PaylaÅŸ
Han Solo, Chewbacca, Prenses Leia gibi klasik karakterlere eklenen Rey, Finn ve Poe Dameron gibi yeni tiplemelerle film, serinin eski kuÅŸak hayranlarını fazlasıyla tatmin edecek nitelikte. Â
Â
Vakti zamanında, yakın dostu Steven Spielberg’le sinemanın yaşını küçülttüğü ve seyircinin algı çıtasını çocuksu zevklerle donattığı iddia edilen George Lucas’ın ünlü serisinin ilk filmi ‘Star Wars’, 1977’de çekilmişti. Peşi sıra gelen ‘The Empire Strikes Back’ (1980) ve ‘Return of the Jedi’yla (1983) birlikte dönemin sinemaseverleri perdede western, tarihi aksiyon, bir parça Doğu mistisizmi, bir parça demokrasi savaşı derken temelde uzayda geçmesine rağmen klasik iyi ve kötünün mücadelesine sahip upuzun bir öyküyü izleyip durdu. Lucas, Spielberg gibi farklı konulara el atacak bir kabiliyete ve vizyona sahip değildi; zaten yönetmen kimliğinden çok yapımcı özellikleriyle öne çıkıyordu ve sisteme bir pazarlama dâhisi olarak hizmet etti. Ve en önemlisi, kendi yarattığı bu özel ‘Star Wars’ evreninin ne kadar çok sevildiğini fark ederek, elindeki bu tek ve nadide ürünü hayatı boyunca farklı formatlarla sahaya sürüp durdu.
Nihayetinde öykünün en başına gitmek suretiyle seriye üç yeni halka daha ekledi: ‘The Phantom Menace’ (1999), ‘Attack of the Clones’ (2002) ve ‘Revenge of the Sith’ (2005). Bu hamle, Lucas’ın yarattığı dünyayı yeni sinemasever kuşaklarla buluşturmak olarak düşünülse de bir yanıyla tişörttü, posterdi, oyuncaktı, hediyelik eşyaydı, bilgisayar oyunuydu, oydu buydu derken yan ürünlerle yeni pazarlar yaratmanın da ifadesiydi.
Ve geliyoruz 2015’e... ‘Star Wars evreni’nde bir kez daha yeni bir sayfa açılıyor... Son adım olan ‘Revenge of the Sith’in 2005’te çekildiği düşünülürse yeni ve taptaze bir kuşağın hedef alındığı söylenebilir; zaten halihazırda onca hayran kitlesi var; dolayısıyla bu yeni serinin ekonomik olarak son derece doğru bir hamle olduğu gün gibi aşikâr. Peki ilk adım niteliğindeki ‘Güç Uyanıyor’ (‘The Force Awakens’) nasıl olmuş, meseleyi sinemasal
yanlarıyla da masaya yatıralım:
Film, kronolojik açıdan ‘Return of the Jedi’ sonrası bir zaman diliminde geçiyor. ‘İlk Düzen’ adı altında kurulan yeni dünya nizamında sistem, kaçak konumundaki Luke Skywalker’ı aramaktadır. Öykü bu arayış etrafında biçimlenirken devreye artık yaşını başını almış Han Solo ve yardımcısı Chewbacca giriyor. Öykünün yeni karakterleri isyankâr kız Rey, direnişçilerin yetenekli pilotu Poe Dameron, ‘İlk Düzen’e başkaldıran eski ‘Stormtrooper’ Finn; Solo’nun yanında mücadeleye soyunuyor. Bu arada ‘Direnişçiler’in başına geçen Prenses Leia da varlığını hatırlatıyor. Kötüler safının yenileri olarak da ‘İlk Düzen’in başındaki ‘Yüce lider’ Snoke’u ve doğaüstü güçlere sahip Kylo Ren ön plana çıkıyor...
Â
Hitler’e gönderme
Â
Yaş, kuşak, bakış açısı, sinemasal zevkler gibi farklı nedenlerle ‘Star Wars’ serisine bakış ve sevda, kuşkusuz kişiden kişiye değişir. Naçizane bendeniz, muhtemelen ilk göz ağrısı olması nedeniyle ilki 1977’de çekilen öncü serinin sevdalısıyım. İkinci üçlüyü hem zorlama bulurum hem de asıl olarak seriden yeni bir ekonomik fayda elde etme adına yapılmış filmler olarak görürüm. Lakin ideolojik açıdan serinin ilk hamleleri ‘Soğuk Savaş dönemi’nin reflekslerine sahiptir. Zamanında çok yazılıp çizildiği üzere ‘Darth Vader ve şürekâsı’, aslında Sovyetler Birliği göndermeleriyle dolu bir kötülüğün tasviridir. İkinci üçlüde ise çok derin olmasa da sosyolojik okumalarda dönemin Amerikan başkanının işaret edildiğini fark ederiz; kötülüğün, yüzeysel de olsa tarifinde parmaklar George W. Bush’u gösterir.
