Sessizliğin sesi...

Çevresiyle iletişimini ‘ıslık dili’yle sağlayan genç bir kadının, karşısına çıkan bir yabancı vasıtasıyla yaşadığı değişimi ve kendisine yönelik çevre baskısına karşı verdiği mücadeleyi anlatan ‘Sibel’, özellikle başrol oyuncusu Damla Sönmez’in performansıyla dikkat çekiyor.

Haberin Devamı

Karadeniz’in doğusunda küçük, şirin, yemyeşil bir köy... Ve burada, küçükken yaşadığı bir travma nedeniyle konuşma yetisini kaybetmiş genç bir kadın; Sibel... 25 yaşında ve çok uzun yıllardır, yöreye ait eski bir iletişim biçimi olan ‘ıslık dili’yle hayatını sürdürüyor. Babasının öğrettiği bu dil, onun güncelle olan en önemli bağı... Sibel, bütün cesaretiyle ayakta durmaya çalışsa da küçük ve kapalı köy çevresi, onu çok uzun zamandır ‘öteki’leştirmiş durumda. Genç kadın kendine yönelik bu önyargıları kırmak için eski bir söylencenin peşine düşüyor: Ormanda yaşadığı söylenen devasa bir kurdu avlamak. Üstelik bu söylencenin pratikte bir karşılığı var; vakti zamanında sevdiği adamı kurda kaptıran yaşlı Narin... Ve fakat günün birinde karşısına çıkan bir yabancı (adı Ali), var olan bütün denklemlerin ayarlarıyla oynuyor. Kim kurt kim değil; kim cesur kim korkak, kim yalan kim gerçek: bu yeni durum Sibel için bir tür başkaldırışa dönüşüyor...

Haberin Devamı

Sessizliğin sesi...

SİBEL
Yönetmen: Guillaume Giovanetti, Çağla ZencirciOyuncular: Damla Sönmez, Erkan Kolçak Köstengil, Emin Gürsoy, Elit İşcan, Meral Çetinkaya, Gülçin Kültür Şahin / Türkiye-Fransa-Almanya-Lüksemburg ortak yapımı (5 üzerinden 3.5)

‘Mustang’ten çok farklı...

Çağla Zencirci-Guillaume Giovanetti ikilisinin imzasını taşıyan ‘Sibel’, uzun bir festivaller yolculuğunun ardından vizyona çıkıyor. Giresun’un Çanakçı ilçesine bağlı Kuşköy’de çekilen ve özellikle ana karakteri canlandıran Damla Sönmez’in performansıyla dikkat çeken yapım, toplumların bireysel çıkışlara ve özgürlük rüzgârlarına izin vermeyen yapısı üzerine söylencelerden de beslenen ama temel olarak modernist bir çıkış kapısını aralamaya çalışan bir öykü anlatıyor. Babasının muhtar olduğu köyde, ahalinin kendi önyargıları ve gelenekleri doğrultusunda kale almadığı ve hakir gördüğü bir kadının, kendi ayakları üzerinde yükselme çabası ve bunu, bütün toplumu karşısına alarak yapma cesareti üzerine bir film de diyebiliriz ‘Sibel’ için. Öte yandan Zencirci-Giovanetti ikilisinin yapıtına, festival buluşmaları vesilesiyle izlendiğinde kimileri tarafından ‘şematik ve içi doldurulamayan bir öyküye sahip’ türünden eleştirilerde bulunuldu ve filmin, özellikle ‘Mustang’ efektine sahip olduğu, yani Batı’ya kendisine beğendirmek mantığıyla çekildiği dillendirildi. Doğrusu ben kendi adıma bu türden eleştirilerin haklılık payı içerdiği düşüncesinde değilim. Öncelikle ‘Sibel’, ‘Mustang’le kıyaslandığında ayakları yere sağlam basan ve kendi içinde inandırıcılığını, tutarlı bir biçimde inşa eden bir yapım. Zaten filmin asıl derdi ister köy, ister mahalle, ister toplum deyin, genel bir çerçevede öteki olana, farklı olana, kendisine benzemeyene önce tepkisini gösteren, sonra da baskı ağlarını yavaş yavaş ören ve çoğul olmanın verdiği avantajla sıktıkça sıkan, giderek boğan bir modelin tasviri. Ve ‘Sibel’ bu tasviri, öykü ve sinematografik açıdan yeterli bir inandırıcılık ve atmosferle sunuyor. Evet, bir-iki yerde (özellikle köylü kadınların tepkisi kısmında) ölçü kaçıyor olabilir ama bu sahneleri de öykünün ‘gerçeküstücü’ yanları olarak kabul etmek mümkün.

