Paylaş
Trabzonspor bu ülke futbolunun, ‘devrim’ niteliğinde hamlelere soyunmuş çok önemli bir rengidir. Malum ‘Üç Büyükler’ hegemonyasıyla örülü bir evrende 70’lerin ortasında kendi değerleriyle (bu hem teknik kadro, hem de oyuncu profilleri açısından geçerli bir tanımlamadır) birlikte zirve yarışına girmiş ve çok kısa bir sürede, muazzam başarılara imza atmıştır.
İklim değişti
Lakin artık içinde bulunduğumuz iklim, 70’lerin çok uzağındadır; ‘Endüstriyel futbol’un tanımları tümüyle bu yakada da kendisini var etmiştir, ‘İstanbul’un büyükleri’yle baş etmek eskisinden çok çok zordur. Yazılı ve görsel medya ‘arz-talep ilişkileri’ bakımından ‘Merkez’e odaklanmıştır, yerli oyuncular için İstanbul takımları son derece cezp edicidir, ayrıca ‘Payitaht’, her türlü zenginliğiyle yabancı futbolcular için de çekicidir vs...
Kupa ısrarı sürüyor
Trabzon gibi eskinin büyüğü, her sezon ‘şampiyonluk’ parolasıyla yola çıkarken işte tüm dezavantajlara karşı da mücadele etmek durumundadır. Dolayısıyla son ana kadar sürdürülmüş ama finişte kaybedilen yarışın etkisi, rakiplerine göre bordo mavili camia için yıpratıcı olmaktadır. Karadeniz ekibi en son 2010-11 sezonunda böyle bir yarışın içindeydi, ipi F.Bahçe göğüsledi, akabinde 3 Temmuz 2011’de ‘Şike soruşturması’ patladı ve işler karıştı. Malum süreci birlikte yaşadık, henüz son nokta konulmasa da eni konu işin rengi belirgin. F.Bahçe tarafı bütün bu yaşanılanların ‘Cemaat ve hükümet kaynaklı bir komplo’ olduğu kanısında, Trabzon ise haksızlığa uğrayan taraf kimliğiyle bir an önce kupasının verilmesi ısrarında.
İNCE AYAR OLMAYINCA
TÜRKİYE’deki iktidar yapılanması ‘Her şeye devletin el atması’ şeklinde bir bilinçaltına sahip olduğu için, mesela Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın “Kupanın Trabzon’a gelmesi için ince ayar yapıyoruz” açıklaması bordo mavili camia için bir umuda dönüşmüştü. Lakin gelinen noktada böyle bir çalışmanın olmadığı (ki olması da tuhaftı) gün gibi aşikâr. Öte yandan yakında UEFA, CAS üzerinden bu konudaki son kararını verecek ve bu karar öncesinde, hükümetin en üstünde yer alan kişi yani Başbakan Erdoğan geçen hafta UEFA’ya eski tezleri üzerinden bir kez daha seslenerek “Kişilerle kurumları ayırın” dedi. Bunun teorideki anlamı şuydu; eğer ‘Şike yapmakla suçlanan kulüpler varsa faturayı onlara değil yapanlara kesin. Pratikteki anlamı ise “F.Bahçe’nin kupası F.Bahçe’de kalır, Trabzon’a da bir şey verilmez.”
İktidara yakın duruyor
Kartlar bu denli kesin şekilde dağıtılmışken, bordo mavili camianın başına geçen ve söylemleriyle içinde bulunduğumuz ‘nefret kültürü’yle dolu futbol ortamı için yeni bir tehlike doğuran ‘çiçeği burnunda başkan’ İbrahim Hacıosmanoğlu, tuhaf bir manevra mantığı içinde ilginç bir seyir izliyor. Benim açımdan genel izlenim, başkanın iktidara yakın durarak kupayı bu yolla elde edilebileceğini kendisini inandırdığı yönünde.
