Paylaş
James O’Barr’ın grafik romanından 1994’te sinemaya uyarlanan ‘The Crow’ (bizde ‘Ölümsüz Aşk’ adıyla gösterilmişti) tuhaf bir trajediyi de beraberinde taşımıştı. Çok genç yaşta hayata veda eden ve az sayıdaki filmiyle efsaneleşen Bruce Lee’nin ana karakteri canlandıran oğlu Brandon Lee çekimler sırasında kazara vurularak ölmüştü. Sahnelerin çoğu tamamlanmıştı, birkaç bölüm de bilgisayarda halledildi ama asıl mesele adeta Lee ailesinin üzerine çöken lanetin bir kez daha kapıyı çalmasıydı. Baba Bruce hayatını kaybettiğinde 32 yaşındaydı, oğlu Brandon da 28 yaşında yaşama veda etmişti.
Kendisi öldürülen, sevgilisi de tecavüz edilerek öldürülen rock’çı Eric Draven’ın bir karga yardımıyla doğaüstü güçlerle donanarak geriye dönüp intikam almasını anlatan bu çalışma hem setteki acı olay hem de zaman içinde kazanılan değerle birlikte hafiften ‘kült film’ statüsüne yükseldi. Sonradan asıl olarak ‘Gizemli Şehir’le (Dark City) tanınan ve görselliğe ne kadar hâkim olduğunu kanıtlayan Alex Proyas imzalı bu yapım, ‘Blade Runner’ı (Ridley Scott’ın orijinal filmini kastediyorum) hatırlatan, sürekli yağmurun teslim aldığı bir kent dokusu eşliğinde, alabildiğine karanlık bir yapıttı. Kimilerince ‘Batman’in Gotham’ını da çağrıştıran atmosferiyle bu ilgi çekici intikam öyküsü ‘gotik’ tarzda bir çalışma olarak zihinlerde yer buldu.
30 yıl sonra tekrar aynı öykü, kimi farklı dokunuşlar eşliğinde yeniden karşımızda. Yönetmenliğini ‘Pamuk Prenses ve Avcı’ (Snow White and Huntsman), ‘Ghost in the Shell’ gibi çalışmalarıyla tanınan Rupert Sanders’ın üstlendiği, senaryosunu da Zach Baylin-William Josef Schneider ikilisinin kaleme aldığı bu yeniden çevrimde, ana karakterler Eric ve Shelly’nin tanışma faslına (iki uyuşturucu müptelası genç, bir rehabilitasyon merkezinde birbirlerini fark ediyorlar) kadar uzanılmış, sonrasında onların yok edilme safhası ve Eric’in, Shelly’yi yeniden faniler arasına göndermek üzere ‘öbür dünya’da yaptığı anlaşma anlatılmış. İlk ‘The Crow’daki atmosfer görsel açıdan elbette tekrar kurulmak istenmiş, yine karanlık bir arka plan var. Ama o filmde Eric intikamını kendilerini yok eden birkaç kişiden alıyordu, bu kez ‘şeytani’ kötü adamın emrinde mafyavari bir yapılanma ve adeta koca bir ordu var neredeyse. Eric de acımasızca intikamını alırken karşısına çıkan herkesi öldürüyor, hatta doğruyor...
‘Ölümsüz’ (ilkindeki ‘Aşk’ takısı atılmış) Türkçe adıyla gösterime giren yeni adımda Brandon Lee’nin rolünü Bill Skarsgård üstlenmiş, Shelly’de de İngiliz şarkıcı, söz yazarı, dansçı ve oyuncu FKA twigs’i izliyoruz. Öykünün kötüsü Vincent Roeg’daysa Danny Huston karşımıza geliyor. Bill Skarsgård, Eric’te sırıtmıyor, karakterine taze bir soluk katıyor ama elbette Brandon Lee’nin yarattığı hava, heybet vs. kendisinde ne yazık ki yok ya da bana öyle geldi diyeyim. Doğrusu ilk filmin ışıldayan ismi Eric-Shelly ikilisini öldüren çetenin elebaşına hayat veren, yüz yapısı itibariyle Amerikan sinemasının en ilginç simalarından biri olan Michael Wincott’tı. Yeni versiyonda aynı pozisyonda karşımıza Danny Huston çıkıyor; efsanevi yönetmen John Huston’ın oğlu bu rolde gayet iyi ama Wincott’ın karizmasının onda olmadığı kesin.