‘Yedinci adım’ niteliğindeki ‘Güç Uyanıyor’ üzerinden sosyolojik okuma yapmak için (Kylo Ren’in ‘İlk Düzen’ ordusuna hitap ettiği sahne, Hitler’in 1934’te Nürnberg konuşmasındaki görüntülerini andırıyor, bir de ilk kez ‘siyahi’ bir karakter öne çıkıyor) vakit henüz erken gibi görünüyor. Ama sinemasal erdemler açısından film, sanki bizi en başa, ‘Star Wars’ atmosferine döndürüyor. Kamera arkasına geçen J.J. Abrams bilindiği gibi ilk olarak popüler TV dizisi Lost’la tanınan bir sinemacı (yapımcı ve yönetmen olarak). Uzun metraj sahasında ise ‘Görevimiz Tehlike III’le birlikte eski bir TV dizisi olan ‘Uzay Yolu’nun (ki bizim kuşak için ‘Star Wars’tan önce o vardı) iki sinema uyarlamasına yönetmen olarak imza attı. Yani eski değerlerin kıymetini bilen ve onları yeni sinemasever kuşaklarla buluşturan bir sinemacı. ‘Güç Uyanıyor’ da bu mantığın yeni bir uzantısı olmuş. Film atmosfer, karakterler, anlatım, öncelikler vs. açısından serinin ilk üç adımına hem bir saygı duruşu hem de o ‘ruh’u bugünlere taşıma çabasına dönüşmüş. Bence ‘Güç Uyanıyor’un takdir edilmesi gereken en önemli yanı bu. Kuşkusuz böylesi bir alkışın en önemli yanı, benim serinin ilk üç bölümüne duyduğum sevgi saygı; bu bölümleri arkaik, tavan arasına atılmış tozlu anılar, demode bir sinemasal çaba olarak nitelendirebilecek seyirci profili ‘Güç Uyanıyor’da aradığı aksiyonu ve dinamizmi bulamayabilir, naçizane uyarırım.
Â
Yine ‘Freudyen’ durumlar...
Â
Ve oyunculuklar... Han Solo’da Harrison Ford, ‘Ustalara Saygı’ kabilinden karşımızda. Yeni karakterlerden Rey’de Ä°ngiliz oyuncu Daisy Ridley, ‘Mad Max: Fury Road’dan fırlamış bir karakter gibi dururken oyuncu, yüzü ve vurguları itibariyle Keira Knightley’yi fazlaca andırıyor. Finn, ‘Star Wars’ serisinde en ön plana çıkan ilk siyahi aksiyon kahramanı olarak tarihe geçerken bu rolde John Boyega gayet iyi oynuyor. ‘Coen Biraderler’in ‘Inside Llewyn Davis’iyle yıldızı parlayan Oscar Isaac, direnişçi pilot Poe Dameron’da ‘Star Wars evreni’ne dahil oluyor. Keza yine ‘Inside Llewyn Davis’ten hatırladığımız Adam Driver da ‘Yeni neslin Darth Vader’ı Kylo Ren’de filmin yıldızı oluyor. Sanırım serinin sonraki halkalarında ona sıkça rastlayacağız. Bir de R2D2-C3PO robot ikilisinin (ki onlar da yine ‘Ustalara Saygı’ kontenjanından karşımıza çıkıyor) yerine öyküye dahil olmuÅŸ izlenimi veren ‘BB-8’den bahsedelim. ‘Wall-E’yi hatırlatan bu minik robot (yani ‘Droid’), ‘Güç Uyanıyor’da ‘Gönüllerin yıldızı’ oluyor. Sanırım filmin popüler kültüre en önemli armaÄŸanı ‘BB-8’ olacak. ‘Yüce lider’ Snoke ise bence en zorlama karakter olmuÅŸ. Andy Serkis’in (namıdiÄŸer ‘Gollum’) canlandırdığı bu tipleme, özellikle ‘proporsiyon’ olarak pek oturmamış.Â
Sonuç? Yine kimi Freudyen öğelere göz kırpan ve ‘Gücün karanlık tarafı’na geçişi yine ‘Baba-oğul’ ilişkisi üzerinden tanımlayan ‘Güç Uyanıyor’, seriye sanki ‘Retro’ tadı katmış ve en çok da bu yönüyle ön plana çıkmış. Öyküde kuşkusuz cevapları olmayan kimi sorular ve olaylar var; sanırım bütün bunlara ilişkin doyurucu açıklamaları ve ‘Kim, neden öyle olmuş’ların karşılıklarını sonraki adımlarda
bulacağız. Bekleyelim görelim...   Â
ESKÄ° DOSTLAR
Â
‘Güç Uyanıyor’, bizi yeniden Han Solo ve Chewbacca’yla buluşturuyor (üstte). Alttaki sahne Hitler’in 1934’teki Nürnberg konuşmasını hatırlatıyor.
