Kafkas'tan esirgenen insanlık!..

İster kurumsal tavır, ister vefa, ister insanlık deyin, hayatın her alanında olduğu gibi futbolda da nöbet değişimleri iş hayatının kendi kurallarının yanı sıra vefa ve zarafet de içermeli.

Haberin Devamı

Trabzonspor’un ‘çiçeği burnunda’ başkanının ilk icraatı bütün bu saydığım yazılı ve yazısız kuralların dışında gerçekleşti ve İbrahim Hacıosmanoğlu, bordo mavili takımın yeni sezondaki teknik patronunun 1461 Trabzon’un ‘eski’ hocası Mustafa Reşit Akçay’ın olacağını ilan etti. Başkan, daha ilk basın toplantısında bu kan değişimini açıklarken meselenin diğer muhatabı durumundaki Tolunay Kafkas’ı ise “Bana bu konuda verilen bir bilgi yok” dedi.
Delici bakışları ve bugüne kadar yaptığı açıklamaların yanı sıra yaydığı elektrikle bir ‘Gerilim hattı’ görünümündeki İbrahim Hacıosmanoğlu, nasıl bir yöneticilik anlayışına sahip olduğunu da ilk basın toplantısındaki birkaç cümlesiyle gösterdi. Akçay tercihini açıklamasının ardından kendisine yöneltilen “Tolunay Kafkas’ın bu konudan haberi var mı?” sorusuna, “Bu sorular Trabzonspor’un başkanına sorulmaz. Trabzonspor’un başkanı ne açıklama yapıyorsa onunla yetinmek zorundasınız” cevabı, özellikle Bordo-Mavili takımla ilgilenen muhabirleri nasıl günler beklediğinin açık bir göstergesiydi. Bu noktada hazır lig bitmişken ve gündem ‘Transfer haberleri’ düzeyinde seyrediyorken, “Spor basını ve takımlar arasındaki ilişkiler” bağlamında bir görüş alışverişine gidilsin. Ve akabinde de bugüne kadar yaşadığımız “Onu çekme bunu çek” (Fatih Terim), “Ne bakıyorsun kardeşim” (Tolunay Kafkas) ve “Bu sorular Trabzonspor’un başkanına sorulmaz” (İbrahim Hacıosmanoğlu) deneyimleri eşliğinde nasıl bir basının istendiğini öğrenelim, sorularımızı da ona göre soralım.
Zaten siyasi alanda benzer bir iklim uzun süredir Türkiye coğrafyası üzerine çöreklenmiş durumda, madem futbol hayatın tezahürü ve aynı zihniyet bu oyunun ülkedeki egemenlerinde de var, meseleyi bir şekilde çözelim! Her biri gerçek emekçi olan ve sürekli haber peşinde koşan lakin takip ettikleri takımların adeta ‘resmi sözcüleri’ konumundaki muhabir arkadaşlarımızın, birçok basın toplantısındaki ‘çanak’ soruları da ayrı bir dert ama bu şimdiki zamana ait bir problem değil. Adeta gelenekselleşmiş ya da kronikleşmiş bir hastalık ve uzun bir süre daha tedavi edilmeyecekmiş gibi görünüyor.
Sonuç? Tolunay Kafkas’a hiçbir bilgi verilmeden yolların ayrılması en basitinden insanlığa sığmaz. Üstelik bu isim Bordo-Mavili formaya hem futbolcu olarak, hem de teknik direktör olarak elinden geldiğince hizmet etmiş önemli bir figür. Dakika bir, olmadı Sayın Hacıosmanoğlu…

Haberin Devamı

ÖZÜNE ÖZÜNE KURBAN

Haberin Devamı

ÖTE yandan Akçay seçimi de Trabzonspor camiasının uzun süredir dillendirdiği ama bir türlü icraata geçiremediği ‘Öz kaynaklara dönüş’ projesinin ‘Post-modern zamanlar’daki deneyimine ışık tutacak. Malum Bordo-Mavililer 1970’lerin ortasında başlayan uzun ve etkili yürüyüşlerini kendi çocuklarıyla gerçekleştirmiş, Karadeniz insanının inatçı ve mücadeleci kimliğini sahaya yansıtan bir nesille şampiyonluklara uzanarak ‘İstanbul dükalığı’nın hükümranlığına son vermişti. Ama aynı Trabzonspor çok çok uzun bir süredir zirve yarışlarının uzağında.
Arada birkaç sezon bir saman alevi gibi parlayıp sönen takımlar yerine istikrarlı, gerçek bir oyun kimliği olan, özellikle Avni Aker’i en zor deplasmana çevirecek bir futbol kültürü (elbette ki bunun birçok nedeni vardı ama) bir türlü yerleşmedi. Akçay, kim bilir takımın genlerindeki o özel ruhla camiasına yeniden buluşturacak. Fakat içinde yaşadığımız dünya 70’lerin saf, masum, yer yer romantik dünyası değil. Artık hepimiz endüstriyel futbolun parçasıyız ve mesele bu anlayışın gerçek anlamda tezahüründen çok bu topraklardaki arabesk, kendine özgü uygulamalarından kaynaklanıyor. Akçay’a elbette ilk elde sabır göstermek gerekiyor. Oturmuş takım kimliğine sahip bir Trabzonspor için belki de bir hatta iki sezon ‘FEDA’ edilecek. Bu kadar sabır Bordo-Mavili seyircide var mı, işte can alıcı sorun da burada karşımıza çıkıyor.

Haberin Devamı

HALA ALKIŞLARLA YAŞIYORUM

KADIKÖY’deki son derbi öncesi ‘Alkış meselesi’ni gündeme getirenlerin içinde ben de yer aldım. Elbette ki bu konuda bir umudum yoktu ama yine de meseleyi canlı tutmak adına ve belki biri cesaret edip de ilk adımı atarak Denizli’nin dediği gibi “Tarihe geçer” diye de ummadım değil. Bu konudaki karşıt temel argümanlardan biri dışarıdaki örnekler üzerinden geliştirilen, “Burası İngiltere mi kardeşim?”di. Tabii şampiyonu alkışlama meselesi sadece İngiltere’ye özgü bir uygulama değil.
İspanya’da da kökleri eskileri dayanan ve faşist diktatör Franco zamanında daha da alevlenen bir çekişmenin aktörleri R.Madrid ve Barcelona da yeri geldiğinde birbirlerini alkışlamışlardı. Yani “Burası İspanya da değil”di. Son Şampiyonlar Ligi finalinde gördük ki, maç öncesi tribünlerde taraftarları şövalye giysileri üzerinden savaş koreografisine soyunan Dortmund’lular, kupa seremonisinde kazanan Bayern’lileri bir güzel alkışladı. 2.’lik (ya da finalistlik) madalyalarını almak üzere podyuma çıkan Dortmund’luları da Bayern’liler. Anlaşılan “Burası Almanya da değildi.” Türkiye orası değil, burası değil ama neresi? Bu oyunu biz keşfetmedik, geliştirmedik, özel bir katkıda bulunmadık. Sadece çok sevdik ama bağrımıza basarken ezdik, çoğu kez de öldürdük. Madem kurallarını alıyorsun doğrularını da al, ne olur sanki. Özetle ben hâlâ alkış konusunda ısrarcıyım…

Yazarın Tüm Yazıları