Paylaş
Şampiyonluk yarışı dahilindeki takımlara mensup oyuncuların son haftalardaki maç sonu demeçlerine bakın, neredeyse tek bir cümle var dillerde:
“Güzel oyun değil, kazanmak önemli...”
Hoş, ‘güzel oyun’a bu topraklarda rastlamak zaten çok zor bir şey ama meselenin ‘Heyecan’ tarafında her daim varız. Çünkü sistemi ayakta tutan yegâne unsur bu...
İşe bakın ki bu sezon İstanbul’un üç büyüğü bitime birkaç hafta kala bile yarışın içinde, dolayısıyla ‘Heyecan’ da hep devrede.
‘Üçlü’ içinde sezon başı kâğıt üzeri görüntü; takım iskeleti, kurgusu, kadro genişliği ve yetenekleri itibariyle ipi göğüslemesi gereken takımın (en azından bence) Fenerbahçe olduğu yönündeydi.
Bugünkü gelinen tabloda sarı lacivertlilerin yarışı bu noktalarda sürdürmesinin tek bir açıklaması olabilir; teknik direktörünün mesleki yeterliliği (ya da yetersizliği)... Lakin güzel oyunu aramadığımız bu haftalar, böylesi tespitlerin de sezon sonuna bırakılacağı bir dönemin de ifadesi.
Sadede gelirsek: Fenerbahçe son virajlar dönülürken yarıştaki iki rakibinin aksine defans güvenliğinden uzak ama bu sorunu orta saha ve ilerisinin hallettiği maçlar oynuyor. Bu görüntü dün Sivas 4 Eylül’e de hâkimdi. Ev sahibi iki kez öne geçti, sarı lacivertliler rakibi iki kez yakaladı.
ŞAMPİYONLUK DENKLEMİ
Görüntü, son haftaların Beşiktaş ve Galatasaray maçlarındaki gibi Fenerbahçe’nin de son darbeyi indirmesinin beklendiği bir mücadeleyi önümüze attı. Ve beklenen oldu: Musa, “The ‘Sow’ must go on” dedi. Bugün itibariyle ‘yakan top’ Beşiktaş’ın önünde, muhtemelen onlar da bu haftayı kayıpsız geçecek ve şampiyonluk denklemi son dört haftanın temel problemi olacak.
Dünkü karşılaşmanın belki şu tarihi notu olacaktı: Eğer Sivasspor yenseydi Sergen Yalçın teknik direktörlük kariyerindeki ‘İlk büyük’ galibiyetini almış olacaktı. Yorumculuk dönemi herkesi “O kim ki, bu kim ki?” diye doğrayan Yalçın’ın iş başa düştüğünde vasatı aşamamasını, oyunun doğasındaki adalet duygusuna mı bağlamak gerekir, bilemedim doğrusu...
Paylaş