Paylaş
5 üzerinden 3 yıldız
Artık sakin bir hayat süren eski silahşor, gün gelir tekrar silahına sarılmak zorunda kalır... Clint Eastwood’un ‘Unforgiven’ında başyapıtını veren ‘western’in bu en klasik teması, Denzel Washington’ın sürüklediği ‘Adalet’te (‘The Equalizer’) modernize edilmiş bir aksiyon olarak karşımıza geliyor... Önce bu bildik şablonun yeniden nasıl kurulduğuna bakalım yani kısaca özet diyelim: Sade ve huzurlu bir hayatın sahibi Robert McCall, tanıdığı bir kızın saldırıya uğramasıyla birlikte bir anlamda sünger çektiği geçmişine geri döner. Olaya neden olanların hesabını görür, fakat bu kez karşısındaki kötülüğün çapı büyür. Çünkü Rus mafyasının tekerine çomak sokmuştur...
Denzel Washington ve Antoine Fuqua’nın bir önceki buluşması olan ‘İlk Gün’ (‘Training Day’), siyahi yıldıza kariyerinin en büyük ödülünü (‘En iyi erkek oyuncu’ Oscar’ı) getirmişti. İkili, 13 yıl sonra yeniden ‘Adalet’ vesilesiyle bir araya gelirken kuşkusuz bambaşka bir filme imza atmışlar. Senaryosunu Richard Wenk’in kaleme aldığı ‘Adalet’in ilham kaynağı, 1985-89 yılları arasında çekilmiş aynı adlı TV dizisi. Öte yandan öykünün oturduğu gövde de hem eski silahşorun tekrar silahına sarılması hem de vakti zamanında Charles Bronson ve Clint Eastwood filmlerinde sıkça rastladığımız ‘Kendi adaletini kendin sağla’nın yeni bir türevi...
Bütün bu bildiğimiz formüllere, klişelere rağmen ‘Adalet’ kendisini izletmesini bilen bir film olmuş. Foqua, sakin biçimde önce ana karakterinin kendine özgü dünyasının temel taşlarını örmüş. Sonraları yardım elini uzatacağı Alina’yla 1930’lar stili dekoruyla bir ‘Yalnızlar rıhtımı’nı andıran kafede ilişkisini daha sağlam temeller üzerinde inşa ederken araya ‘Yaşlı Adam ve Deniz’ini ‘sıkıştırmış’. Öyle ki McCall’la fahişelik yapan genç kız arasındaki diyaloglar, Hemingway’in romanı üzerinden gelişir bir hal almış...
Bu yumuşak giriş daha sonra yerini pür aksiyona bırakıyor. McCall ilk adımda ortalığı temizlemeye çalışırken, beklendiği gibi sonraki turlarda kendisini çok daha zorlu rakipler bekliyor. Sistemin en üstündeki kötü adam Puşkin’in (o güzelim şairin ismini böylesine bir karaktere vermek de vicdansızlık olmuş!) uygulamadaki uzantısı olan Teddy, bütün bu süreçteki en zorlu dönemeç olarak beliriyor...
MARTİN CSOKAS’A DİKKAT!
Denzel Washington’a ‘En iyi erkek oyuncu’ dalında Oscar getiren ‘Training Day’i de Antoine Fuqua yönetmişti.
Foqua, klişelere yaslanarak ilerleyen bir öyküyü heyecanını sonuna dek yitirmeyen dinamik bir anlatımla ayakta tutuyor ve görsel açıdan çekici kılıyor. Keza oyunculuklar da bu çekiciliği besleyen unsurlardan. Denzel Washington, daha önce bu türden gizemli kahramanları defalarca canlandırdı (somut bir örnek mi; mesela ‘Tanrının Kitabı’ndaki ‘Eli’). Dolayısıyla McCall karakterinin üstesinden de gayet başarılı bir şekilde geliyor. Öykünün ‘psikopat’ kötüsü Teddy’de Martin Csokas’ı izliyoruz. Bazı kadrajlarda görsel açıdan Kevin Spacey esintileri sunan genç oyuncu, sanırım kariyerinin en etkileyici performansıyla karşımıza çıkıyor. Geçen hafta gösterime giren ‘Eğer Yaşarsam’da da rol alan Chloe Grace Moretz, Alina’da az ve öz boy gösteriyor... Melissa Leo ve Bill Pullman da ‘Ustalara saygı’ kabilinden hoş bir sada bırakıyor...
‘İlk Gün’ (‘Training Day’), sistemin kötülüklerinde dolaşırken son derece gerçekçi portreler sunan bir polisiye dramaydı. ‘Adalet’ ise ‘İlk Gün’e hâkim olan ‘kötü polis’ tiplemesini ana resmin yan unsurlarından biri olarak kullanıyor (Ah şu Boston polisleri). Zaten genel bir bakışla iki film arasında Foqua-Washington işbirliği ve dinamik anlatımdan başka bir benzerlik yok. Bir de ‘şimdiki zaman suçluları’ndan ‘Rus mafyası’nı hedefe koyarak kolaycılığa kaçtığının da altını çizelim. Sonuç olarak kaliteli bir aksiyon izlemek istiyorsanız buyrun salona derim...
Paylaş