Paylaş
Lakin sonuçların yarattığı yan hikâyeler hem kulak vermeye, hem de oyuna dair sevdamızı büyütmeye yarıyor. Ki bence meselenin en güzel yanı da bu... Örneğin Galatasaray’ın, Juventus’u son maçta 1-0’la geçip Şampiyonlar Ligi’nde ikinci tura çıkması... Bu mücadelenin yan öyküsü, sadece iki günlük bir maceranın sonunda ‘Mutlu son’u yaşamak ya da futbol tarihine ilginç bir maçın hatıralarını bırakmak değildi elbet. Bence asıl yan öykü 6-1’lik Real Madrid faciasının sonrası aldığı takımı, beş maçta (iki bu toplamın içinde Kopenhag gibi sıradan görünen bir ekibe karşı üstün oynayıp 1-0 mağlup olunan bir deplasman mücadelesi de vardı) ikinci tura taşıyan bir teknik adamın başarısıydı.
Hoş Roberto Mancini elbette bu göreve bu türden başarıları tattırmak için getirilmişti. Lakin kendisinden önce bu koltuğun sahibi olan, futbolumuzun uluslararası kalibresi en yüksek hocası Fatih Terim, yaklaşık sekiz sezon süren Galatasaray macerasında Şampiyonlar Ligi’nde ikinci turu ancak son senesinde görebilmişti (ki aynı süreçte daha sonra ‘Çeyrek final’e de uzandı). Nedense spor basınının adeta başarısız olması için özel bir çaba sarf ettiği İtalyan teknik direktör ise, ‘İkinci tur’ eşiğini beş maçlık bir periyodun ardından atlamıştı. Böylelikle Mancini, Lucescu, Zico ve Terim’le birlikte bu başarıyı yakalayan dördüncü hoca oldu.
‘En değerli’ ikincilik!
Öte yandan Mancini’nin ‘Süper Lig’ serüveni ise aynı seyirde bir rota izlemiyor. Juventus’u iki maçta çözmeyi başaran İtalyan teknik adam, ‘Annemizin ligi’nde başarılı bir performans sunamıyor. Bunda rakipleri ‘Juve’ kadar tanımamasının yanı sıra sanki yardımcı koltuğunda oturan Tugay Kerimoğlu’nun da kendisini yeterince bilgilendirmemesi var gibime geliyor. Neyse, bu sorun da çözülür çözülmesine ama o sırada şampiyonluk gider. Hoş gitse ne olur, bu ülkede futbol zaten genel çizgileriyle ‘Üç büyük’ (ki son dönemde bu denklem ‘İki’ büyüğe indirgenmiş gibi gözüküyor) arasında biçimlenen bir oyunun ötesine geçemiyor. Üstelik Fenerbahçe’nin şampiyon olması halinde Devler Ligi’ne katılamayacak olması, ‘İkincilik’ unvanını da bir anlamda ‘Şampiyonluk’ kadar önemli kılıyor.
Öte yandan bir başka yan hikâyeler bütününü son Şampiyonlar Ligi eşleşmesi oluşturdu. Galatasaray’ın ikinci turdaki rakibinin Chelsea olması, Inter geçmişleri itibariyle ‘Halef-selef’ konumunda olan Mancini-Mourinho çekişmesini somuta dönüştürdü. İtalyan teknik adam Mavi-Siyahlıları Serie A’da başarılı kılmış ama kulüp tarihine Avrupa sahnesinde iki kez ‘Çeyrek final’e, bir kez de ‘İkinci tur’a taşımanın ötesinde derin izler bırakmamıştı. Mourinho ise Inter’i ‘Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu’ unvanıyla buluşturmayı bildi. Bu açıdan Galatasaray-Chelsea eşleşmesi yankılarını İtalyan futbol kamuoyunda da hissedebileceğimiz ve bu yolla ‘Uluslararası’ kalibresi yüksek bir buluşma olacak.
‘Ne kura be…’
Bu eşleşmenin bir başka yan öyküsü Didier Drogba figürü üzerinden yazılacak. Malum Fildişili efsane, kariyerinin en güzel basamaklarını Londra kulübünün formasını giydiği dönemde tırmandı. Chelsea’yle ‘Şampiyonlar Ligi’nde iki kez final oynayıp birinde kendisinin de gol attığı maçta kupaya uzandı (hatırlanacağı gibi ‘Maviler’, finalde Bayern’le 1-1 berabere kalmış ve penaltılarla şampiyon olmuştu). Zaten kura çekiminin ardından Drogba ‘Twitter’ üzerinde bu hikâyenin güzelliğini kendi ilan etti: “Ne kura be… Ne mutlu ki iki maçı da evimde oynayacağım.” Eski gözdesi olan Chelsea taraftarına da seslenmeyi ihmal etmedi: “Birkaç ay sonra görüşürüz…”
Drogba bu eşleşme dolayısıyla sadece Chelsea taraftarlarıyla buluşmayacak biyografisinin giriş yazısına imza atan ve belki de kendisini bu denli büyük bir yıldız olmasındaki en önemli katkıyı sağlayan kişiyle, Jose Mourinho’yla da geçen sezondan sonra bir kez daha rakip olacak.
Buradan bakıldığında da mesele sadece futbolumuza Drogba ya da Sneijder türü yıldızları kazandırmak değil sadece. Sürekli olarak her daim ‘Çeyrek final’ olmasa da en azından ikinci tur civarında gezinecek bir futbol düzeyi ve düzeni yaratmak. Bu düzey böylesi yan öykülere de kapı aralıyor. Geçen sezonki Real-Galatasaray eşleşmesi nasıl ‘Terim-Mourinho’ ya da ‘Mourinho-Drogba’ hikâyeleri üretmişse, bu yılki eşleşme de yukarıda özetlemeye çalıştığım türden öykülere geçit tanıyacak. Ve bu görüntüler genel futbol ailesi içinde (gerekçesi ne olursa olsun), “Drogba ya da Eboue’ye Mandela tişörtü giydiklerini için Disiplin Kurulu’na sevkedildiler” türü manasızlıklardan yarattığı tınının içeriğinin daha dolu öykülerle yer değiştirmesine neden olacak. Zaten bilimde, sanatta ve sporda da dert hep aynı değil mi; yerelden evrensele ulaşmak…
Paylaş