Paylaş
Marsilya’da bitmeyen bir sıcaklığın hâkim olduğu bir yaz... İnsanlar mütemadiyen serinlemeye, bir gölge altında dinlenmeye çalışıyor, herkes balkonlarda. Öte yandan bir kadın, kendisini sürekli taciz eden kocasını öldürüyor. Kamera bu cinayet mahalinden uzaklaşıp komşularına uzandığında yazar olmak için çabalayan ve kendisine konu arayan Nicole’le aynı evi paylaşan çevrimiçi seks işçisi Ruby’yi tanıyoruz. Daha sonra onlara, kocasından sıkılmış, canlandırdığı Marilyn Monroe’nun görünümünü set sonrasına da taşıyan oyuncu Élise katılıyor. Bu üç sıkı arkadaşın ortamdaki eğlencesi karşı balkondaki yakışıklı fotoğrafçı Magnani oluyor. Bu genç aslında Nicole’ün yazmayı düşündüğü roman karakteri ve genç kadın, Magnani’ye platonik bir biçimde âşık. Élise arabasını park ederken fotoğrafçının aracına çarpıyor ve aralarında ilk muhabbet başlıyor... Magnani gece onları dairesine davet ediyor ve küçük çaplı bir partinin işaret fişeği yakılıyor. Ama sonrasında işler sarpa sarıyor, sabaha vardıklarında ortaya bambaşka bir manzara çıkıyor...
Céline Sciamma’nın 2019 tarihli yapıtı ‘Alev Almış Bir Genç Kızın Portresi’nden (Portrait de la jeune fille en feu) hatırladığımız, daha sonra Cate Blanchett’lı ‘Tár’da karşımıza çıkan ve en son ‘Emmanuelle’de (2024) izlediğimiz Noémie Merlant, ikinci yönetmenlik adımı ‘Balkondaki Kadınlar’da (Les femmes au balcon) sert, kanlı bir #MeToo öyküsü anlatıyor. Konusunu özetlediğim yapım hem görsel açıdan hem de gezindiği duraklar itibariyle çarpıcı bir feminist manifesto niteliğinde. Senaryosunu Noémie Merlant’la birlikte Céline Sciamma ve Pauline Munier’nin kaleme aldığı ‘Balkondaki Kadınlar’,
ana karakterlerinden yazar adayı Nicole’ün gözlemleri eşliğinde anlatılıyor. Genç kadın, arkadaşlarıyla birlikte uzaktan ilgi duyduğu Magnani’nin evine davet edildiğinde yüreği pır pır ediyor ama mekânı çektiği fotoğraflarla süslü genç adamın Ruby’ye tecavüz etmesinin ardından onun karşı koyması ve nihayetinde adamın ölümüyle birlikte düzenleri iyiden iyiye bozuluyor. Cesedi saklamak, yok etmek için verdikleri mücadele, rayından çıkmış hayatları, suçluluk duygusu ve bir yandan da Élise’in yapışık kocası Paul’ün yanlarına gelmesiyle birlikte yeni bir belanın ortaya çıkması, denklemi iyice karıştırıyor.
Hikâye bir yandan üç ana karakterin kendi rotalarına da dönerken sonraları filmin paranormal yanları su yüzüne çıkıyor. Nicole, ölen Magnani’nin hayaletiyle karşılaşıyor ve ona sürekli olarak suçunu itiraf ettirmeye çabalıyor. Meseleyi “Evet, öldürüldün ama buna yol açan sendin”e getirmeye çalışıyor. Bu arada Nicole’ün karşısına Magnani’nin yanı sıra başta üst katlarındaki dairede karısının öldürdüğü adam olmak üzere bir sürü tacizci, tecavüzcü erkeğin hayaleti çıkıyor. Hepsi suçunu inkâr etse de neler yaptıklarının farkındalar...Film, dinamizmi ve renkleriyle Almodóvar’ın erken dönem çalışmaları havasında.
Görsel açıdan etkileyici
‘Balkondaki Kadınlar’da üçlü arkadaş grubunun en sakini görünümdeki Nicole’ü Sanda Codreanu, en delifişek yapıya sahip Ruby’yi Souheila Yacoub canlandırıyor. Élise’deyse yönetmenliği de üstlenen Noémie Merlant’ı izliyoruz. Lucas Bravo fotoğrafçı Magnani’de, Christophe Montenez sarsak koca Paul’de karşımıza çıkıyor.
