Paylaş
Kaos ve çelişkilerden beslenir, çelişkilerimizle ayakta dururuz. Evet, son kongrede yaşananlardan yola çıkarak daha önce bildiklerimizin bir kez daha tezahürüne ilişkin bir mantıkla hatırladım, girizgâhtaki bu toprakların seslerine ait halet-i ruhiyeyi. Önce Aziz Yıldırım’ın vaat ettiği ‘projelendirme’de kısa bir tur atalım derim. Başkan bu meseleyi genel hatlarıyla ifade ederken Kenan Evren Lisesi'nin yerine AVM ve otel yapma, Fenerbahçe Üniversitesi'nin kurulması, deniz kıyısında otel, restaurant, yaşam merkezleri ve sosyal aktivite alanlarını içeren ‘Fenerland Projesi’nden bahsetti ve Fenerbahçe Bankası ile ilgili çalışmaların da sürdüğünü aktardı.
Bir çocukluk hastalığı: Taraftarlık
Ben zaten doğru örnek değilim, çünkü mazlum, ezilen ve altta kalanların yanında durma refleksimi, hayattaki öncelikli sevdam futbola da taşıdım ve ‘Bir çocukluk hastalığı’ olarak gördüğüm taraftarlık melekelerimi olabildiğimce törpülediğim için takımdan çok adam tutma peşindeyim; uzun süredir. Dolayısıyla zaten bütün bir hayatı tek (ya da iki; ‘Sarı-Lacivert, Sarı-Kırmızı ya da Siyah-Beyaz, fark etmez) renkli görmek problemin en üst basamağı bana kalırsa. Yıldırım’ın vaat ettiği hayat modelinde öyle bir zincir var ki okuduğun üniversiten, yatırımlarını yaptığın bankan, gittiğin restoran, takıldığın mekânlar; hepsi ama hepsi Sarı-Lacivertli renklerle donanmış olacak. Zihniyetin başka ana ya da ara renklere geçit tanımayacak. (“Abartıyorsun, bahsedilen şey bu değil” diyebilirsiniz ama genel konturlar, böylesi bir hayatın tasviri anlamına geliyor, en azından benim için)
Yine karşımıza AVM çıktı!
Tamam, bütün bunlar ‘İdeal ve kulübü ekonomik açıdan ayakta tutacak taraftar’ tipolojisine yönelik hamleler de, İstanbul direnişle dolu koca bir yaz geçirdi ve bu direnişin önemli güçlerinden biri de Fenerbahçeli taraftarlardı. ‘Gezi’ sonrası kazanımlardan ve yaşanılan deneyimlerden biri de ‘AVM’ sözcüğüne olan mesafeli duruş ve tepkiydi. Kadıköy ise var olan güzellikleriyle İstanbul’un (Türkiye’nin ve elbette dünyanın) geneline hâkim olan ‘Vahşi kapitalizm’e belli oranlarda direnmeye çalışan nadide bir soluklanma alanı. Evet, burası da kötü mimarlık örnekleriyle dolu, evet burası da yerleşme açısından problemler taşıyor, evet burası da yer yer genelin zihniyet ifadesini bulduğu yapılara sahip ama yine de ‘Kurtarılma’ ve yarına yönelik mutlu bir gelecekte dönüştürülme ihtimali, İstanbul’un birçok yöresine göre daha bir mümkün. Aziz Yıldırım ise aslında bir politikacı mantığıyla vaatlerde bulundu ve önerileri arasında Kadıköy’de yaşayan bir Fenerbahçeli için aslında pek de hoş olmayacak türden bir 'AVM' artı otel yapma sözünü verdi. Yapılır, yapılmaz bilemem ama bütün bu tablo, bize çelişkilerle ayakta duran yapımızı bir kez daha hatırlatıyor. Çünkü AVM’ye, var olan iktidarın neredeyse bütün icraatlarına, dünyanın ve ülkenin gidişatına ilişkin muhalif noktada bulunan birçok Fenerli, bu seçimde Aziz Yıldırım’ı destekledi. Çünkü kulübünün ‘bağzı’ güçler tarafından ele geçirilmeye çalışıldığını ve bu, ‘kökü dışarıda’ hamlelere karşı koyan tek ismin Yıldırım olduğu kanaatindeydi.
