Paylaş
Evet kadın ve erkek birbirlerinden farklı anatomik, zihinsel ve ruhsal yapıya sahiptir. Bu anlamda iki farklı cinsi eşitleyerek cinsiyetsiz bir hayat yaratma anlayışı da yanlıştır. Ama mesele, farklı cinslerin kullanılacak haklar konusunda eşitliğine gelince, burada hiçbir ayrım kabul edilemez. Giyim özgürlüğü, sevme-sevilme özgürlüğü, çalışma ve ücrette eşitlik hakkı, sokaklarda özgürce dolaşmak hakkı, düşüncesini ifade etme özgürlüğü gibi. Listesi epeyce uzatılabilecek haklarda tam bir eşitlik söz konusu olmalıdır.
Ama ne mümkün. Bu sadece bize ait bir sıkıntı da değildir üstelik. En modern gördüğünüz ülkelerde bile kadınlar, iş yerlerinde aynı işi yaptıkları erkeklerden daha düşük ücret aldıkları için yakınmaktadır. Ayrıca, kadınlar, İslam coğrafyasının çoğunluğunda nasıl kapatılıyorsa, batıda öyle açılarak, özünde cinsel bir obje olarak kullanılmaya da devam edilmektedir. Çok kapanmayla çok açılmanın cinsellik çağrışımından başka ne alt anlamı olabilir ki?
Oysa kadın ve erkek, şu ölümlü dünyaya direnebilmek için omuz omuza dayanışması gereken iki cins değil midir? Bu dünya sadece biz erkeklerin midir?
KADINLAR ZATEN EMEKÇİDİR...
Uzun yıllar tüm haklarından yoksun olan kadınların 1857’de ABD’de daha iyi çalışma koşulları için verdikleri mücadelede yanarak can veren 129 kadını da andığımız bu 8 Martlar da olmasa nice olur halimiz? Eskiden Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak kutlanırdı bu tarih. Ama çıkışında da Dünya Kadınlar Günü denmiş. İlk zamanlar bana da ters gelirdi ve Emekçi Kadınlar tanımlamasını doğru bulurdum. Ama sonra, çok küçük bir istisnayı dışında bırakırsak tüm kadınların emekçi olduğu gerçeğini kabullendim. O nedenle Dünya Kadınlar Günü doğru bir ifadedir. Evde ev işlerini yapan, iş yerlerinde çalışan, tarlalarda ot yolan, hasat toplayan kadınların tamamı emekçi değil mi? Emeğin illa ki pazarda bir ücret karşılığı mı olmalı? Ezilmekse zaten başlı başına toplumun en ezilen kesimi değil mi kadınlar? Sadece güzel olan ya da erkekleşenlerinin paçayı kurtarabildiği (Kendi cinsiyetinden vazgeçerek ya da onun kullanımına izin vererek) bir sitemin içinde, ezici yığınlar değil mi kadınlarımız?
AVŞAR-ASLANTUĞ...
Geçen hafta, tam da böyle bir konuyla ilgili magazin tartışmasının ortasında kaldık. Hülya Avşar’ın programında söylediği sözler ve Mehmet Aslantuğ’un verdiği cevap konuşuldu. Hadi gelin bir bakalım, ne demiş Hülya Avşar, “Erkek çalışsın, kadın evde çocuklarını kendi büyütsün, yemeğini yapsın, kocasını karşılasın, Evde de kadın baskın, dışarıda erkek, erkek egemenliği diyorum, erkek üstünlüğü, baskısı demiyorum. Erkek egemenliği güzel bir duygu geliyor bana. Bir erkek kadına sarıldığı zaman, kolunun altına girebileceğin bir erkekten bahsediyorum”. Programın tamamına baktım. Sanki, kadın ve erkeğin cinsiyetlerini kaybetmemesi gerektiğini söylemeye çalışmış ama kastını fazlasıyla aşmış. Bu tartışma aslında faydalı da olmuş. Aslantuğ, altına imza atacağım nefis bir yanıt vermiş, “Bu çok anlaşılır bir duygu ama bunu işte şöyle formüle etmek zorundayız. Bu erkeğe de anlam katar kadına da... Bu duyguları koruyalım ama kadın evinde üretimden çekilip bütün istikbalini bir adamın vicdanına, aşkına, samimiyetine, günün sonunda bir gün aklının karışmasına yanılgılarına bırakmamalı” .
En başa dönersek, kadın ve erkek hayatı zenginleştiren farklı cinsler. Yetenekler ve sorumluklar arasında farklar olsa da haklar konusunda hiçbir fark yok. Son olarak sen de bir anadan doğmadın mı sevgili hemcinsim?
Müsadenizle, bu yazıyı tanıdığım en fedakar insan olan ve başka türlüsünü bilmediği için kendi hayatını eşinin ve çocuklarının isteklerini karşılamaya adamış olan, hasta yatağında bile halen onları düşünen sevgili annemin önünde saygıyla eğilerek bitiriyorum.
Kalın sağlıcakla.
Paylaş