Paylaş
Bir sanatçıyı ölümsüz kılan nedir? Bunun çağdaş dünyada birçok cevabı olabilir ama bize, birkaç yüzyıl öncesinden seslenen bir yaratıcının işinin ne kadar zor olduğu o kadar aşikâr ki... Çünkü gezegen artık onun yaşadığı dönemin çok çok uzağındadır ve geride o denli güçlü ayak izleri bırakmış olmalıdır ki, zamana dirensin, şimdinin sularında da yüzsün ve değerini kaybetmemiş olsun...
Leonardo da Vinci bu tür çizgilerin ideal karşılığı olan bir karakterdi... Bugün sıradanından elitine kime sorsanız insanlık tarihinin hafızasına kazınmış en bilinen resmin, onun fırçasından çıkan ‘Mona Lisa’ olduğunu söylerler... Meseleye daha derinlemesine vâkıf olanlarsa sadece bir ressam değil, heykeltıraş, mühendis, biliminsanı, mimar gibi vasıflara sahip olduğunu da ekleyebilir. O aslında Rönesans’ın belki de en önemli simgesidir. İnsanlık tarihinin bu en büyük dönüşümlerinden biri, çoğu kez onun kişiliğinde ifade edilir...
2019, Da Vinci’nin (1452-1519) aramızdan ayrılışının 500’üncü yılıydı. Bu vesileyle Paris’teki Louvre Müzesi, avlusunda yer alan (inşası sırasında ve sonrasında tartışmalara neden olan ve de 1989’dan beri hizmet veren) ‘Cam Piramit’ dahilinde bir sergi düzenledi. Bu son derece önemli organizasyonda sanatçının dünyanın çeşitli yörelerine dağılmış 160’a yakın eseri toplanarak meraklılarıyla buluşturuldu. Sergi, Vincent Delieuvin ve Louis Frank adlı iki küratörün rehberliğinde, tam 10 yıl süren titiz bir çabayla gerçekleşti. Yönetmen Pierre-Hubert Martin, 2019 sonbaharında gerçekleştirilen söz konusu sergiyi filme alarak bir anlamda sonsuza taşıdı. Bu haftadan itibaren bizim salonlarımıza da uğrayan ‘Louvre Müzesi’nde Bir Gece: Leonardo da Vinci’ (A Night at the Louvre: Leonardo da Vinci), gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki son zamanlarda seyrettiğim en muhteşem belgesel...
90 dakikalık bu özel gösteri, Da Vinci’nin sanatsal yolculuğunu dönemi içinde ele alırken adım adım gelişimini, eserleri eşliğinde perdeye yansıtıyor. Film boyunca sergiyi gerçekleştiren de Vincent Delieuvin ve Louis Frank, bize bu büyük Rönesans ikonunun önemini, değerini, farklılığını gösteren unsurları, son derece anlaşılır metinler eşliğinde sunuyor. İki küratörün yanı sıra Comédie-Française üyesi oyuncu Coraly Zahonero da dış ses olarak anlatıcılığı üstleniyor. Bu muazzam görsel turda, Da Vinci’nin Floransa’dan Milano’ya, oradan da İtalya’nın çeşitli yörelerine uzanan yolculuğundaki tüm durakları gezerken, sanatsal arayışlarına da uğruyoruz. Başlarda boyanın tuvalde kalıcı olabilmesi için bir tür yapıştırıcı ya da bağlayıcı malzeme olarak yumurtayı kullanan ‘üstat’, daha sonra ‘Kuzeyli’ (Flaman) ressamların kullandığı bir maddenin, yağlıboyanın varlığından haberdar oluyor ve resimlerine bambaşka bir boyut kazandırıyor. Keza gölge ve ışık konusunda da kendine özgü arayışları ve çözümleri var.
Da Vinci’nin, belgeselde öne çıkarılan ‘La Belle Ferronnière’ adlı bu çalışmasında Milano Dükü’nün karısı Beatrice d’Este’yi resmettiği sanılıyor....
