Paylaş
‘Buz Devri’ evreninde her şey böyle başlamış ve devam etmişti. Bugün vizyona giren serinin beşinci filmi ‘Büyük Çarpışma’ (‘Ice Age: Collision Course’), yine Scrat’ın meşe palamudunun peşindeki ısrarın yol açtığı yeni problemlere odaklanıyor. Kahramanımız işin boyutlarını uzaya taşıyor ve tetikledikleri, birtakım kozmik olaylara neden oluyor. Fatura da her seferinde olduğu gibi yaşadığı dönemin canlılarına çıkıyor. Yani Sid, Manny, Diego ve ekibin geri kalan üyelerine...‘Büyük Çarpışma’ genel çizgileriyle daha çok minik izleyicilere sesleniyor gibi görünüyor. Kuşkusuz filmin satır aralarında büyükler için de kayda değer espriler ve göndermeler de var (mesela Kubrick’in ‘2001: Uzay Macerası’ gibi) ama genel olarak ben naçizane bu serinin yorulduğu kanısındayım. Film, tekrarlar üzerine ilerliyor. Ki öykünün uzaya taşınması da aslında tekrarlardan kaçınmak üzere başvurulan bir seçenek. Ama ne yazık ki bu hamle de derde deva olmamış.Evet, yine kimi sahneler gayet çekici (mesela kızının mürvetini görmeye hazırlanan Mamut Manny’nin, eşi Ellie’yle evlilik yıldönümünü unuttuğu anda imdadına atmosfere giren göktaşlarının yetişmesi ama sonradan ortaya çıkan felaket vs. gibi); evet, ‘How Life Began’, ‘Nova Science Now’, ‘Cosmos: A Spacetime Odyssey’ gibi belgesellerin sunucusu Neil deGrasse Tyson’ın söz konusu belgesellerdeki gibi kullanılma fikri de fena değil ama yine de ‘Büyük Çarpışma’ zorlama bir çaba olmuş.Not: Filmin Türkçe seslendirme kadrosunda Ali Poyrazoğlu, Haluk Bilginer, Yekta Kopan, Altan Erkekli, Sabanur Aksoy, Zeynep Özden Ayyıldız, Ecem Uzun, Didem Barış Atlıhan gibi isimler yer alıyor.
AİLEYE KOMEDİMİZ VARDIR...
Hüznün, çoğu kez şiirsel bir şekilde ifade edildiği, gündelik yaşamın basitliğinin kimi estetik dokunuşlar eşliğinde neredeyse birebir perdeye yansıtıldığı bir sinemadan, hatırladığımız kadarıyla hiç komedi türünde yapıtlar izlememiştik. Bu açıdan ‘Ben Salvador Değilim’, İran sinemasının değişik bir örneği olmuş.Film, herkesin yapması gereken bir şeyi (bulduğu para dolu çantayı sahibine beklemeden iade etmiş, paranın sahibinin gönderdiği para ödülünü de reddetmiştir) yapan bir öğretmenin, ülke TV’lerince kahraman ilan edilmesinden sonra yaşadıklarını anlatıyor. Eşiyle birlikte kanal kanal dolaşan Naser, nihayetinde bir Brezilya seyahati kazanıyor. Bu ödülü de reddetmek üzereyken eşi Elham’ın ısrarıyla çift, küçük kızlarıyla birlikte Güney Amerika’ya yollanıyor. Lakin burada kültür ve inanç farklarından dolayı problem yaşamaya başladıkları noktada, Angela adlı bir kadının Naser’i eski sevgilisi Salvador’a benzetmesiyle işler daha da sarpa sarıyor.
‘KONUK OYUNCU’ RİVALDO‘
Ben Salvador Değilim’, kimi bölümleri itibariyle bir hayli sempatik, yer yer de komik ama senaryo çok zayıf. Öte yandan film, İran’ın muhafazakâr insan prototipiyle yüzleşmeyi, evrensel sulardaki zorluklarına vurgu yaparak naifçe de olsa belli noktalarda başarmış. Brezilya’nın eski futbol yıldızlarından Rivaldo’nun da şöyle bir göründüğü ‘Ben Salvador Değilim’, İran’da üç milyona yakın seyirci tarafından izlenmiş.
SANALLIĞI İYİ, GERÇEKLİĞİ TARTIŞILIR...
Bir grup seçilmiş yarışmacı (ki sekiz kişiler), 100 bin dolar ödüllü bir yarışmada boy gösterirler. Ekiptekiler, uygulama alanı çok katlı bir bina olan bu sanal gerçeklik oyununda çok geçmeden farklı bir oyunun parçası olduklarını anlarlar.