‘The Crow’da Bill Skarsgard Eric Draven’ı, İngiliz oyuncu FKA twigs de sevgilisi Shelly’yi canlandırıyor.
OPERADA ŞİDDET RESİTALİ
‘Aşk için her şey yapılır’ türünden bir motivasyon eşliğinde (ki orijinal afişinde ‘Gerçek aşk asla ölmez’ diye bir cümle var) sevdiğini kurtarmak adına kendisini kurban eden Eric’in hikâyesini anlatan bu hamle, ilkine göre çok çok daha fazla aksiyon, kan ve şiddet içeriyor. Ana karakterin intikamı uğruna karşısına çıkan herkesi yok ettiği sahneler üzerinden bu yeniden çevrim ‘The Crow’un günümüz sinemasında sayıları giderek artan ‘John Wick’ler kervanı’nın taze bir üyesi olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Filmin doruk noktası olan ‘opera sekansı’nda ölenlerin yekûnu hatırı sayılır bir rakama ulaşıyor. Bu arada ‘opera eşliğinde aksiyon’ kategorisinde Coppola’nın ‘Baba 3’ü sanki giriş filmiydi, James Bond’un ‘Quantum of Solace’ı vites yükseltici bir adımdı, ‘Ölümsüz’ ise ‘operada şiddet resitali’ tadına ulaşıyor; bu bölüm filmin zirvesi niteliğinde.
Sonuçta 2024 model ‘The Crow’ görselliği güçlü, şiddet çıtası yüksek, ilki kadar ‘gotik’ bir hava taşımasa da atmosferi itibariyle çekici bir yapım olmuş; bu tür filmlerden hoşlanıyorsanız kaçırmayın derim.
Bu arada iki film için söylüyorum; ana karakterin yüzünde elbette bir ‘Joker’ tadı var ama iyilerin safında olan cinsten! Öte yandan şükür ki bu kez ilkinde olduğu gibi sette bir trajedi yaşanmamış. Sinema sektörünün etkili dergisi ‘Variety’de çıkan bir habere göre yönetmen Rupert Sanders filmin çoğu Prag’da gerçekleştirilen çekimlerinde ilk günden itibaren güvenliğe çok önem verdiğini ve sette Airsoft tabancalar (Airsoft oyununda kullanılan, gerçeğe benzeyen sahte silahlar) kullanıldığını belirtmiş.
ÖLÜMSÜZ
◊ Yönetmen: Rupert Sanders
◊ Oyuncular: Bill Skarsgård, FKA twigs, Danny Huston, Josette Simon, Laura Birn, Sami Bouajila, Karel Dobry, Jordan Bolger, Sebastian Orozco, David Bowles, Isabella Wei
İngiltere-Fransa-ABD ortak yapımı
VE DİĞER SEÇENEKLER
◊ Davetlerde garsonluk yapan Frida bir etkinlikte teknoloji milyarderi Slater King’le tanışır. İkili birbirinden çok etkilenir; zengin işinsanı Frida’yı rüya gibi bir tatil için özel adasına çağırır. Başta her şey çok iyi giderken sonrasında işler tuhaf bir hal almaya başlar... Zoë Kravitz’in yönettiği ‘Gözlerini Kırp’ın (Blink Twice) kadrosunda Naomi Ackie, Channing Tatum, Alia Snawkat, Christian Slater, Simon Rex, Adria Arjona, Haley Joel Osment, Liz Caribel, Levon Hawke, Trew Mullen, Geena Davis, Kyle MacLachlan ve Cris Costa gibi isimler var.
◊ Haftanın menüsündeki diğer yapımlarsa şöyle: ‘The Hunted’ (Yön: Louis Lagayette), ‘Lavinya’ (Yön: Can Varol), ‘Ben Babayım’ (Yön: Murat Uygur), ‘Hançer’ (Yön: İbrahim Vurmaz ve Kenan Yeşil dağ), ‘Mahşerin Üç Polisi’ (Yön: Hüseyin Eleman), ‘Tilki ve Tavşan: Orman Macerası’ (Fox&Hare: Save the Forest/Yön: Mascha Halberstad). Öte yandan Hayao Miyazaki’nin 2001 tarihli klasiği ‘Ruhların Kaçışı’ (Spirited Away) da bu hafta tekrar vizyona giriyor.
Paylaş