Başkan’ın o açıklamaları
Bu mantığın uzantısı olarak da Başbakan’ın ‘Afrika gezisi’ dönüşü Kazlıçeşme’de yaptığı miting öncesi podyuma çıkarak boy göstermişliği bile var. Normal koşullarda bir kulüp başkanı niye böyle davranış, anlamak mümkün değil. Nitekim bu hamlesi camiasından de tepki almış olmalı ki, önceki gece yeni transferler Malouda ve Bosingwa için düzenlenen törene başkanın açıklamaları damga vurdu.
Önce mikrofonları Hacıosmanoğlu’na bırakıyorum: “Bizim hiçbir beklentimiz yok, sadece hizmet etme aşkımız var. Bazı önünü göremeyenler ‘Kazlıçeşme çöktü’ diyor. Ama bilmiyorlar ki Trabzon insanı yaptığının karşılığında ne diyet öder, ne diyet alır. Biz Kazlıçeşme’ye gittik. Gezi’de bu milletin geleceğiyle oynayan dış güçlerin içerdeki maşalarını kullandığı uzantılarıyla bu ülkeyi karıştırmaktı amaçları. Şunu da bilmeniz lazım ki 10 senede bu ülkede yapılanları siyasi görüşünüz ne olursa olsun tasvip etmemek hainlikten başka bir şey değildir.”
‘HAİN’ NE DEMEK?
DEVAM ediyor Başkan: “Hizmetlerinden ötürü Başbakanımıza şükranlarımızı sunuyorum. Türkiye’de temiz futbol inşa etmenin görevi bizde. ‘Başbakan şike sürecine müdahale etti’ diyorlar. Müdahale etse bana söylerdi. Çünkü bu ülkede laf söylemediğim bu konuyla ilgili hiçbir insan kalmadı. Sayın Başbakan’ın yakınında bulunan insanlar da var bunun içerisinde. Kendisiyle de konuştuğumda bu konuyla ilgili hiçbir kelime dahi etmedi.”
Valla bu açıklamalar karşısında ‘Sözün bittiği yer’ klişesine sığınmaktan başka çare yok. Fakat her şeyin ilacı olduğu gibi her gerçeğin de en iyi yol arkadaşıdır zaman. Bekleyelim görelim; süreç Hacıosmanoğlu’nu, beklentilerini, temiz futbolu kendince inşa etme çabalarını ve bütün bu aşamalarda siyasetin nasıl bir tavır alacağını gösterecek.
Meselenin ‘Gezi eleştirisi’ kısmına gelince, elbette herkesin siyasi görüşü kendisini bağlar ama bu ‘Dış güçler’ masalı çok ucuz bir argümandır, ‘Gezi ruhu’ temel olarak temiz siyasetin ifadesidir, siyaset temiz olunca zaten her bir şey de temizlenir. Hele ki oraya katılanlara, bu uğurda hayatlarını kaybedenlere, uzuvlarını yitirenlere, gözaltına alınanlara ‘Hain’ demek de Hacıosmanoğlu’nun haddine değildir.
DAVULCU VEDAT SENDROMU
YENİ sezonla birlikte futbolu yine çok sayıda aşılması gereken sorunlar yumağı bekliyor. Zaten sezon içinde yeri geldiğinde bu sorunlara değineceğiz. Ama taptaze meselelerimizden biri ‘Süper Kupa maçı’ için alınan önlemler içinde stada davulun sokulmayacağı ‘gerçeği’ oldu. Hangi gerekçeyle sokulmayacak bilmiyorum ama içinde bulunduğumuz Ramazan ayının en temel simgelerinden biri olan ‘davul’un tehlikeli addedilmesi, her türlü fıkranın üzerindedir.
Vuvuzelayı bile ‘tehlike saymayan’ FIFA’nın yanında bizim hukukumuzun davula biçtiği rolün ardından ne var gerçekten merak ediyorum. İster istemez akla “Gezi eylemlerinin ‘hayali’ kahramanlarından ‘Davulcu Vedat’a yönelik intikam duygusunun yeni bir tezahürü mü?” sorusu geliyor, düşünüyorum da başka bir neden bulamıyorum.
Paylaş