Paylaş
Yakın komşumuz Yunanistan’da 2000’lerin sonunda ortaya çıkan durgunluk, çalkantılı hayat, olumsuz mali tablolar arasında yeni bir sinema akımı filizlendi, dallanıp budaklandı ve genişledi. Bu kültürel bir canlanmanın da ifadesiydi. Panos H. Koutras, Yannis Economides, Athina Tsangari ve de Yorgos Lanthimos gibi yönetmenlere ait çoğu gerçeküstücü anlatımlara, absürt diyaloglara ve temalara sahip filmler uluslararası arenada ilgi çekmeye başladı. The Guardian gazetesinin film eleştirmeni Steve Rose onları aynı parantezde topladı ve bu ortak kümeye ‘Yunan Tuhaf Dalgası’ adını layık gördü.Yakın komşumuz Yunanistan’da 2000’lerin sonunda ortaya çıkan durgunluk, çalkantılı hayat, olumsuz mali tablolar arasında yeni bir sinema akımı filizlendi, dallanıp budaklandı ve genişledi. Bu kültürel bir canlanmanın da ifadesiydi. Panos H. Koutras, Yannis Economides, Athina Tsangari ve de Yorgos Lanthimos gibi yönetmenlere ait çoğu gerçeküstücü anlatımlara, absürt diyaloglara ve temalara sahip filmler uluslararası arenada ilgi çekmeye başladı. The Guardian gazetesinin film eleştirmeni Steve Rose onları aynı parantezde topladı ve bu ortak kümeye ‘Yunan Tuhaf Dalgası’ adını layık gördü.
Bu tanım sektörde de benimsendi. Duygusal derinliği ve sosyal taşlamaları da olan söz konusu yapıtların ekolü ‘Yunan Yeni Dalgası’ olarak da adlandırılırken içlerinden Lanthimos özellikle ‘Köpek Dişi’yle (Dogtooth, 2009) aradan sıyrıldı. Zamanla festivallerin gözdesi oldu, evrensel hikâyeler buldu, yazdı, çekti, şöhretli oyuncularla çalıştı ve en önemlisi kendini sanat filmi jürilerine, Akademi’ye ve kitlelere sevdirdi.
Otoriter bir babanın öncülük ettiği bir aile üzerinden tuhaf, çizgidışı bir öykü anlatan ‘Köpek Dişi’nin aynı zamanda hem Yunan mitolojisine (babaya ‘Zeus’ diyenler oldu) hem de ülke tarihinin diktatoryal yakın geçmişine (Albaylar Cuntası) göndermeler yaptığına dair yorumlar yapıldı. Sonrasında ‘Alpler’ (Alpeis, 2011), ‘Lobster’ (2015) ve ‘Kutsal Geyiğin Ölümü’ (The Killing of a Sacred Deer, 2017) geldi. Nihayetinde ‘Sarayın Gözdesi’yle (The Favourite, 2018) Akademi’nin de ‘gözdesi’ oldu. 10 dalda Oscar’a aday gösterildi ve filmdeki performansıyla Olivia Colman En İyi Kadın Oyuncu’da heykele uzandı. Lanthimos’un bu hafta bizde de gösterime giren son adımı ‘Zavallılar’ (Poor Things) benzer şekilde büyük bir ilgi gördü.Yorgos Lanthimos ve Emma Stone
1973’te Atina’da doğan yönetmenin babası Antonis basketbolcuydu, Pagrati BC kulübünde oynadı, yöneticilik yaptı, milli takımda da forma giydi. Yorgos da gençlik yıllarında parkeye sevdalıydı, babasının kulübünde altyapıda oynadı ve 1991-92 sezonunda A takıma çıktı. Daha sonra sinema aşkı ağır bastı, Atina’daki Stavrakos Film Okulu’nda eğitim gördü ve ilk uzun metrajı olan ‘Kinetta’yı 2005’te çekti. Kara mizahla ördüğü filmlerine genel bir çizgide zekice bir bakış hâkimdi ve daha çok bireyin psikolojik dünyasının yansıması olan travmalarıyla, yalıtılmışlığıyla ilgilendi. Seks ve şiddet sıkça uğradığı limanlardı ve distopik dünyalarda da çokça gezindi.
‘Sanat filmi’ ya da ‘bağımsız sinema’ gibi açılımların orijinal tanımı olan ‘art house’ sinemadan yola çıktı ama hafiften ‘anaakım’a kaymaya başladı. Bu dönüşümün ilk güçlü ayak sesi bence ‘Sarayın Gözdesi’ydi. Filme ilişkin yazımda da belirttiğim gibi alegorik anlatım, kökleriyle olan bağını bir nebze ayakta tutan ya da yitirmediğini gösteren en belirgin yandı. Bu cephe değiştirmenin ‘Zavallılar’da ise iyiden iyiye kıyıya vurduğu kanısındayım. Yine birtakım hınzırlıklar, ana tema olarak seksin ön plana çıkması, görselliği zengin bir atmosfer, Hollywood patentli oyuncular ama iyiden iyiye merkeze, ‘anaakım’ seyircisine seslenen, birkaç entelektüel gönderme ve sosla süslü bir metin...
Şimdi sıra Lahthimos’ta
Bu tür dönüşümleri, yani bağımsızdan popülere kaymaları sinema, kendi tarihsel sürecinde kimi yönetmenler için çokça yaşadı ve şimdi sahne sırası Lanthimos’ta.
Kişisel bir notla bitireyim: Lanthimos’un ve bağlı olduğu akımın Yunan sinemasına yeni bir soluk getirdiği muhakkak; lakin ben -biraz demode olacak belki ama- Ege’nin öteki yakasındaki sinemayı Theo Angelopoulos veya Costas Ferris gibi yönetmenlerle ve onların anlattıklarıyla önemsemeyi tercih ederim...
Paylaş