Haberin Devamı

Emmanuelle Béart’a benzetmişler

Oyunculuklara gelince... Damla Sönmez, öncelikle performansıyla toplum tarafından ısrarla görmezlikten gelinmeye çalışılan Sibel’i, görünür, hissedilir kılıyor. Genç kızın yavaş yavaş bir başkaldırıya dönüşen çabasını, kendi içindeki dönüşümünü altını kalın çizgilerle çizmeden yumuşak hamlelerle perdeye aksettiriyor. Kimi Batılı eleştirmenlerin bu film dolayısıyla tanıyıp yüzü itibariyle Emmanuelle Béart’a benzettikleri Sönmez, ‘Sibel’de kariyerinin en iyi işlerinden birine imza atıyor. Ben Sibel’in babası rolündeki Emin Gürsoy’u da oyunculuk açısından çok başarılı buldum; özellikle bazı sahnelerde karakterinin sessiz öfkesini çok iyi yansıtıyor. Keza kadronun diğer isimleri Erkan Kolçak Köstengil, Elit İşcan ve Meral Çetinkaya da gayet iyiler...   

Haberin Devamı

Kendi kaderini kendi tayin eden, dayatılan öğretilere başkaldıran, kişilikli, tutarlı, vicdanlı, hakkaniyetli kadın karakterlere, sağlıklı, dengeli ve çağdaş bir toplum açısından elbette ihtiyacımız var, ‘Sibel’ bu durumu bize sinema yoluyla hatırlatan bir film. Kaçırmayın derim...

Sessizliğin sesi...

Bugün aslında hep dündü...

 Hep aynı güne, aynı ritüellere uyanmak... Bu, modern insanın zaten kaçamadığı bir zorunluluk ama Tree’nin derdi aynı zaman diliminin içinde sıkışmak ve defalarca ölüp dirilerek kendisine sunulan hayat denkleminin dışına bir şekilde çıkmanın yolunu aramak... ‘Ölüm Günün Kutlu Olsun 2’ (‘Happy Death Day 2U’), zeki öğrencilerden oluşan bir topluluğun keşfettiği ‘paralel zaman makinesi’nin içinde debelenip duran genç bir kızın, Tree’nin hayatını yeniden eski haline sokma çabalarını anlatıyor.

Haberin Devamı

Christopher Landon imzalı film, melez bir çalışma. Tree’nin gün içinde önlemeye çalıştığı cinayette zanlının taktığı maske bize ‘Scream’ (‘Çığlık’) serisini hatırlatıyor. Öykü zaten ‘Geleceğe Dönüş’ü (‘Back to the Future’) andırıyor (ki filmin karakterleri sık sık bu seriye göndermelerde bulunuyor) ama asıl adres elbette ‘Groundhog Day’ (‘Bugün Aslında Dündü’). Tree, arkadaşları Ryan, Carter, Samar ve Andrea’yla birlikte tıpkı Harold Ramis’in 1993 tarihli klasiğindeki Bill Murray gibi kendi sarmalında çabalayıp duruyor. İçine çekildiği evrende yıllar önce vefat eden annesini karşısında bulurken ait olduğu zamana döndüğünde acısıyla birlikte yaşayacağı gerçeği, onu en çok zorlayan seçim oluyor.

Haberin Devamı

Çocukluğumuzun iki güzel dizisi ‘Bonanza’ ve ‘Küçük Ev’in unutulmaz oyuncusu Michael Landon’ın oğlu Christopher Landon imzalı ‘Ölüm Günün Kutlu Olsun 2’, doğrusu pek orijinal bir film değil. Gerçi sempatik karakterlere ve kimi eğlendirici sahnelere sahip ama genel toplamda vasatı aşamıyor.     