Peki ya seçim sonrası manzaralar? Başkan Yıldırım, bütün bir camiayı kucaklayıcı bir ‘Balkon konuşması’ yapmadı. Aksine sinirli, kızgın ve zaman zaman kendisini o çok belli eden olgunluktan uzak ruh durumunu kürsüye çıkar çıkmaz yansıttı. 11. kez başkan seçilmişsin, bu camia seni sevdiğini ve hâlâ değer verdiğini göstermiş, üstelik bu denli büyük kazanma psikolojisi bilgelik ve özel bir erdem gerektirir ama Yıldırım, hemen birtakım düşmanlardan bahsetti ve Hamdi Akın’ı hedef göstererek öfkesini kustu. Kim ne düşünür bilemem, “İçeride o kadar yattı, bu kadar öfkeyi de mazur görün” diyenler de çıkabilir, bu da kabulüm ama bence doğru olanı yapmadı.
Projeler gerçekçi değilmiş!
Bu arada bizi sadece bu dünyada mutlu ve müreffeh kılmaktan öte, ‘Öbür dünya’ya ait sorunlarımıza da el atmaya kendini adamış bir başbakanımız var. Ve bu uğurda sahip olacağımız çocuk sayısından içtiğimiz içkiye çok çok geniş bir yelpazede mücadelesini sürdürürken yetmiyor; mimariden heykele, milli takım teknik direktörü belirlemeden başbakanlık konutunda otururken seyrettiği vapurlardan kız-erkek ilişkilerini çözümlemeye kadar başka alan ve disiplinlerde de o engin hayat görüşünü bizimle paylaşmaktan çok dayatıyor. Zaman gazetesinin aktardığına göre Başbakan, son olarak partisinin Kızılcahamam kampındaki toplantıda Aziz Yıldırım’ın vaat ettiklerine de tepki gösterirken ‘Fenerbank projesi’nin gerçekçi olmadığını söylemiş ve “Şuraya şunu yapacağım, AVM yapacağım’ demek doğru değil” demiş. Allah’ım şu çelişkiye ve adeta kendiliğinden yapılmış itiraflara bakar mısınız?Başbakan’ın bizatihi kendisi değil miydi ‘Topçu Kışlası’nı yeniden inşa etmek ve burada bir AVM yapmak isteyen. Sahi kime, hangi İstanbullu’ya sorarak bu işe girişmişti? Nitekim toplum bu projeye itiraz etti ve nihayetinde sosyolojik hayatımızın ve belki de Cumhuriyet tarihimizin en büyük katılımlı halk hareketi, sırf bir parkın AVM’ye dönüştürülmesini önlemek ekseninde şekillendi. Üstelik önceki gün sosyal medyada da Başbakan’a yönelik gayet esprili tepkiler vardı; “Kanal İstanbul’ ya da ‘Çılgın proje 2023’ çok mu mantıklıydı da, Yıldırım’ın projeleri beğenilmiyor” şeklinde. Ama galiba Fenerbahçe camiası için asıl yaralayıcı ve “Aziz Yıldırım’ı işte bunun için seçtik” dedirten olay, Trabzonspor maçı sonrası yaşanan olaylarda Başbakan’ın Başkan İbrahim Hacıosmanoğlu’na yönelik “Tavrını, duruşunu takdir ediyorum” açıklamasını yaparken Yıldırım için, “Yeniden başkan seçilmiş, tebrik ederim” türünden bir açıklamayı en azından kamuoyuyla paylaşmamasıydı.
Sonuç? Başta da söylediğim gibi bizi, futbol ya da siyaset fark etmiyor, çelişkilerimiz ve zaman zaman bu çelişkilerden doğan kaos ortamımız ayakta tutuyor. Galiba uzun bir süre daha böyle olmaya da devam edeceğiz…
Paylaş