Geçmiş zaman'ın izinde

MALUM, yeni bir heyecanın arifesindeyiz. Onca transfer, onca hamle ne işe yarayacak, bize nasıl bir futbol evreni sunacak; 14 Ağustos’ta oynanacak Fenerbahçe-Eskişehirspor maçıyla start alacak yeni sezonda cevaplar önümüze bir bir gelecek…

Haberin Devamı

Hoş benim için ait olduğumuz evrenin tanımı, birkaç hafta önce bu sayfalarda belirtmeye çalıştığım kısa bir cümlede özetlenebilir: ‘Avrupa’nın En İyi İkinci El Ligi...’
Türkiye Süper Ligi çok uzun süredir bu mantığın tezahürlerinden oluşuyor. Bizim çocukluğumuzda (yani 70’lerden, 80’lere uzanan çizgide), Balkanların ‘İkinci, hatta üçüncü el ligi’ydik ve özellikle en iyileri Avrupa’ya direkt giden, bize ise daha çok emeklilik aşamasına girmiş isimleri kalan ‘Yugoslavya mozaiği’ beslerdi futbolumuzu. Zaten iki, sonraları üç olan yabancı sayısı ancak bir-iki hatta özel dokunuşlara izin vardı. Özal’ın liberalizmiyle futbol da belli ölçülerde kabuk değiştirdi, Yugoslavya dağıldı, biz de genel piyasaya yabancılara daha fazla para ödeyen ve vergi kolaylıklara sağlayan bir profille dahil olduk ve bu mekanizma, kendi içindeki gel-gitlerle günümüze kadar geldi ve bir anlamda ‘En mükemmel formu’na ulaşmaya başladı.
‘Yabancı sayısı’ndaki tutarsız arayışlar, ‘Üç’tü, ‘Beş’ti derken nihayetinde bu sezon “İlk 11’in tamamı” mantığıyla sahaya çıkıyoruz. Bu yeni karar futbolumuzun özüne ne getirir ne götürür bilinmez ama ‘Yabancıya sonsuz serbestlik’ başka coğrafya örneklerinde görüldüğü üzere tek bir cevap sunmuyor bize. Mesela ‘Premier Lig’ gibi ‘Yabancıya kapısını sonuna kadar aralayan’ (üstelik ‘Milli Takım’da belli sayıda oynama kriteri de istiyorlar) ‘birinci sınıf’ oluşumun ülkesinde İngiltere Milli Takımı büyük turnuvalarda bir türlü istediği sonuçları alamıyor, hem de 1966’daki Dünya Kupası’ndan bu yana. Benzer bir özgürlük sunan La Liga’nın ülkesinde ise İspanya Milli Takımı’nı son dört büyük organizasyonun üçünde (iki Avrupa, bir Dünya) şampiyon oldu. Türkiye ise yasaklı dönemlerde Milli Takımlar bazında bir ‘Dünya üçüncülüğü’ ve bir ‘Avrupa üçüncülüğü’ çıkardı, ‘11’i de yabancı olabilir’ uygulamasının sonuçlarını ise ileride göreceğiz.

Haberin Devamı


EVET KİMİ GÜZELLİKLERİ SUNACAKLAR AMA...


BU ara tartışmaya daha çok döneriz, asıl derdimize göz atarsak yeni sezon yıldızları üzerinden konuşalım: Mesela Van Persie 32, Mario Gomez 30, Podolski 30, Eto’o 34 yaşında. Naçizane bu konuya ilişkin Eto’o’nun transferi sonrası şöyle bir tweet atmıştım: “Bazen hatta çoğu kez başkasının geçmiş zamanı, seni şimdiki zamanın olur. Böylesi bir tabloya da kısaca ‘Türkiye Süper Ligi’ denir” diye… Evet, bu isimler geçmişte aramıza katılanlardan farklı olarak ‘gerçek emeklilik dönemleri’ itibariyle gelmiyorlar ligimize. Hâlâ enerjileri, bize katacağı değerleri, tecrübeleri, güzellikleri var ama yine de orijinal ‘şimdiki zaman’larını daha üst düzeyde liglerde yaşadılar ve artık o dönemler, onlar için birer hatıra, birer nostaljik anı. Lakin futbol öyle güzel bir oyun ki… Şöyle örnek vereyim, gerçi artık bu tür örnekler kalmadı ama bizim zamanımızda mahallenin bir köşesinde ya da okulun bahçesinde, kıyısından geçerken “Bir göz atayım” diye duraksadığımız ve sonuna kadar izlediğimiz o kadar çok maç olurdu ki. Yani mesele oyunun kendisi, ister 10 yaşında çocuklar, ister 50-60 yaşındaki büyükler, ister gençler, ister emekliler oynasın; o merakın bir parçası olursunuz. Yani yukarıda ismini zikrettiğimiz isimler bu lige elbette özel renkler katacak. Lakin aralarından bir Hagi’nin çıkması çok zor. Keza bu topraklara çok erken yaşlarda gelip kendi özel tarihini seyircisiyle birlikte yazan Alex’in çıkması da zor, ama ‘Yeni Hagi’ler, ‘Yeni Alex’ler hep aranacak (galiba bu sistem içinde en zoru da ‘Yeni Sergen’ler bulmak olacak, zamanın ruhuna uygun olarak en mantıklısı ‘Yeni Arda’ların peşine düşmek olsa gerek).

Haberin Devamı


ARA RENKLER OLSUN BARİ


ASLINA bakarsanız bu ligin gerçek problemi ‘Üç büyükler’ın dışına taşabilecek bir heyecanı sunamaması. Hayattaki tüm adaletsizliklerin yansıması, futbolda da kıyıya vuruyor. Evet, bütün dünyada ‘Bağzı’ büyükler ligleri domine ediyor ama arada bir sistem, başkalarına da geçit tanıyor. Bizdeki durum ise malum, kuruluşundan beri (1959) 68 takım mücadele etmiş ve topu topu beş ayrı camia şampiyonlukla kucaklaşmış. Ki bu sayıya da Bursaspor tek zaferiyle katkıda bulunmuş. Bu sezon da tablonun değişmeyeceği çok açık, bu durumda da kimi ara renkler, ara hikâyeler, ara heyecanlar ait olduğu sezonları farklı kılıyor. Hiç değilse 2015-16’da böyle bir serüvenin parçası olalım derim...

Yazarın Tüm Yazıları