Ölüm Günün Kutlu Olsun 2

 Yönetmen: Christopher Landon

Oyuncular: Jessica Rothe, İsrail Broussard, Yakut Modin, Phi Vu, Rachel Matthews, Suraj Sharma, Sarah Yarkin, Charles Aitken, Laura Clifton, Steve Zissis, Wendy Miklovic, Rob Mello, Sarah Bennani / ABD yapımı (5 üzerinden 2.5)

‘Organize İşler Sazan Sarmalı-Netflix’ tartışması üzerine...

‘Roma’ gibi bir örnek varken...

Sessizliğin sesi...

Malum, bir haftadır gündemde ‘Organize İşler Sazan Sarmalı’ adlı filmin vizyon turu sürerken Netflix ekranlarına taşınması var. Bu hamle beraberinde kimi tartışmaları da getirdi. Konu başlıkları filmi salonlarda gören seyircilerin kendilerini aldatıldıklarını hissettikleri ve salon sahiplerinin bu tür bir hamleyle zarara uğradıklarıydı. Yaratılan bunca toz bulutu arasında bir eleştirmen kimliğiyle, bu konunun, tıpkı ‘Mısır tartışması’ gibi sanatsal değil ekonomik olduğunu söylemem gerek. Lakin bu işlerin dünyada nasıl yürüdüğüne dair yakın tarihli bir örnekle hatırlatmak da benim için bir sinemasever borcu. Muhtemelen yarın gece Oscar’a uzanacak olan ‘Roma’, tüm dünyada 14 Aralık’ta vizyona çıktı. Filmin sahibi konumundaki Netflix son derece net bir açıklamayla herkesi bilgilendirdi: “Roma 14 Aralık’ta Netflix’te ve sinemalarda.” Filmin yönetmeni Alfonso Cuaron uzun bir süredir “Ben bu filmi sinemada izlensin, o güzelim sahnelerin tadına büyük perdede varılsın diye çektim” türünden açıklamalarda bulunuyordu. Dolayısıyla herkes filmin aynı anda salonlarda ve Netflix ekranlarında olacağını biliyordu ve seçimini buna göre yaptı. Kimse aldatıldığını hissetmedi. Sinema sevgisine, ilgisine, bir filmi ekranda ya da salonda izleme isteğine göre hareket etti. Bizde ise her şey aniden gelişti ve insanlar bir de baktı ki ‘Organize İşler Sazan Sarmalı’ ekranlarda.

Bir filmin nerede oynayacağına elbette sahipleri karar verir ama asıl muhatap ilk elden seyirci olduğuna göre ‘Roma’ örneğindeki gibi, kamuoyuna karşı şeffaf bir tutumun gerektiği aşikâr. Sonraki adımlarda bu türden bir şeffaflığın olması dileğiyle...

 Sessizliğin sesi...
‘Karlar Kraliçesi 4’

Diğer seçenekler...

Haftanın animasyonu ‘Karlar Kraliçesi 4: Sihirli Ayna’ (‘Snezhnaya Koroleva: Zazerkale’), yönetmen olarak Robert Lence-Aleksey Tsitsilin ikilisinin imzasını taşıyor. ‘Döndüm Ben’i Ömer Faruk Yardımcı yönetmiş, oyuncular Ayhan Taş, Sadi Celil Cengiz, Burak Satıbol ve Dost Elver. Başrollerini Rafael Cemo Çetin, Mine Kılıç, Ahmet Yıldırım ve Sinan Sicimoğlu’nun paylaştığı ‘New York in New York’u Muammer Koçak ve Serdar Gözelekli ikilisi yönetmiş. Haftanın yerli seçeneklerinden ‘Tez: 13. Gece’ Taylan Işıklar imzasını taşıyor, oyuncular Benan Kılıç, Fulya Işıklar ve Hüseyin Yaman. Çin filmi ‘Git Be Abi!’yi (‘Go Brother!’) Fen-fen Cheng
yönetmiş, başrolleri ise şu iki isim, Yuchang Peng ve Zifeng Zhang paylaşıyor.

 Sessizliğin sesi...
‘New York in New York’

ELEŞTİRMENLER ZİRVESİ
Türkiye’nin en iyi sinema yorumcuları haftanın filmlerini değerlendiriyor...

 Sessizliğin sesi...

Yazarın Tüm Yazıları