İngiliz yönetmen Charles Barker’ın ilk uzun metrajlı çalışması ‘Simülasyon’ (‘The Call Up’), bütün ağırlığını görselliğe ve aksiyona vermiş. Lakin içerik olarak ‘Açlık Oyunları’nı, mekânsal bütünlük açısından da ‘Baskın’ı (‘The Raid’) andıran ‘Simülasyon’, bildik trüklere dayalı senaryosuyla vasat bir film olmanın ötesine gidemiyor. Ayrıca film, oyunun amacı ne, bu ekip nasıl seçildi gibi temel sorulara da cevap veremiyor.
‘Simülasyon’ bilgisayar oyunlarına ilgi duyanları tatmin eder mi bilemem ama senaryoya da imza atan Charles Barker’a naçizane şöyle bir uyarıda (!) bulunmak isterim: Karakterler arasına Müslüman koymakla ya da hayatta hiçbir yakını olmayanlardan yarışmacı seçmekle pek de sosyolojik tespit yapmış olmuyoruz. Filmimiz ciddiye alınsın istiyorsak, teknoloji kullanımı ve görsellik kadar fikren de belli ölçülerde derinliğe ihtiyacımız var... Bu arada filmin aksiyon sahneleri de zayıftı...
DİĞER SEÇENEKLER
Haftanın vizyona çıkan diğer filmlerine gelince... Fransız yapımı ‘Soygun’ (‘Braqueurs’) yönetmen olarak Julien Leclercq’in imzasını taşıyor. Filmin kadrosunda Sami Bouajila, Guillaume Gouix ve Youssef Hajdi gibi isimler yer alıyor. Bir güreş hikâyesi olan ‘Sultan’ı ise Ali Abbas Zafar yönetmiş. Hint yapımı bu çalışmanın oyuncu kadrosu şu isimlerden oluşuyor; Salman Khan, Marko Zaror, Anushka Sharma ve Randeep Hooda. Haftanın tek ‘yerli’ yapımı ‘Gölge’nin yönetmenliğini ise Burak Donay üstlenmiş.
AVRUPA’NIN İYİ YANLARINI ALIYOR...
Muzip belgeselci Michael Moore, son filmi ‘Şimdi Nereyi İşgal Edelim’de ABD’nin işgalci tavrıyla dalga geçerken dünyanın kimi ülkelerindeki uygulamaları ülkesindekilerle kıyaslıyor. Film, kimi parlak fikirlerine karşın naif bir çaba olmanın ötesine gidemiyor.
'Benim Cici Silahım’ (‘Bowling for Columbine’), Fahrenheit 9/11, ‘Hasta’ (‘Sicko’), ‘Capitalism: A Love Story’ gibi farklı sularda yüzen ve kendine özgü anlatımlara sahip belgeselleriyle tanıdığımız Michael Moore, son çalışması ‘Şimdi Nereyi İşgal Edelim’de (‘Where to Invade Next’), ‘Gezegenin jandarması’ olarak bilinen ABD’nin işgalci zihniyetini ti’ye alırken ‘en ileri demokrasi’ tabiriyle anılan kendi ülkesini, dünyanın kimi devletlerindeki uygulamalarla kıyaslayarak çelişkileri perdeye taşıyor.
Bilirsiniz, Michael Moore belgesellerinde anlatıcı kendisidir ve kamerasını uzattığı her şeye anında yorumunu katar. Benzer bir refleks kuşkusuz ‘Şimdi Nereyi İşgal Edelim’de de var. Moore, bu kez önceliği Avrupa olmak üzere atlasın genelinde dolaşıyor ve sorunlara getirilen çözümleri bizatihi yerinde gözlemliyor. İki saatlik filmde, usta belgeselci yolculuğuna İtalya’dan başlıyor, burada ücretli izin, çalışanlara sağlanan haklar gibi konularda turunu tamamladıktan sonra Fransa’da devlet okullarındaki sağlıklı beslenme standartlarını öğrencilerin tanıklığında perdeye taşıyor. Almanya durağında öne çıkan mesele ise öğrencilerin ülke tarihinin günahlarıyla yüzleşmesine imkân sağlayan eğitim-öğretim müfredatı. Gençler, bir zamanlar büyüklerinin soykırım yaptıklarını biliyorlar ve tekrar aynı hataları tekrarlamamaları için, bilgilendiriliyorlar.
