Paylaş
Bahsettiğimiz genel görüntüyü mesela futbolun sularına taşırsak ilk isim olarak sanırım Fatih Terim çıkar karşımıza. Evet, Nihat Kahveci, Emre Belözoğlu ya da Arda Turan gibi rüştünü her iki yakada ispatlamış yetenekler de vardır listede ama teknik direktörlüğün daha uzun bir zaman sarmalında hüküm süren yapısı ve doğası, Terim ismini bizim adımıza sürekli güncel kılar. İlk Galatasaray dönemi, peşi sıra Fiorentina ve (kısa sürse de) Milan deneyimi, tekrar Milli Takım serüveni derken son olarak yeniden Sarı-Kırmızılı renklere dönüş... Tüm bu süreç içinde ‘İmparator’, içeride ve dışarıda futbolumuzun en tanınmış figürlerine dönüşmüştür.
‘Tavlada bile yenilmem’ meselesi
Elbette böylesi bir portrenin, etten kemikten yaratılmış her canlı gibi sevapları kadar günahları, başarıları kadar hataları da olacaktır ama mesele sinir ve kendini tutamamaya, peşi sıra onu var eden sisteme posta koymaya, başkaldırmaya gelince, sanırım orada biraz değil bir hayli durmak gerekiyor. Evet, futbolculuk döneminde de sinirliydi Terim. Kızardı, öfkesini içine atmaz hemen dışarıya vururdu, Adanalıydı, delikanlıydı, haksızlığa isyan ederdi vs... Ama teknik direktörlük kanadına geçince tüm bu zaman zaman sineye çekilen yapısını, nedense ‘Yenilgiye tahammülsüzlük’le eşdeğer bir konuma oturttu. Bu yolda da savunma mekanizmasını (ya da hattını), “Tavlada bile yenilmeye dayanamam’la açıklama yoluna gitti. Bizim kuşakta ‘başarı’ F.Bahçeli olmakla özdeşti; dolayısıyla G.Saraylı ya da Beşiktaşlı olmak, başarısızlığa, ‘Şampiyonluktan uzak geçen günler’e, ‘ikincilikler’e, hatta orta sıralara katlanmak ve her şeye rağmen futbolu bu haliyle sevmek demekti. Ama bu durum oyuna olan ilgiyi, sevgiyi ya da tutkuyu köreltmedi. Sadece kazanmanın dışında iki ihtimal daha olduğunu öğretti. Terim, işte bu dönemlerin Galatasaray’ında kaptandı. Yani kazanmak kadar beraberliği de yenilmeyi de çok iyi bilirdi. O yüzden “Tavlada bile kazanmaya tahammülüm yok” şiarını en başından beri kendisine ait bir doğru bir kavram olarak görmem.
İki ‘Büyük’, bir paranoya
Son Mersin İY maçında ‘Yenilgiye tahammülsüz’ bilinçaltı yeriden kıyıya vurdu ve Terim, nedense 2005’te İsviçre’yle oynanan ve ‘Saracoğlu Meydan Savaşı’ adıyla tarihe geçen maçtaki psikolojiye döndü. Bu kez konuk takım oyuncuları tartaklanmadı ama onun yerine kurban hakemdi. İlginçtir yardımcılar yine devredeydi. İsviçre maçında faturayı ödeyen sadece Mehmet Özdilek’ti, bu kez sanırım fatura Hasan Şaş ve Ümit Davala kadar Terim’e de çıkacak.
Neyse, bu hatırlatmadan sonra tekrar günümüze dönelim. Ligimizdeki güç dengeleri ve bu gücün sahiplerinin (G.Saray ve F.Bahçe) sürekli ‘hayali düşmanlar’ yaratarak hem yollarına devam etmelerini hem de camialarını bu tür yöntemlerle ayakta tutmalarını, ‘La Liga diye diye’ başlıklı yazımda masaya yatırmıştım. Tabloda değişen bir şey yok; sarı lacivertliler sezon başında “Hakemler kafaya koymuş, bizi mahvediyor” diyordu, şimdi aynı repliği G.Saray cephesi kullanıyor. 18 kez ipi göğüslemiş bu iki camianın sistemi bizatihi kendilerinin oluşturduğu bir gerçek. Hoş bu ‘paranoya’ya ne kendileri ne de taraftarları inanıyor ama zorlukları böyle çözmek daha kolay. Nitekim Mersin İY maçında sanırım rakip küçümsenmişti. Sonrasında düşmemek için canını diyeni takan konuk ekip öne geçip bir de G.Saray 10 kişi kalınca yeni bir sinir harbi yaşandı. Oysa ilk golde hatası olan Gökhan’dı, kırmızıda da Dany. Hakem Süleyman Abay bu iki can alıcı hataya ne yapabilirdi ki?
Terim isterse bilge olur!
Bütün bunlar zaten yeterince tartışıldı, konuyu şuraya getirmek istiyorum: Terim hâlâ ‘En evrensel değerimiz’. Ve bu değerin 60 yaşında olgun bir futbol adamı olarak, Metin Tekin’in NTV Spor’da da belirttiği gibi artık bir ‘Bilge’ye dönüşmesi gerekiyor. Terim’in bırakacağı miras şampiyonluk değil, bir ermiş gibi herkesi kucaklayan bir yapıya bürünmektir. Oğlu yaşındaki hakemle didişmek, öfkesine yenilmek, “Bu benim yapım” demek meseleyi çözmüyor. Peki böyle bir portreye bu yaştan sonra bürünülür mü? Zor ama bence yükselişi de düşüşü de çokça yaşayan; G.Saray, Fiorentina ya da Milan kadar Ankaragücü ya da Göztepe deneyimlerinden de geçen, kökü Adana Demirspor’a dayanan, ‘Öteki’ni tatmış bir futbol adamı isterse ‘Bilge’ de olur. Zaten ‘Yerelden evrensele’ bir portreyi de ancak böylesi bir tavır geleceğe taşır.
Paylaş