‘Yeni neslin Darth Vader’ı
‘Ulu lider Snoke’un sağ kolu konumundaki Kylo Ren, metalik sesi ve gizemli maskesiyle ‘Yeni neslin Darth Vader’ıdır adeta. Elinde özel tasarım ışın kılıcıyla o da gücün karanlık tarafına hizmette sınır tanımaz.
  Â
Pek sempatik kerata
‘Güç Uyanıyor’un yeni karakterlerinden BB-8, filmin en dikkat çekici figürlerinden. Farklı tasarımıyla hemen göze batan bu minik Droid, ayak altında dolaşan yaramaz ve şefkate muhtaç bir çocuk gibi geliyor insana. Kendisri hem sıkı bir ‘direnişçi’, hem de pilot Poe Dameron’un en
önemli sırdaşıdır.
Yalnız ve cesur
Jakku gezegeninin çöllerinde dolaşıp gemi enkazlarından parçalar toplayıp satan ve böylelikle karnını doyuran cesur, genç ve yalnız bir kızdır Rey. ‘BB-8’i bir baÅŸka çöpçünün elinden kurtarır ve bir ÅŸekilde o büyük serüvenin önemli parçalarından biri haline gelir.Â
STAR WARS: GÜÇ UYANIYOR
Yönetmen: j.j. Abrams
Oyuncular: Harrison Ford, Mark Hamill, Carrie Fisher, Adam Driver, Daisy Ridley, John Boyega, Oscar Isaac, Lupita Nyongo, Andy Serkis, Domhnall Gleeson, Anthony Daniels, Peter Mayhew ile Max von Sydow ABD yapımı
Â
Yılbaşında yalnız gezen yıldızlar...
Â
Â
Malum, yılbaşılar hesaplaşma fırsatı sunar. Bu duruma Charles Dickens, ta 1843 tarihli ‘A Christmas Carol’ adlı romanıyla dikkat çekmişti. ‘Modern zamanlar’da sinemaya defalarca uyarlanan metinde hatırlanacağı gibi Noel öncesinde hayaletler vasıtasıyla yüzleşme yaşayan merhametsiz bir yaşlının hikâyesi anlatılır. Keza sinema tarihinin en ünlü ‘Yılbaşı filmi’ olarak anılan ‘It’s A Wonderful Life’ da, Frank Capra’nın iyimser tarzıyla süslü bir başka hesaplaşma hikâyesidir. Ama iş günümüz sinemasına gelince bu yalnızlık ve hesaplaşma öyküleri, çok yönlü bir trafiğin parçasına dönüşür. Çünkü artık şimdiki zamanın insanı ‘A Cristmas Carol’ın kahramanı Scrooge kadar kötü değildir ama onun kadar yalnızdır ve şefkate muhtaçtır.
Haftanın mönüsünde yer alan ‘Mutlu Yıllar’ (‘Love the Coopers’), çok karakterli bir yılbaşı öyküsü anlatıyor. Bu farklı karakterleri birleştiren ana gövde ise 40 yıllık bir evliliğin kahramanları Charlotte ve Sam çifti. Film, farklı mekân ve öykülerle ilerlerken nihayetinde bütün derdin mutlu bir Noel masasında birleşmek olduğu aşikâr. Yaşlı çiftte Diane Keaton-John Goodman ikilisini izlerken diğer yan karakterlerde Olivia Wilde, Amanda Seyfried, Alan Arkin, Marisa Tomei, Ed Helms (sanki ‘Vacation’daki rolüne devam etmiş gibi), Jake Lacy gibi isimlere rastlıyoruz. Öyküyü bize aktaran sesin
sahibi ise Steve Martin.
‘I am Sam’le hatırladığımız Jessie Nelson’ın imzasını taşıyan ‘Mutlu Yıllar’, Jodie Foster’ın ‘Home for the Holiday’iyle Richard Curtis’in ‘Love Actually’sine yakın duran bir yılbaşı filmi. Ama onlar kadar etkileyici olmadığı kesin. Yine de kimi hüzünlü ve
komik anlarıyla izlenmeye değer.
Â
MUTLU YILLAR
Yönetmen: Jessie Nelson
Â
Oyuncular:
John Goodman,
Diane Keaton,
Olivia Wilde,
Amanda Seyfried,
Ed Helmes,
Alan Arkin,
Marisa Tomei
ABD yapımı
Â
DİĞER SEÇENEKLER
Â
-Mutluluk arayışındaki orta yaşlı bir kadının öyküsü. Çağan Irmak imzalı ‘Nadide Hayat’ta başrolleri Demet Akbağ ve Yetkin Dikinciler paylaşıyor.
-‘Ma Ma’ göğüs kanserine yakalanan bir öğretmenin hikâyesini anlatıyor. Yönetmen Julio Medem, oyuncular Penelope Cruz ve Luis Tosar.
-Alper Yıldırım imzalı
‘Gassal’ haftanın yerli gerilimi.
PaylaÅŸ