Paylaş
Carmen vakti zamanında tıp okumak istemiş ama ataerkil yapı içinde babası kendisine izin vermemiş, o da ‘teselli armağanı’ olarak Kızılhaç’ta çalışmış emekli bir hemşiredir. Eşi Miguel ise Santiago’da bir hastanenin yönetici konumundaki doktorlarındandır. Bu orta yaşlı kadın bir sahil kasabasında deniz kıyısındaki evlerinin tadilatıyla uğraşırken hayır işleri vasıtasıyla tanıştığı rahip Peder Sánchez ondan, bir tür emanet olarak gördüğü gençle ilgilenmesini ister. Elías yaralıdır, rahibin iddiasına göre bir hata yaparak hırsızlığa soyunmuştur ve şimdilik gözlerden ırak bir şekilde saklanması gerekiyordur...
Şilili oyuncu Manuela Martelli, ilk yönetmenlik denemesi ‘1976’da ülkesinin acılı yakın tarihinde geziniyor. Son derece sakin ve bence bir ilk filme göre gayet olgun bir anlatım eşliğinde derin bir vicdan ve hafıza tazelemesi niteliği taşıyan bu yapım yerelden evrensele uzanan bir çabanın ifadesi olmuş. Hatırlanacağı gibi 1973’te Şili’nin Salvador Allende yönetimindeki sosyalist hükümeti, General Augusto Pinochet’nin düzenlediği ABD destekli kanlı bir darbeyle devrilmiş ve ülkeye, 17 yıl sürecek faşist yönetim el koymuştu. Bütün bu süreçte binlerce muhalif öldürülmüş, çok sayıda insan da ülkeyi terk etmişti. ‘1976’ işte bu kapkaranlık dönemden bir kesiti, Carmen adlı ana karakteri eşliğinde perdeye taşıyor...
SÜRÜDEN AYRILIYOR
Bilindiği üzere ‘burjuvalar’ bu gibi dönemlerde o güzelim rahat hayatlarını sürdürebilmek için seslerini çıkarmazlar, aksine çoğu da hâkim koroya katılarak gündelik düzenlerine devam eder. Ya da çok bilinen bir benzetmeyle durumu açıklayalım; ortalık yanarken onlar saçlarını taramakla meşguldürler. Carmen aslında muhafazakâr sularda gezinen bir yapıya sahip; eşi, çocukları ve torunlarıyla mutlu mesut aile tablosunu sürdürme gayretinde. Fakirler için topladığı eski kıyafetleri kiliseye bağışlıyor, görme engellilere kitap okuyor ve böylece hayırsever bir insan olmanın gereklerini yerine getiriyor. Lakin sonradan muhalif bir genç olduğunu anladığı, bakımını ve tedavisini üstlendiği Elías vasıtasıyla hayatında yeni bir koridor açılıyor.
Filmin başında o evin tadilatıyla, boya rengini seçme işleriyle uğraşırken dışarıda birilerinin gözaltına alındığına tanık oluyoruz. Bu sahne rejimin kendinden olmayanlara dayattığı gündelik faşizm uygulamasında, gözlerini yaşananlardan kaçırarak hayatlarına devam edenleri göstermek açısından önemli bir vurgu. Sonrasında bu aymaz genel kitlenin bir parçası olan Carmen’in, Elías vasıtasıyla sürüden ayrılmasını ve son derece tehlikeli sulara yelken açmasını izliyoruz.
Eski sağlıkçı, şefkatli ellerini bu kez muhalifler için kullanmaya başlıyor, evindeki kaçak devrimcinin yoldaşlarına zorlu yolculuklar sonucu (arabasıyla yola çıkıyor, izlenmemek adına sürekli otobüs değiştiriyor vs.) mesajlar taşıyor, onu güvenli bir şekilde arkadaşlarına teslim etmek için çabalıyor. Bu arada Carmen’in öykünün başından beri sürekli sigara içtiğini ve uykusuzluk halleriyle ruhsal bir çıkmazın içinde olduğu görüyoruz; bu yeni meşgale onun için hem bir ‘hayırseverlik’ hamlesi hem de ait olduğu sınıfın olup bitene karşı gösterdiği aymazlığın yarattığı suçluluk duygusunu üzerinden atabilme fırsatına dönüşüyor. Benzer bir vicdani meseleyi Peder Sánchez’de de görüyoruz; geçmişte kimi insanların hayatına mal olan hareketinin kendi yüreğinde açtığı kapanması zor yarayı, en azından Elías’ı kurtararak bir parça onarmaya çalışıyor.
