Paylaş
Galatasaray, ‘UEFA Kupası Şampiyonu’ olarak belki de kendi coğrafyasından başka bir takımın erişemeyeceği bir unvana uzanıyordu. Bu başarının ardında Fatih Terim vardı ve yönetim, yeni bir geleceğe doğru onunla birlikte emin adımlar atmanın planları içindeydi. Ve fakat Terim, bu hayalleri bir anda yok etti, “Kusura bakmayın, ben Fiorentina’yla anlaştım, İtalya’nın yolunu tutuyorum” dedi. Hiçbir açık kapı bırakmamıştı...
CECCHI GORİ, CANAYDIN
BU tavır, hocanın karakterinde yatan otoriteye karşı başkaldırışın ilk çarpıcı göstergesiydi. Çok değil, altı ay sonra başarılı bir dönem yaşattığı Fiorentina’yı terk ederken de bu kez problem yaşadığı otorite, kulübün sahibi Cecchi Gori’ydi. Tıpkı Galatasaray-Fiorentina değişiminde olduğu gibi, geleceğe doğru adım atmak için önemli bir gerekçesi vardı: Milan Teknik Direktörlüğü!.. Lakin geleneği son derece köklü Milan’da, Terim’in eski alışkanlıkları kısa sürede sorun yaratıyor; zaman zaman kendisine çizilen profesyonel rol tanımının dışına çıkması, başta emektar futbolcular olmak üzere, çeşitli isimlerden tepki alıyor ve iki taraf için de umutlu başlayan macera çok kısa sürüyordu.
Bir süre bekledi, ‘rahmetli’ Özhan Canaydın’ın çok da mantıklı olmayan ‘Lucescu out, Terim in’ hamlesiyle tekrar sarı kırmızılı takımın başına geçti. Fakat ‘Aynı suda ikinci kez yıkanmak’ bekleneni vermedi; takım bir türlü ritm tutturamıyor, panik halde yapılan yanlış transferler (bkz. Ali Lukunku) üst üste geliyor ve Canaydın’ın suratı asılıyordu. Çatışma medyaya yansımadan yollar ayrıldı.
HASAN DOĞAN, ÖZGENER...
MAHMUT Özgener, Terim’in çok eski arkadaşıydı. Onun Fiorentina’yı çalıştırdığı dönemde, İzmir’den kalkıp Floransa’ya dostunu desteklemek üzere maç seyretmeye giderdi. 2005 yazında Milli Takım’da Ersun Yanal dönemi noktalandığında, Terim’in göreve getirilmesinde Özgener’in de payı olmuştu. Aynı yılın kasım ayında, Dünya Kupası yolunda son dönemeç olan play off serisinin İstanbul ayağındaki randevu tarihe ‘İsviçre rezaleti’ olarak geçip, nihayetinde Milli Takım ve bazı oyuncular ceza alırken teknik patron Terim, süreci kazasız belasız atlattı!.. Peşi sıra Euro 2008’deki ‘Avrupa üçüncülüğü’ unvanı eleştirileri susturdu, deneyimli teknik adamın elini bir kez daha güçlendirdi. Bu arada Hasan Doğan’ın vefatıyla federasyon başkanlığı koltuğuna yardımcısı Özgener oturdu. Yeni başkanı, eski dostuydu artık... Amma velâkin Terim için otoriteyle çatışmadan iş yapmak kolay değildi ve Özgener’le de arasında sürtüşmeler başlamıştı. Dünya Kupası 2010 bileti alınamayınca kontrat yırtıldı. Üstelik bugün iki tarafın da anımsamak istemediği tatsız sahnelerle!..
AYSAL, DEMİRÖREN...