‘MONA LİSA’YA ZARİF BAĞLANTI
Bu belgeselin bence asıl güzelliği, bütün bu parçaların seyircinin zihninde oluşturduğu sorular ve imajlar... Sanatçının ait olduğu çağa, bizim izleyici olarak içinden geçtiğimiz çağda bıraktığı tortularına, izine, onun insanlığın genel serüvenindeki yerine ait meseleler filmin hatırlattıkları arasında yer alıyor. Bir resmin yüzyıllara direnmesi, zaman zaman yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalması ve korunma çabaları da ‘Louvre Müzesi’nde Bir Gece: Leonardo da Vinci’nin izleyiciye hatırlattığı önemli notlar... Ayrıca ‘Mona Lisa’ya son derece zarif bir bağlantı yapıyor, bu da bence filmin takdir edilmesi gereken yanlarından biriydi. Sonuçta bu önemli sergiyi dünya üstünde kaç kişi gezmiş olabilir ki?
Pierre-Hubert Martin imzalı bu belgesel, çok sayıda insanı Da Vinci gerçeğiyle ve eserleriyle buluşturacak. Üstelik hem şimdiki hem de gelecek kuşakları... Sanatla ilgilenen herkese naçizane şu tavsiyede bulunabilirim: Mutlaka ve mutlaka izleyin.
GÖLGELERİN GÜCÜ...
İlkel teknolojiye sahip bir fabrika ve burada çalışan işçiler... Kime, neye hizmet ettikleri belirsizdir. Kameralarla denetlenirler, hoparlörden gelen komutlarla işlerini yaparlar. Günün birinde, içlerinden biri bu kurulu düzene başkaldırır ve sistemi sorgulamaya başlar. Tabii bu isyankâr tavır, makineleşmiş kitlenin ezberlerini bozar...
Erdem Tepegöz, ilk filmi ‘Zerre’de günümüzden emek problemlerini ve sistemin, boğazını sıktıkça sıktığı insanların dramlarını anlatıyordu. Yukarıda konusunu özetlediğimiz ikinci filmi ‘Gölgeler İçinde’ ise ‘distopik’ bir ortamda yine muktedirlerin sadece çalışmalarını reva gördüğü toplulukları anlatıyor. Özetle; zaman değişse de işçi sınıfının makûs talihi değişmiyor. Öyküsü itibariyle zamansız bir gelecekten günümüze dair göndermeler içeren bu yapım (‘distopya’nın görevi budur zaten!), bireyin kendisine çizilen alanları sorgulama temasına dayanıyor. Gürcistan’daki eski bir tesiste çekilen film, atmosfer kurma ve görüntü yönetmenliği (Hayk Kirakosyan) açısından çok başarılı ama bu tür çabaları dünya sinemasında çok çok eski zamanlardan beri bolca gördüğümüzü söylemeliyim. ‘Gölgeler İçinde’nin farkıysa meseleler bazında değil ama bu dertlerin distopik bir öyküyle aktarılması konusunda sinemamız adına farklı sulara açılması... Filmi Numan Acar sürüklüyor, sistemin temsilcisi rolünde de Vedat Erincin’i izliyoruz.
VE DİĞER SEÇENEKLER
Komedi filmi ‘İyi Olan Kazansın’ı (War With Grandpa) Tim Hill yönetmiş, kadroda Robert de Niro, Uma Thurman, Christopher Walken ve Oakes Fegley gibi isimler yer alıyor. Nisan Dağ imzalı ‘Bir Nefes Daha’da Hayal Köseoğlu, Oktay Çubuk, Eren Çiğdem ve Ushan Çakır oynuyor. Sadullah Şentürk’ün yönettiği ‘Akif’te, İstiklal Marşı’nın yazılma süreci anlatılıyor. ‘Korku Kapanı: Başlangıç’ (Wrong Turn), Mike P. Nelson imzalı. Gerilim yapımı ‘Darlin’i Pollyanna MacIntosh yönetmiş. ‘Kolej Rüyası: Lise Günlükleri’ Can Sarcan, ‘Fecr’ Rotin Engin Tutuş, ‘Me Nokta Ali’ Engin Akyıldırım imzasını taşıyor. Göksel Gülensoy’un ‘Sadan Hanım’ belgeselinde Canan Ergüder, Kenan Ece ve Serap Aksoy başrollerde...
Paylaş