Paylaş
Bu yüzden bu topraklarda Boca-River, Rangers-Celtic, Barcelona-Real Madrid, Liverpool-Everton rekabetlerinden farklı bir çekişme vardır ve aslında kötü olan da budur. Aynı evden iki ya da üç farklı takımı tutan çıkmasına rağmen iş sahadaki rekabete gelince aramıza çok da anlaşılamayan temelsiz bir ‘nefret’ duygusu girer aramıza. Neyse bu uzun bir tarihin kısa özetidir, bizim konumuz “Üç kupa hedefli Fenerbahçe”. Sarı lacivertlilerin bu ülkede çok sevilmesinin nedeni elbette birçok unsura dayanır ama bir bileşen daha fazla öne çıkar: Futbolun en güzelini oynayan ve en son 70’de de Dünya Kupası’nı kazanan Brezilya efektini 70’ler boyunca bu topraklarda yansıtmaya çabalama gayreti. Sambacıların geçmişteki efsanevi futbolcularından Didi’nin sarı lacivertli takıma geçmesi ve Brian Birch önderliğindeki ‘Üç sezonluk Galatasaray’ hükümranlığına son vermesi ve bunu elden geldiğince güzel futbol oynayarak gerçekleştirmesi, o dönemin miniklerini F.Bahçe’ye yöneltmişti. Lakin Didi’nin de kapısını nihayetinde bir Fenerbahçe gerçeği çaldı, Avrupa Ligi’ndeki şimdiki rakip Benfica karşısında Şampiyon Kulüpler Kupası maçında alınan 7-0’lık mağlubiyetle Brezilyalı hoca kapı önüne konuldu.
Rossi’li İtalya gibi
İlginç bir tesadüf yıllar sonra sarı lacivertliler Avrupa’daki en güzel maçlarını oynarken en büyük başarılarına da (Şampiyonlar Ligi’nde çeyrek final) yine bir Brezilyalı, Zico sayesinde ulaşmışlardı. Ama işin garibi Nisan 2013 itibariyle tarih yazmakta olan takımın başında Aykut Kocaman var ve bir zamanların efsanevi golcüsünün oynattığı futbolun Brezilya’yla uzaktan yakından ilgisi yok. Eğer bir tarif istenirse Kocaman’ın stili bence tüm zamanların en güzel Brezilyası olan, Zico’lu, Eder’li, Socrates’li 1982’nin takımını 3-2’yle eleyen Rossi’li İtalya’ya daha çok benziyor. Biliyorum, Kocaman’ın takımını birçok sarı lacivertli taraftar aslında pek de beğenmiiyor, bol gollü, önüne geleni ezen ve de mümkünse güzel futbol oynayan bir gelenek, defansı güçlü, bulduğu bir en fazla iki atan bir takımı çok da bağırlarına basmaya meyilli değil. Kim bilir belki haklıdırlar, çünkü gelenekleri böyle. Ama Kocaman’ın takımı da bir şekilde kazanmayı ve yoluna devam etmeyi sürdürüyor.
ÜÇ DEĞİL DÖRT İHTİMAL!
FUTBOL bilindiği gibi ‘Üç ihtimalli’ bir oyun (hoş bizdeki taraftar profiline göre sadece ‘Kazanmak’ diye tek bir ihtimal var ama). Ancak bu sezonki Fenerbahçe, ‘Dört ihtimalli’ bir takım olarak serüvenini sürdürüyor. Yani bu üç kupadan ya biri, ya ikisi, ya üçü gelecek ya da sezon ‘Üçte sıfır’la tamamlanacak. Mesela bu denklemde eğer ki şampiyonluk gelmezse Aziz Yıldırım döneminde ilk kez bir teknik direktör iki sezon üst üste ipi göğüslememiş olacak. Tamam geçen sezon ‘3 Temmuz’un artçılarıyla geçti ama bu sezon yaraları kapama ve şampiyonluğu elde etme sezonuydu. Şimdiki olumlu tablo olumsuza dönüştüğünde çok iyi biliyoruz ki hem bu takımdan tiraj ekmeğini yiyen yazılı ve görsel basın, hem de taraftar takımla ve teknik heyetle olan ittifakını bırakın gözden geçirmeyi, tamamen rafa kaldıracak.
Hoş bunları ifade etmek için kâhin olmaya gerek yok, ben sadece mevzuyu şuraya getirmek istiyorum, bu sezon Fenerbahçe’nin kendi ‘Sürekli kazanma geleneği’yle de hesaplaşması gerektiğini düşünüyorum. Evet, Kocaman’ın oynattığı futbol göze hoş gelmeyebilir, estetik bulunmayabilir ama stil farklı da olsa genel bir çerçevede sarı lacivertlilerin söz konusu ‘Kazanma kültürü’ne seslenir oldu ve bu oyunda sadece Fenerbahçe için değil herkes için söz konusu olan bir şiar vardır: ‘Kazanan haklıdır.’
Yönetimi bilemem ama taraftarın olası bir başarısızlıkta da ‘Kocaman’ın futbol üslubu’yla olan anlaşmasını sezon sonunda değil şimdiden uzatmaya karar vermesi gerekiyor. İster istemez o klişe meseleye getireceğim sözü, “Taraftar iyi günde değil kötü günde taraftartır.”
Gelelim işin genele yansıyan boyutuna; bu hafta Süper Lig’deki dokuz maçtan sekizi 1-0 bitti. Allahım yoksa “Bir gün herkes Fenerbahçeli olacak” sözü böyle mi anlaşıldı!..
ÖNCE KENDİN GİT!
KULÜPLER Birliği’nin son şahikasına bakar mısın? Teknik adamların bir sezonda tek bir takımda görev yapmaları konusunda görüş birliğine varmışlar. Bizim Kenan (Başaran), konuyu şöyle özetledi. “Siz Yılmaz Vural’ları, Bülent Uygun’ları bitirmek mi istiyorsunuz?” Şaka bir yana, bu bir kere hem insan haklarına hem de iş hukukuna aykırı bir şey. Bir mühendise, doktora, mimara, gazeteciye, işçiye reva görmediğin (hatta milletvekili bile partisini değiştirebiliyor) şeyi, teknik adama göreceksin. Bu aslında ‘Kazanma kültürü’nün nereye vardığının boyutları. Başarısızlıkta faturayı en kolay kime kesiyorsun, teknik adama. Koy kapının önüne, meseleyi çöz. Kulüpler Birliği’nin profili başkanlardan ama asıl olarak iş adamlarından oluşuyor; iş adamlarımızın çalışma kültürüyle nasıl bir ilişkisi olduğunu açıklamıyor mu bu tavır. Onu geç, asıl başarısızlık kimin, senin tabii ki. Madem o teknik adamı kovuyorsun, onu seçen olarak kendin de git. Her şey bu kadar basit.
Paylaş