Paylaş
Hedwig ve Rudolf Höss çifti doğa içinde mutlu bir yaşam sürmekte ve yeni doğmuş bebekleri dahil 5 çocuklarıyla Polonya kırsalındaki bahçeli evlerinde günlerini gün etmektedirler. Yakınlardaki nehirde yüzerler, ormanlık alanda piknik yaparlar; genç kadın evlerinde parti verir, eşi dostu toplar... Bu orta sınıf değerleriyle yüklü sorunsuz, meşakkatsiz bir şekilde dönen yaşamın sahibi çiftten Hedwig ev kadınıdır. Eşi Rudolf ise hemen yaşadıkları yerin az ötesindeki Auschwitz Toplama Kampı’nın komutanıdır...
Jonathan Glazer, Martin Amis’in 2014 tarihli romanının serbest uyarlaması ‘İlgi Alanı’nda (The Zone of Interest) soykırıma farklı bir açıdan bakıyor. Film insanlık tarihinin en büyük ve en utanç verici suçlarına imza atılıp az ötelerinde 1 milyondan fazla Yahudi gaz odalarında ölüme yollanırken gündelik hayatlarını sürdüren Nazilere odaklanıyor. Aile görüntüleri eşliğinde izleyicisinde soğuk duş etkisi yaratıyor. Öykü Höss’ler üzerinden aktarılırken bu 7 kişiden oluşan aile, basit ve sıradan işlerle gündelik rutinini sürdürüyor. Hedwig bu çok sevdiği yerde çocuklarını yetiştiriyor. Muhtemelen öldürülen bir Yahudi kadından alınmış kürkü giyiyor, annesi Linna evlerine ziyarete geliyor, o da kamptan bahsederken eskiden temizliğe gittiği Yahudi kadını kastederek “Belki o da oradadır” diyor. Rudolf ise zaten son derece çalışkan, işine gönülden bağlı bir Nazi. Bütün kampın başsorumlusu sıfatıyla hareket ediyor. Üstleriyle, altlarıyla toplantılar yapıyor, tesisin daha işlevsel olması için projeler geliştiriyor, bir seferde daha fazla insanın nasıl yok edilebileceğine kafa yoruyor. Aynı zamanda çok iyi de bir baba, bütün evlatlarıyla ilgileniyor, onlara yatarken ‘Hansel ve Gretel’i okuyor. Filmin en çarpıcı sahnelerinden birinde, çocuklar yakınlardaki nehirde yüzerken suyun içinde küller olduğunu fark ediyor ve onları hemen dışarı çıkarıyor. Çocuklar eve getirilip bütün bu ‘kir’den kurtulmaları için hemen banyoya sokuluyorlar!
Glazer filminde bizi Auschwitz’in odalarına, koridorlarına, velhasıl içine sokmuyor. Biz kameranın gezindiği mekânların çok yakınındaki bu işkence ve kıyım merkezini bekçi köpeklerinin havlamaları, uzaktan gördüğümüz bacalar ve onlardan tüten dumanlardan, yani çoğunlukla seslerden duyuyor ya da hissediyoruz. Tıpkı orada yaşayanlar gibi. Bu yanıyla ‘İlgi Alanı’ havası, yaydığı atmosfer ve yönetmeninin tarzı olarak Michael Haneke filmlerinin ruhuna yakın düşüyor. Mesafeli, korkuyu direkt göstermeyen, hissettiren, gözlerimizden çok kulaklarımızla farkına vardığımız bir etkiye dönüşen cinsten. Keza sonlara doğru Rudolf, Sachsenhausen’daki kampa atandığında Hedwig kocasına telefonda Auschwitz’in çocukların büyümesi için en ideal yer olduğunu ve onların orada kalması için üstlerine baskı yapması gerektiğini söylüyor. Yani onca insanın kanının döküldüğü o yer Hedwig’e göre muhteşem bir site adeta. Öte yandan telefon konuşmalarında Rudolf da katıldığı bir balo üzerinden mekâna ilişkin ‘gazla zehirleme’ esprileri yapıyor.
DEHŞETİ YUMUŞATIYOR MU?
