Paylaş
Gayri ihtiyari bakışımı sola kaydırdım. Bu kez Muslera’nın koruduğu kalenin arkasından bir Beşiktaş taraftarı sahaya girmeye çalışıyor, görevliler de onu durdurmaya çabalıyordu. Göz bu, harekete odaklanıyor; başka bir yönde birtakım hareketlenmelerin olduğunu hissettim. ‘Basın tribünü’nün tam karşısında bulunan Doğu’nun altındakiler yerlerini terk etmiş, bir ip gibi dizilmiş olan ‘turuncu’ renkli güvenlikçilerin kurdukları ‘baraj’ı yıkmış, grubu önüne katarak kovalamaya başlamışlardı. İnönü’deki son randevu olan Gençlerbirliği maçının sonunda da benzer bir insan topluluğunu sahanın içinde görmüştüm ama oradaki ‘masum’du, ‘hatıra’ nitelikliydi, mekâna ‘veda’nın ifadesiydi.
Polisler de kaçtı
Güvenlikçilerin içinde yer alan polisler de kaçıyor, çıkış tünelinin ucuna kadar kovalanıyordu. İşler çığırından çıktı. Sonra ‘Çevik Kuvvet’ hakimiyeti yeniden elini geçirdi, sahanın ortasında bloklar oluşturmaya başladı. Artık çok geçti; her şey için... Maç için, görüntüyü kurtarmak için, yaşananları ört bas etmek için ve komplo teorilerini önlemek için...
ORGANİZE İŞLER Mİ BUNLAR?
Yaşananları yukarıdan seyretmek, bir aksiyon filmi tadındaki görüntülere şahit olmak önemliydi ama “Neler oluyor?”u çözmek için yeterli değildi. Yaşananlar organize miydi, kim başlatmıştı, neden güvenlikçiler hemen çözülmüştü, polis o anda neredeydi, her daim biber gazına başvuran ‘Çevik Kuvvet’ bu kez sadece sprey şeklinde sıkılan ve kahverengi bir tona sahip olan biber gazından başka bir şey niye kullanmamıştı, bu ‘olgunluk’ nereden kaynaklanıyordu?..
Kitle psikolojisi
Çok geç saatlerde stadı terk edip eve yollanırken yol boyunca Bağış (Erten) ve Kenan’la (Başaran) ister istemez zihin jimnastiğine ve ‘komplo teorileri’nin ne denli gerçekçi olup olmadığına kafa yorduk. Eve geldiğimde baktım ki, ‘teoriler’ ayyuka çıkmıştı. Gezi’den mülhem iktidar yanlıları suçu Çarşı’ya, direnişçiler de yeni kurulan ‘1453 Kartalları’na atıyordu.
Her komplo teorisinin başımızın üzerinde yeri var ama benim gördüğüm algıladığım, olayların üzerinde biraz zaman geçtikten sonra sakince baktığımda gördüğüm manzara ‘başta’ şuydu: Ortada ‘organize’ görünen pek bir şey yok. Bunu biraz da daha önce bu deneyimleri bizzat stat içinde yaşamış biri olarak düşünüyordum; bu işin bence açıklaması ‘kitle psikolojisi’ydi. Önce bazıları ‘tekbir’ getirerek sahaya dalmış, ardından girenler bir yandan elindeki sandalyelerle polis ve güvenlikçileri kovalamış, bir yandan da ‘Her yer Taksim’ tezahüratında bulunmuştu.
Zayıf yakaladılar
Tam bu esnada geniş bir kitlenin kaçan polislere ithafen “Sık bakalım, sık bakalım”ı söylediğine de şahit olmuştum. Bu ülkede polise karşı çıkmak için muhakkak ‘solcu’ ya da sistem karşıtı olmaya gerek yoktu; özellikle ‘futbol seyircisi’ denilen topluluk kariyerinde defalarca güvenlik kuvvetleriyle karşı karşıya gelmiş, bazen cop, bazen biber gazını yemişti. Zaten Gezi’de de olaya hemen el koymaları ve polise karşı en dirençli tavrı göstermeleri de eski deneyimlerinden kaynaklanmaktaydı. Dolayısıyla o gece ‘Rakibi zayıf yakalamışlar’ ve ellerine geçirdikleri fırsatı kendi lehlerine kullanma gayretine girmişlerdi. Futbolun dilinden konuşursak, ‘Yakaladın mı atacaksın’a sığınmışlardı. Yani ortada bir organizasyon yok gibiydi. Polisin zaafiyeti de odaklanamamasıydı. Çünkü karşı taraf sadece tek bir yerden gelmemişti, kale arkası, göbek nerden atakların çok yönlü oluşu, özellikle Çevik Kuvvet’i de şaşırtmış ve durumu hemen algılamasını engellemişti.
ÇARŞI’YI BÖYLE SUSTURAMAZSINIZ
Peki ya komplo teorilerinin hiç mi ‘kıymet-i harbiyesi’ yoktu? Vardı elbette. ‘Rahmetli’ Ahmet Atakan, vefat ettiğinde insanlar ‘devlet kaynaklı’, bulunduğu binanın üstünden düştüğü bilgisine neden inanmadılar, çünkü aynı devlet, Eskişehir Valisi vasıtasıyla Ali İsmail Korkmaz cinayetinde yalan söyledi. Silinmeye çalışan görüntüler ortaya çıkana kadar gerçek gizlendi ve vali, “Arkadaşları öldürmüştür” tezine sarıldı. Bütün bunları söyleyen vali hâlâ görevde ve hakkında hiçbir işlem yapılmadı (öte yandan Ahmet Atakan’ın aşağıya nasıl düştüğüne ilişkin de henüz ulaşılmış bir gerçek yok). Doğal olarak çok kişi pazar geceki derbide yaşananların bir komplo olduğuna kendisini inandırmak zorunda hissetti, yakın ve uzak dönem deneyimleriyle böyle hissettirilmek durumunda kaldı.
Lakin etraftaki toz bulutu dağılıp binlerce kişinin içeriye hiçbir üst aranması yapılmadan rahat rahat girmesi, ayyuka çıkan güvenlik zaafı, kırılan kapılar vs. derken ben de şu noktaya geldim: Öncelikli mesele, “Bakın bu iş polissiz olmuyor”a insanları ikna etmekti. Arada da Gezi üzerinden Çarşı’yı yeniden hedef haline getirmek... İşin içine her zaman olduğu gibi ‘yandaş basın’ın girmesi, hemen suçluyu bulup faturayı Gezi üzerinden Çarşı’ya çıkarmak istemesi hem bir kez daha onların doğalarına uygun davrandıklarını gösterdi, hem de bu işteki ‘komplo’ hissiyatımın güçlenmesini sağladı (ki yazıp çizdiklerine ve yaptıkları manşetlere kendilerinin bile inanmadığı o kadar aşikâr ki)
Gelelim sadede Aslına bakarsanız genel olarak kaygılanacak bir şey yok: Olası bir cezayla Beşiktaş taraftarının ve Çarşı’nın tribünlerden uzaklaştırılması ve ‘seyircisiz’ maçlarla muhalefetin yolla susturulması söz konusu olamaz. Çünkü Çarşı her koşulda muhalefetini ve dik duruşunu gösterir. Stat içinde ya da dışında...
Paylaş