ÜNAL Aysal, Galatasaray’da bir anlamda ‘tepki oyları’nın başkanıydı. Adnan Polat’la geçen başarısız sezonların ardından camia Aysal’ı başa geçirirken, teknik direktörlük için de Terim seçeneğinde karar kılındı. Aysal için bu dünya fazlasıyla değişikti. Sertti, hırçındı, dalgalıydı ve kendi iş hayatının doğruları açısından, tuhaflıklar barındırıyordu. Terim’in her şeyin sorumlusu olma isteği, Batılı bir yönetim anlayışı için fazla Doğulu’ydu. Nitekim başkan, önce yanlardan filizlenen mesela Abdurrahim Albayrak gibi dalları kırdı. Meseleyi herkesin anlayacağı dille anlatabilmek için de ‘eleman’ sözcüğünü telaffuz etti. Ama camia da, uluslararası futbol kamuoyu da Terim’i tanıyor ve saygı gösteriyordu. Üstelik takım kazanıyordu; hem kendi liginde, hem Avrupa arenasında. Başarılara rağmen başkan ile teknik direktör arasındaki ‘usul çatışması’nın herkes farkındaydı, işler yolunda gittiği için sorunlar erteleniyordu.
Tüm bunlar yaşanırken Milli Takım iki büyük organizasyonu (Dünya Kupası 2010 ve Euro 2012) ıskaladıktan sonra üçüncüye de katılamamanın eşiğine gelmişti. Eski bir futbolcu olan Tayyip Erdoğan’ın ülkesinin takımı uzun süredir dünya sahnesinde yoktu. ‘Tribünlerde siyaset istemeyen bir iktidar’ın başbakanı anında topa girdi, Milli Takım’ın hocasını seçti. Pratik bir çözüme gidildi: Nasıl ki Terim, Dünya Kupası 2006 elemelerinde gelmiş ve son üç maçta en azından play-off hakkını kazandırmıştı, aynı başarı aynı isimle bir kez daha tekrarlanabilirdi. Boşta Denizli, Güneş, Kocaman gibi isimler varken, geçmiş deneyimin gölgesine sığınıldı. Doğrusu, Terim’e de kızmak mümkün değil, emir büyük yerden!
ERDOĞAN VE DEMİRÖREN
BU son operasyonla, geçmişte AB karması maçında paslaşmış Erdoğan ile Terim’in dostluğu bir kez daha perçinlendi. (Hoş Terim siyasetçileri sever. Geçmişte de en yakın dostlarından biri Mehmet Ağar değil miydi? Lakin Erdoğan’la yakınlığının daha farklı bir boyutta olduğu kanısındayım). Peki ünlü teknik adam otoriteyle tekrar sorun yaşar mı? Kısa vadede böyle bir problem beklemiyorum. Zaten muhatabı konumundaki Demirören’e rağmen koltuğa oturdu. Üstelik Demirören, canının derdinde, ‘kurtarıcı’ olarak sarılacağı Terim’e mi sorun çıkartacak? Elbette hayır... Kişisel kanaatimi sorarsanız bizim Dünya Kupası yolunda yer aldığımız gruptan çıkmamız çok zor. Romanya karşısında alınacak bir beraberlik bile havlu atmamız anlamına geliyor. Böyle bir sonuçta kimse Terim’i sorumlu tutamaz. Sonrasında yol açık. Euro 2016’ya katılmak zor değil çünkü format değişti, organizasyon 24 takımla oynanacak. Dolayısıyla iktidar da, Terim’li Milli Takım’ın uzun süre kamuoyunu oyalayacağı görüşünde olsa gerek.
Ya işin G.Saray boyutu? Aysal, renk vermiyor ama olayların bu şekilde ani gelişiminden ve ‘eleman’ını paylaşmaktan memnun olduğunu sanmıyorum. G.Saray’ın Şampiyonlar Ligi’nde geçen sezonki gibi kolay bir gruba düşmemesi durumunda işler sarpa sarabilir. Avrupa’da erken tökezleme Terim’in konumunun sıkça tartışılmasına yol açar ve krizi derinleştirir. Üstelik bu ‘ikili görev’in, her dem kaosa yatkın futbol ortamımızda yol açacağı problemler o kadar çok ki! Milli kadroya çağırılan-çağırılmayan oyuncular, sakatlıklar, Terim’in lig maçlarında hakemlerle ilişkisi (geçen yılki gibi bir ceza aldığını düşünün!)... Bunların hepsi tartışmayı büyütecek, çatışmaya dönüştürecek.
Ancak karşımızda yıllardır tartışılmaktan hoşlanan, çatışmalardan beslenen bir futbol adamı var. Şimdilik, “Her şeyi zaman gösterecek” demekten başka çaremiz yok.
Paylaş