DEVLET GİYİM KUŞAMA KARIŞAMAZ
Portekiz’de, önleme yolunda uyuşturucuya getirilen serbestiyet ve tutukluya insan onuruna layık davranış perdeye taşınırken Norveç’te de ülkenin kendine özgü hukuk sistemi ön plana geliyor. Bu bölümde oğlunu, 77 kişinin ölümüne neden olan Breivik’in gerçekleştirdiği saldırıda kaybeden bir babanın hukuka olan saygısı ve güveninin yanı sıra ‘Göze göz, dişe diş’ten uzak tavrı dikkat çekiyor. Slovenya ve Finlandiya’da eğitim sisteminin doğrularına, kalitesine, herkese eşit şekilde tanınan olanaklara dikkat çeken Moore, Tunus’ta da ‘Arap Baharı’ sırasında yaşananların ardından kadınların elde ettiği hakların altını çiziyor. Bu bölümde kadın gazetecinin söyledikleri ve verdikleri mücadelede kat ettikleri mesafelere ilişkin yaptığı vurgu çok önemli. Öte yandan ülkenin o dönemki cumhurbaşkanı Muhammed Gannuşi’nin, Moore’un sorusuna karşılık verdiği “Ben kişisel olarak eşimin örtünmesini istiyorum ama devlet halkının giyim kuşamına karışamaz” cevabı, aslında ait olduğumuz topraklarda uzun bir süredir tartışılan meselelere de ışık tutuyor (yani Gannuşi laikliği tarif ediyor).
Film, İzlanda’da ise Avrupa’nın ve ülkenin ilk cumhurbaşkanı olan Vigdis Finnbogadóttir (1980-1996) gerçeğinden yola çıkarak kadınların siyasette ve hayatın diğer alanlarındaki öneminin altını çiziyor. ‘Şimdi Nereyi İşgal Edelim?’, İzlanda özelinde ülke yakın tarihinde yaşanan finans krizinde kadınların yönettiği kuruluşların ayakta kalmasına da vurgu yapıyor. Moore, filminde bütün ziyaret ettiği ülkelerin iyi yanlarını alıyor, öne çıkardığı konulardaki tarihsel mücadelelerini hatırlatıyor ve ironi yaparak, karşılığında söz konusu yerlere Amerikan bayrağı dikerek bir tür ‘işgal’e soyunuyor.
HİLLARY’NİN AMERİKA’SI
‘Şimdi Nereyi İşgal Edelim?’ kimi parlak fikirlerine rağmen giderek tekrara düşen ve genel çizgileri itibariyle naif duran bir çaba. Üstelik film 2015 yapımı ve aradan geçen süre zarfında, ‘Cennet’e yakın tarif edilen yerlerin üzerindeki yükler ve sorunlar fazlasıyla çoğaldı. Her şeyden önce bütün dünya ‘Mülteci krizi’ni tartışıyor ve asıl dert, işgallerin ötesinde geçmişteki bu tür reflekslerin yaratmış olduğu kaotik durumun nasıl aşılabileceğine ilişkin çözümlere kafa yormak. Bir de İzlanda üzerinden ‘Kadın lider’ fikriyatını ithal etmeye çalışan Moore’un düşü, Hillary Clinton seçilirse gerçeğe dönüşmüş olacak. Olası bir Clinton döneminde ‘kadın dokunuşu’ Amerikan politikalarını ne kadar değiştirecek, bekleyip göreceğiz. Bu durumda Moore’un birkaç yıl sonraki filminin konusu da belli diyebiliriz, “Hillary’nin Amerika’sı”...
‘BİG BROTHER’ GÜNLERİNDE AŞK
‘Büyük savaş’tan çıkmış bir dünyada aşk adeta en büyük tehlike olarak algılanmakta, toplumun geleceğine ve gündelik hayatına ilişkin her türlü kararı sistem vermektedir. Aldous Huxley’in ‘Cesur Yeni Dünya’sından George Orwell’ın ‘1984’üne, daha sonra da 60’ların ünlü bilimkurgu romanı ‘Logan’s Run’a (ve onun sinema uyarlamasına tabii ki) uzanan bir yolda ilerleyen ‘Aşk Uğruna’ (‘Equals’) temiz bir anlatıma sahip.
Distopik atmosferi başarıyla gerçekleştiren yapımın yönetmeni Drake Doremus. Filmin oyuncu kadrosunda ise şu isimler yer alıyor: Nicholas Hoult, Kristen Stewart, Guy Pearce, Nathan Parker ve Kate Lyn Sheil.
Paylaş