‘1976’ gayet olgun bir anlatım eşliğinde derin bir vicdan ve hafıza tazelemesi niteliği taşıyor.
Manuela Martinelli, senaryosunu Alejandro Moffat’la birlikte yazdığı filminde son derece incelikli bir anlatım tutturuyor ve Carmen’in kabuk değiştirmesinin detaylarını sağlam bir öyküyle bize aktarıyor. ‘1976’nın etkileyici bir film olmasında Aline Küppenheim’ın olağanüstü performansı da önemli bir unsur. Usta oyuncu, Carmen’in ruhundaki karmaşayı, huzur arama çabasını, korku duvarları arasında gösterdiği cesareti ete kemiğe büründürmede çok başarılı. Ben görüntü yönetmeni Soledad Rodriguez’in kadrajlarını ve özellikle sahilde, dalgalar eşliğinde yarattığı görselliği de çok beğendim.
‘1976’ ülkelerine çöken faşizan karabasanlar eşliğinde sistemin bireyler üzerinde yarattığı kaos ve paranoyayı yansıtan bütün ‘siyasi içerikli’ yapımlar gibi aynı zamanda bir ‘gerilim filmi’ olma tonlarına ulaşmayı da başarıyor. Manuela Martelli, bu ilk uzun metrajıyla derdi olan sinemacı profili çiziyor ve Güney Amerika’nın acılı tarihine kendince bir katkıda bulunuyor. Bizim gibi darbelerle dolu bir geçmişin parçası olan ve çok sayıda evladını faşizmin kanlı ellerinde kaybeden bir coğrafyanın seyircileri için de anlamlı bir film ‘1976’, kesinlikle kaçırmayın.
1976
◊ Yönetmen: Manuela Martelli
◊ Oyuncular: Aline Küppenheim, Nicolás Sepúlveda, Hugo Medina, Alejandro Goic, Carmen Gloria Martinez, Antonio Zegers, Marcial Tagle, Amalia Kassai, Gabriel Urzua, Luis Cerda, Ana Clara Delfino, Elena Delfino Şili-Arjantin-Katar ortak yapımı
VE DİĞER SEÇENEKLER...
Sönmeye yüz tutmuş aksiyon yıldızlarını tekrar bir araya getiren ‘Cehennem Melekleri’ serisinin dördüncü adımında (‘Expend4bles’) teröristlerce ele geçirilen bir nükleer füze gemisinin kurtarma operasyonu anlatılıyor. Scott Waugh’un yönettiği yapımın kadrosunda Jason Statham, 50 Cent, Megan Fox, Dolph Lundgren, Tony Jaa, Iko Uwais, Andy Garcia ve Sylvester Stallone var. Haftanın menüsündeki diğer yapımlar şöyle: ‘Büyük Felaket: Asit Yağmuru’ (Acide/Yön: Just Philippot), ‘Ölümcül Dalış’ (The Dive/Yön: Maximilian Erlenwein), ‘Yasa Dışı’ (The Gemini Lounge, Inside Man/Yön: Danny A. Abeckaser), ‘Yıldız Tozu’ (Yön: Ahmet Sönmez), ‘Düet’ (Yön: İdil Akkuş, Ekin İlkbağ), ‘Kocamı Kim Öldürür?’ (Yön: Bilal Kalyoncu), ‘Huzurum Kalmadı’ (Yön: Soner Demirci), ‘Ammar 4: Cin Kavmi’ (Yön: Uğur Kaplan).
Paylaş