Noémie Merlant’ın filmi görsel yapısı, dinamik akışı ve can alıcı renkleriyle Pedro Almodóvar’ın erken dönem çalışmaları havasında. Özellikle görüntü yönetmeni Evgenia Alexandrova’nın bazı bölümlerde baş döndüren kamerası ve hızlı kadrajları filme özel bir enerji katıyor. Ama genel bakışıyla egemen erkek kültüre başkaldırı niteliği taşıyan ‘Balkondaki Kadınlar’ zaman zaman klişelere fazla rağbet ediyor ya da şöyle söyleyeyim; kimi bölümlerinde istemeden klişeleşiyor ve bu da filmin çıtasını biraz düşürüyor. Merlant’ın ilk uzun metrajı ‘Mi iubita, mon amour’u izlemedim, dolayısıyla yönetmenlik kariyerindeki son adımı üzerinden nasıl bir yöne evriliyor, yorum yapmam zor olur ama ‘Balkondaki Kadınlar’ biçimsel ve görsel etkileyiciliğine rağmen içerik açısından maalesef aynı çizgiyi tutturamıyor. Lakin yine de görmeye değer bir yapım olduğunu söyleyebilirim. Ayrıca kadın meselesinde sözünü sakınmayan cesur bir duruşa sahip.GECENİN KIYISI
◊ Yönetmen: Türker Süer
◊ Oyuncular: Ahmet Rıfat Şungar, Berk Hakman, Mert Tümer, Serkan Ilgaz, Yılmaz Gökgöz, Eda Akalın, Baran Akbulut, Şencan Güleryüz, Ahmet Kaynak
Türkiye-Almanya
ortak yapımı
Görev, vicdan ve sadakat üzerine...
Sinan ve Kenan... Asker bir ailenin ordudaki şimdiki zaman temsilcileri olan iki kardeş. Ve iki farklı karakter. Komutanı Yüzbaşı Sinan’ı yanına çağırır ve üsteğmen ağabeyi Kenan’ın disiplin suçu işlediği gerekçesiyle yargılanması için Malatya’ya sevk görevinin kendisine verildiğini söyler. Başta itiraz etse de nihayetinde görevi üstlenir ve yola çıkılır. Derken yolculuk esnasında 15 Temmuz darbe girişimine yeltenildiğini öğrenirler. Bu ortamda gittikleri garnizonda kime güvenecekleri, kimin hangi cephede olduğu muammadır...
Almanya’da doğan ve hayatını orada sürdüren Türk yönetmen Türker Süer’in ilk uzun metrajı ‘Gecenin Kıyısı’, şüphenin her anında kol gezdiği, gerilim dozajı son derece yüksek bir film olmuş. Net bir isim verilmeden Ergenekon ve Balyoz türü davada yargılanmış bir subayın çocuklarının askeri disiplin altında farklı cephelere savrulmalarını anlatan yapım, kardeşler arasındaki çatışma eksenine ülkenin yaşadığı politik gerilimi de ekliyor ve atmosfer açısından son derece etkileyici bir öykü anlatıyor. Yönetmen Türker Süer hem filmin Türkiye’deki ilk gösteriminin yapıldığı Adana Film Festivali esnasındaki söyleşilerinde hem de örneğin Milliyet Sanat’ta Defne Akman’la yaptığı röportajda yapıtının ana temasının ‘görev, vicdan, sadakat’ gibi meselelerde gezindiğini belirtiyor ve şunları söylüyor: “Kendine sadıksan aynı anda başkasına sadık olabilir misin? Bir sisteme sadıksan kendine de sadık kalabilir misin? Ki bu sistem aile, ordu ya da başka bir şey olabilir.”
‘Gecenin Kıyısı’ özellikle ilk bölümü itibariyle muhteşem bir gerilim atmosferi kuruyor. Hem yönetmenin becerisi, hem Sinan-Kenan ikilisinde Ahmet Rıfat Şungar ve Berk Hakman’ın olağanüstü performansları hem de İtalyan görüntü yönetmeni Matteo Cocco’nun kadrajları derken ortaya kayıtsız kalınamayacak bir yapıt çıkmış. Kesinlikle kaçırmayın derim...Yüzüklerin Efendisi
DİĞER SEÇENEKLER
◊ TME Films yeni oluşumları Encore Cinema’yla birlikte son 30 yıla damgasını vurmuş kimi yapımları yeniden gösterime sokuyor. Programın ilk filmi ‘Yüzüklerin Efendisi’ serisinin ilk adımı olan ‘Yüzük Kardeşliği’ (The Lord of the Rings: The Fellowship of the Ring). Hatırlanacağı gibi bu yapıtı seriye de imza atan Peter Jackson yönetmişti.
◊ Haftanın menüsündeki diğer yapımlar şöyle: ‘Bukalemun’ (Persona/ Yön: Wade F. Jackson), ‘Sir-Ayet 4’ (Yön: Gökhan Arı), ‘Ayı Kardeşler: Kahramanlar Takımı’ (Xiong chu mo: Ban Wo Xiong Xin
Yön: Heqi Shao-Lin Yongchang), ‘Sırr Kudüs Macerası’ (Yön: Fatih Kandemir), ‘ZEROBASEONE: The First Tour [Timeless World] Sinemalarda’ (ZEROBASEONE: The First Tour [Timeless World] in Cinemas/Yön: Yoon-Dong Oh-Hamin Kim).
Paylaş