çevirebiliriz).
İzlemenizi şiddetle tavsiye ederim. Bugüne kadar hep karbon salımından bahsettik (Hoş çoğu yerde salınımı deniliyor ama lütfen salımı demeye gayret edelim. Sallanan değil, salınan bir şeyden bahsediyoruz). Karbonu kötü çocuk ilan ettik. Aslında karbondan yapıldığımızı unuttuk. Karbonun, ağırlıklı olarak ait olduğu yerin dışına çıkmasıydı bizi endişelendiren. Karbonun çoğu toprağa aitken, gökyüzünde çoğalması dengemizi altüst ediyor. Ve biz bu nedenle salımdan bahsediyoruz. Yani karbonu gökyüzüne salmayalım diyoruz. Üretim ve tüketim faaliyetlerimizde bunu engellemeye çalışıyoruz. Oysa karbonu salmayı engellemeye çalışırken, sera gazını emme yeteneğine sahip en büyük güç olan toprağı göz ardı ediyoruz.
İşte bahsettiğim belgesel, bir yandan toprağın sera gazını emme yeteneğini anlatırken, diğer yandan toprağı da nasıl yok ettiğimizi, acı bir şekilde ortaya koyuyor. Yani bizler ne kadar karbon salımını ortadan kaldırmak için uğraşsak da, eğer toprakla ilgili bir çabamız yoksa çözüm bir noktada tıkanıyor. Belgeselin bir yerinde şöyle diyor: “Toprağı düzeltirsek sorunlarımızın çoğunu düzeltiriz. Sağlıklı toprak, sağlıklı bitki üretir, sağlıklı bitki, sağlıklı hayvan, sağlıklı insan, sağlıklı su ve sağlıklı iklim.”
Belgeselde beni en çok şaşırtan şey, toprağın sürülmesine ilişkin bölümdü. Toprağı sürmenin ne kadar yanlış olduğunu, bunun erozyona neden olduğunu, hayretle izledim. Ayrıca sanayi tarzı tarımsal üretimin, doğaya nasıl zarar verdiğini de gördüm.
Çözüm olarak yenileyici tarımı öneriyor belgesel.
Toprağın yaşadığını, kimyasal ilaç kullanımın verdiği ağır tahribatı da ortaya koyan belgeselde, erozyonun yaratacağı sorunlara da yer verilmiş. Örtüsüz toprağın yaratacağı sıcaklık farkı ve yağmuru uzaklaştırması da da dile getiriliyor. Dünyanın üçte ikisinin çölleştiği bunun da göçlere neden olacağı, hatta 2050 yılında 1 milyar insanın doğduğu yerleri terk edeceği ifade ediliyor. Küresel ısınmanın bir diğer sonucu da bu olacak sanırım. Hayvancılığın da kapalı çiftlikler şeklinde değil de otlatma yöntemiyle yapılmasının karbon salımını nasıl düşüreceği de anlatılıyor. Bu kadar detay yeterli sanırım. https://kissthegroundmovie.com/ sitesini de ziyaret edin derim.
Gökyüzündeki karbon ayak izimiz, su ayak izimiz konuşulurken aslında büyük sorun olan toprak ayak izimiz de gündeme gelmeli ve tarımsal üretim şekillerini bir kez daha gözden geçirmeliyiz.
Kalın sağlıcakla.
Paylaş