Paylaş
Bu arada cumartesi günü Beşiktaş’ın eski efsaneleri de sahaya çıkacak ve İnönü’ye bir anlamda bir kez daha veda edilecek. Senin anlayacağın ünlüler maçıyla son nokta konulacak. Gelir misin?” Tam bu noktada 40’lı yaşlarının sonunda bir çocuk olarak içimde kalan bir ukdeyi paylaşmaya karar verdim ve “Bak Uğur kardeşim ben ünlü falan değilim ama o çimlerde 10-15 dakika da olsa ‘fasulye’den oynamak isterim” dedim. “Hımm, abi bunu bir düşünelim” cevabıyla telefon görüşmemiz sona erdi. Cuma günü etkinliğin tanıtımına ilişkin yemekte isteğimin gerçekleşeceğini, ‘Efsaneler maçı’ sonrası bir grup medya olarak bizim de kendi aramızda top oynayacağımızı öğrendim. Zaten her hafta halı sahada boy gösteren biri olarak fizik kondüsyon açısından hazırdım ama bu deneyim yine de bambaşka bir heyecandı. Benim için dünyanın ambiansı, atmosferi ve görüş açısı bakımından en güzel stadı olan İnönü’nün zeminine daha önce kimi konserler sırasında ayağımın deymişliği vardı ama bu kez durum farklıydı; topun peşinde bir ömrün kendi çapında doruk noktasını yaşayacaktım. Takımlara gelince; bizim Bağış’ın (Erten) ‘süpervizör’lüğünü yaptığı ‘Ayazma’ ekibinden Ender Özkahraman (muhteşem bir kalecidir), Mustafa Kemal Öztürk (gerçek bir virtüöz), Rıza Kocaoğlu (sahada, beyazperdedekinden daha inceci), Alpay Erdem (son derece sağlam bir savunmacı), Doğu Yücel (sakin güç) gibi ‘yetenekler’in yanı sıra ileri uçta ‘Çok Güzel Hareketler’ sunma konusunda işinin ehli Ersin Korkut, sadece yazı çizi konusunda sınırlı olmayan, yaşına rağmen tekniğini ve kondüsyonunu her daim konuşturan Ahmet Çakır ve bendenizden oluşan takım, İsmail Er ve Arif Kızılyalın’ın da aralarında bulunduğu bir tür ‘Basın karması’na karşı boy gösterecektik.
‘THE PARTY’DEKİ PETER SELLERS MİSALİ!
Bizim maç saat 15.30 suları başlayacaktı ama önceki ‘Şöhretler geçidi’ni de izlemeye kararlıydım. Stadı vardığımda saat 14.00 gibiydi. Sağ olsun Uğur Sayın kardeşim karşıladı ve hemen yanıma bir mihmandar arkadaş verecek, “İstersen soyunma odasına gidip giyinebilirsin” dedi. Ben de “Erken ama giyineyim bari” diyerek koridorlara doğru yollandım. Elinde forma ve şort soyunma odasına daldım. Bir baktım ki içeride 80’li yılların yıldızları Ali Gültiken, Metin Tekin, Ziya Doğan, Kadir Akbulut, Zeki Önatlı, Zafer Öger gibi isimlerle daha eski kuşaktan Necdet Ergün, Adem İbrahimoğlu değerler ve dahi Pascal Nouma, Yasin Sülün, Ahmet Dursun, Erkan Avseren… Birden kendimi ‘The Party’ filmindeki Peter Sellers gibi hissettim. Benim burada, bunca efsanenin arasında soyunma odasında ne işim vardı? Onlar da bana sanki, “Yahu bu kimdi, kimin döneminde oynamıştı?” türünden bakış atıyorlardı. Abarttım tabii. Onca eski yıldız geçmişi yâd etmenin mutluluğu içinde kendilerince küçük bir zaman tüneli yolculuğuna çıkmışlardı ve elbette benle ilgilenecek halleri yoktu. Ben de sessizce soyunma odasını terk ettim, yandaki küçük odaya geçtim. Burada soyunmaya başlarken yanıma biri geldi; yüzü çok tanıdık ama bir türlü çıkaramıyorum. Pot kırmak istemiyordum, zaman kazanmaya çalıştım. Çok geçmeden de kim olduğunu hatırladım. Eski hakem Orhan Erdemir’di ve ‘Şöhretler maçı’nı yönetmek için gelmişti. “Hocam nasılsınız, şimdi ne yapıyorsunuz?” dedim. “Sigorta işindeyim, zaten eskiden de aynı işteydim” cevabını aldım.
‘HOCAYA BAKIN, BİZDEN DAHA FİT’
Soyunma merasimim tamamlanmıştı ki içeriye efsane hocanın girdiğini fark ettim. Hemen tekrar içeriye süzüldüm ve cep telefonumla tarihi anları yakalamaya çalıştım. Gordon Milne, evlatları Ali ve Metin’le sarılıp hasret giderirken Metin etrafa şöyle sesleniyordu: “Hocaya bakın ya, bizden daha fit.” Kucaklaşma bitip takım sahaya yönelirken koridor boyunca önümden giden tarihe tanıklık etmeyi yeğledim ve en arkada (bu anda çocukken Uludağ’da kamp yapan Trabzonspor, Zonguldakspor gibi takımlarla birlikte idman yerine giden tek konuk olduğum günlerin hissiyatındaydım) onları takip edip durdum. Sonrasında ‘Şöhretler maçı’ başladı, Bağış gelmişti. Birlikte Milne’in yanına gidip hatıra fotoğrafı çektirdik: Bu arada hocaya ünlü repliği “It was a hard game today”e (“Bugün zor bir maç oldu”) gönderme yaparak seslendim: “This is hard game.” Güldü ve anında birçok futbol klişesini sıraladı. Maç başladı, seyre koyulduk. Sonrasında biz de sahne aldık. Ayıptır söylemesi İsmail Er’in takımını 4-0 yendik!
Kıssadan hisse: Ali Sami Yen’i de oynama fırsatım olmamıştı ama İnönü’nün çimlerinde boy gösterdim ya, artık bu hayatta başka bir şey istemem. Nasıl derler, başta Türkiye İcra Kurulu Başkan Yardımcısı Gökhan Öğüt ve Medya Yöneticisi Uğur Sayın olmak üzere tüm Vodafone’culara bize yaşattıkları için teşekkürler!..
Paylaş