Glazer ‘İlgi Alanı’nda kötülüğün söylenceler, romanlar ya da kimi filmlerdeki gibi görkemli, özel, devasa boyutlarla olmayabileceğini, sıradan insanların gündelik çizgileri arasında da pekâlâ çok büyük suçlara imza atabileceğini gösteriyor -ya da bu gerçeğin altını çiziyor- diyelim. Finalin çağrıştırdığı güncel mesajlar da var: İnsan her daim unutmaya meyilli bir varlık. Film hem finali hem de genel olarak gezindiği koridorlar itibariyle “Hafızai beşer nisyan ile maluldür” demeye getiriyor. ‘İlgi Alanı’nı izlerken günümüz kötülerini, barbarlarını ve onların yaptıklarına karşı sessiz kalanları, görmezden gelmeyi yeğleyenleri de hatırlıyoruz elbet. Bu arada filmin en etkileyici yanlarından biri de Mica Levi’nin huzursuz edici müziği.
Öte yandan film hakkında muhabbet ettiğim gazeteci arkadaşım Yenal (Bilgici) ‘İlgi Alanı’nın istemeden de olsa Naziler hakkında “Bakın aslında onlar da birtakım ilgileri olan insanlar, anneler ve babalar” türü bir fikirle izleyicisinin gözünde dehşeti yumuşatma ihtimali olduğuna dikkat çekti. Yenal’ın çekincesinde haklı olduğuna ve Glazer’ın yapıtının böyle okunabileceğini de göz önünde bulundurmak gerektiğine katılıyorum. Ama yine de yönetmenin bu insanlık suçunu farklı bir pencereden anlatmak üzere yola çıktığı hissiyatı bendeki baskın duygu.
Son olarak Rudolf’ta Christian Friedel’i izlediğimiz yapımda Herwig’de de Sandra Hüller var. İlginç olansa şu; ‘İlgi Alanı’ 5 dalda Oscar’a aday. Alman yıldızı başrolde izlediğimiz bir diğer yapım olan ‘Bir Düşüşün Anatomisi’ de yine bu yılki Oscar’larda 5 dalda aday ve bu dallardan biri de En İyi Kadın Oyuncu. Sonuçta tartışmaya açtığı parantezler için bile izlenmeye değer bir yapım ‘İlgi Alanı’, kaçırmayın derim.
İLGİ ALANI
◊ Yönetmen: Jonathan Glazer
◊ Oyuncular: Christian Friedel, Sandra Hüller, Johann Karthaus, Luis Noah Witte, Nele Ahrensmeier, Lilli Falk, Julia Polaczek, Imogen Kogge, Medusa Knopf, Zuzanna Kobiela, Martyna Poznanski, Stephanie Petrowitz, Max Beck, Andrey Isaev
ABD-İngiltere-Polonya ortak yapımı
DİĞER SEÇENEKLER...
Tesadüfen başlayan ve mutluluk içinde gelişen ama sonradan iki tarafın birbirine düşman olduğu bir yakınlaşma ve bunun eşliğinde gelişen olaylar... Başrollerini Şahan Gökbakar’la Seda Türkmen’in paylaştığı, Togan Gökbakar imzalı ‘Erdal ile Ece’, oto sanayide araç kaplama ve modifiye işleriyle uğraşan Erdal ve kurumsal bir şirkette yönetici olarak çalışan Ece’nin evliliğini anlatan bir komedi.
4 yaşındayken peşinden koştuğu top yüzünden sağ bacağını kaybeden Barış Telli’nin gösterdiği azimle sporcu kimliğine kavuşmasını ve bedensel engelli beden eğitimi öğretmeni olmasını anlatan ‘Hayatla Barış’ı Ekin Pandır yönetmiş. Oyuncular Taner Ölmez, Biran Damla Yılmaz, Gürkan Uygun, Nazan Kesal, Sinan Tuzcu, Bülent İnal.
Haftanın menüsündeki diğer yapımlar da şöyle: ‘Ritüel’ (Consecration/Yön: Christopher Smith) ve ‘Oyuncaklar Firarda’ (The Inseparables/Yön: Jérémie Degruson) adlı animasyon.
Paylaş