Paylaş
“Birçoğumuz hayatını dünya kupalarına bakarak ölçer. 1978’deki Hollanda’yı sekiz yaşındaki bir çocuk, 1994’tekini de 24 yaşında bir televizyon araştırmacısı olarak seyrettiğimi gayet net hatırlıyorum. Şimdi Johannesburg’da altıncı dünya kupasına katılan orta yaşlı bir babayım. Yaşlanıyoruz, çevremizdeki insanlar ölüyor, evlilikler sona eriyor ama bu turnuva sonsuz bir çember içinde, aynı formalar ve Maradona’nın yepyeni bir versiyonuyla geri dönüyor. Biz de yetişkinliğimizi bırakıp, tekrar o sekiz yaşındaki çocuk oluyoruz...”
Yazı çizi işindeki insanlar bazen aynı sularda gezen başka kalemleri ve metinleri kıskanır. 2010’de Radikal’de de yazmıştım, Kuper’in bu yazısı, uzun süredir en çok kıskandığım metindi. Çünkü enikonu aynı sularda ben de dolaşıyor, aynı ruh durumunu ben de yaşıyordum. Ama Kuper meseleye benden önce el atmış ve muhteşem tasvirlere soyunmuştu. Evet, naçizane ‘Hep o anlara, ilk dünya kupasına dönmek’ başlıklı o yazımda da belirttiğim gibi ben de her yeni organizasyonda meseleyle haşir neşir olduğum ilk kupaya, ‘Almanya 74’de dönüyorum. Bu yaşımda bile o turnuvanın neredeyse izlediğim bütün maçlarını, kimin kimi nasıl yendiğini, -hatta o dönemde televizyonumuz yoktu- hangi karşılaşmayı hangi komşumuzun evinde ya da kahvede izlediğimi bile hatırlıyorum... Çünkü o kupa benim ilk göz ağrımdı...
AH O PAOLO ROSSI...
BU fikriyattan yola çıkarak bu perşembe Brezilya-Hırvatistan maçıyla start alacak 2014 macerası öncesi anılar galerisine uzanalım ve unutulmaz maçlarımızla şöyle bir hasret giderelim derim... Sözün özü ben kendi unutulmaz üç maçını paylaşıyorum, sizlere de böyle bir listeyi naçizane tavsiye ederim...
1982 İtalya-Brezilya: 3-2. Bence bu maç Dünya Kupaları tarihinin en unutulmazıdır. Bizim kuşak için Brezilya’nın şiirselliği hep kulaktan kulağa bir söylentiden öteye gitmezdi. İlk izlediğimiz kupa olan 74’de ortada yoktular, 78’de Arjantin’in ayak oyunlarına yenik düşmüşler, Dirceu ve Nelinho’yla da ağızlarımıza bir parmak bal çalmışlardı. İlk kez ne kadar muhteşem olduklarına tanık oluyorduk. Zico, Socrates, Eder, Falcao; bütün bu olağanüstü isimlerle dolu kadronun ‘Yüreğinin götürdüğü yere git’ dediğimiz yolculuğuna Paolo Rossi son vermişti. O gün Brezilya çok çabaladı ama Rossi’nin üç golüne engel olamadı. Zico ve arkadaşları ayağa kalktığı her anda İtalyan golcünün darbeleriyle kendilerini tekrar yerde buldu. Mudanya’da bir kahvede izlediğim o maç sonrası ne kadar üzüldüğünü ve uzun süre suskun kaldığı hâlâ hatırlarım.
ZICO VE SAZ ARKADAŞLARI
1982 Almanya-Fransa: 3-3. Zico ve saz arkadaşları kadar Platini’nin Fransa’sı da bir o kadar muhteşemdi benim için o turnuvada. Onlar da ‘Şiir gibi futbol’un Avrupa’daki dizelerine imza atıyordu. Almanlar karşısında yarı finalde özellikle ikinci 45 dakikada çok iyi oynamışlardı. Normal süre 1-1 bitmiş, uzatma bölümünde 92’de Tresor, 96’da Giresse ‘Horozlar’ı 3-1 öne geçirmişti. Lakin Derwall sahaya Rummenigge’yi sürmüş, efsanevi golcü 102’de skoru 3-2’ye getirmiş, bir başka efsane Fischer de 108’de final rüyası gören Fransızlar’ı tatlı uykularından uyandırmıştı. Penaltı atışlarına gidildi ve Six’le Bossis’in yararlanamadığı atışların ardından Germenler 74’den sekiz yıl sonra yeniden final biletini kapmayı bildi (ki 86 ve 90’da da aynı heyecanı tadacaklardı). Bu maçın geride kalan en önemli tortularından biri kaleci Schumacher’in Battison’u acımasızca sakatlaması, diğeri de maç sonu Tigana’nın hüngür hüngür ağlamasıydı...
1974 Almanya-Hollanda: 2-1. Futbolun ruhunu ve yatağını değiştiren Rinus Michels’in Hollanda’sı, Johan Cruyff önderliğinde tarihin en unutulmaz maceralarından birine imza atmışlardı 74’de. Bu hikâyenin ‘Mutlu son’la bitmesi muhtemeldi ama Almanlar, Gary Lineker’in o ünlü sözünü popüler kültürün dağarcığına, meğerse o final mücadelesinde düşürmeyi kafaya koymuşlar da haberimiz yokmuş. Futbolun 22 kişinin oynadığı ve Hollanda yerine Almanlar’ın kazandığı bir oyun olduğunu aslında bu maçta anlamalıymışız!..
Paylaş