‘Acılara tutunmak'

İnsanın yüreğini dağlayan sesiyle, yaşadıklarıyla ve kocasından gördüğü şiddetin yanı sıra trajik sonuyla toplumsal hafızamızdaki yeri derin olan bir isim, Bergen. Hayatını anlatan filmde Farah Zeynep Abdullah, ‘Acıların Kadını’ olarak bilinen sanatçıyı canlandırırken şarkılarını da söylüyor, etkileyici bir performans sergiliyor. Mehmet Binay-M. Caner Alper ikilisinin imzasını taşıyan ‘Bergen’, ‘kadın cinayetleri’ meselesine de dikkat çekiyor.

Haberin Devamı

Sinemamız, arabesk müziğin trajik öykülere sahip yıldızlarını perdeye taşımayı sürdürüyor. Bu güzergâhta kapıyı ilk olarak ‘Müslüm’ aralamıştı, sonrasında ‘Dilberay’ı izledik, şimdi de sırada ‘Bergen’ var... Hemen şu notu düşelim: Bu toplam içinde Mersin doğumlu sanatçının
yeri elbette farklı; çünkü yeterince çileli geçen hayatı, yaşadıklarının müsebbibi olan kocası tarafından öldürülmek suretiyle sonlandırılmıştı.

‘Acılara tutunmak

‘Zenne’ ve ‘Çekmeceler’ filmleriyle tanıdığımız Mehmet Binay ve M. Caner Alper’in imzasını taşıyan, gerçek adıyla Belgin Sarılmışer’in biyografisi niteliğindeki yapım, ana karakterinin öyküsünü çocukluğundan itibaren ele alıyor. Ailesi kendi içinde kırılmalar yaşarken kahramanımız annesiyle birlikte Ankara’ya taşınıyor, konservatuvarın orta bölümüne kaydoluyor, sonrasında geçimini sağlamak amacıyla PTT’de çalışıyor. Okuldan arkadaşlarıyla katıldığı bir kutlamada söylediği şarkı mekân sahibinin ilgisini çekiyor ve sahne hayatı başlıyor. Yazı boş geçirmemek adına Adana’dan gelen teklifi kabul ediyor ve bu kararı, onun için dönüm noktası oluyor.
Halis Serbes adlı kendisinden yaşça büyük bir müşteri her gece onu dinlemeye geliyor. Çok geçmeden de artık sahne adı Bergen olan genç şarkıcıya aşkını ilan ediyor ve evleniyorlar. Başlarda her şey yolunda giderken kocası gaddar yüzünü göstermeye başlıyor... Dayak, yüzüne atılan kezzap, bir gözünü kaybetmesi ve nihayetinde trajik sona doğru ilerleyen süreç...

Haberin Devamı

Bu hayat hikâyesine daha önce Canan Gerede, 1995 tarihli ‘Aşk Ölümden Soğuktur’la uğramıştı. Keza Bergen de kendi serüveninden parçalar taşıyan, 1986 yapımı ‘Acıların Kadını’ (Yön: Ülkü Erakalın) adlı yapımda bizatihi kendi dramını sinemaya taşımıştı. Binay-Alper ortaklığının ürünü filmse genel hatlarıyla derli toplu bir biyografi olmuş. Yıldız Bayazıt-Sema Kaygusuz ikilisinin kaleminden çıkan senaryo da serinkanlı bir duruşu tercih etmiş. Önceki biyografik adımlarda sanatçıların serüvenlerindeki acı boyutunun altı fazlaca çizilmiş ve seyircinin gözyaşlarını akıtmak için sanki özel olarak çaba harcanmıştı. ‘Bergen’deyse acı dozajı belli noktalarda tutulmuş, daha sakin bir anlatım ön plana çıkmış.

Haberin Devamı

‘Acılara tutunmak

Abdullah’ın yeteneği

Oyunculuklara gelince... Farah Zeynep Abdullah, Bergen’de etkileyici bir performans sergiliyor. Ayrıca ana karakteri sahnede izlediğimiz bölümlerde şarkıları onun sesinden dinliyoruz. Abdullah kuşkusuz kuşağının yetenekli isimlerinden. Çağan Irmak’ın ‘Unutursam Fısılda’sına (orada da sonradan yolu açılan bir şarkıcıyı oynuyordu) ilişkin eleştiri yazımda da belirtmiştim, ‘borderline’ karakterler ona daha fazla yakışıyor, üzerine tam oturuyor gibi. Keza hasta ruhlu kocada Erdal Beşikçioğlu’nun, Bergen’in sahne arkadaşı Nadire’de Nergis Öztürk’ün ve annesi Sabahat’te Tilbe Saran’ın karakterlerini fazlasıyla inandırıcı kıldıklarını söyleyebilirim.

Filmin eksik yanlarıysa;

Haberin Devamı

bu öykü bir-iki tane görkemli, sinematografik açıdan etkileyici (‘Bohemian Rhapsody’ ya da ‘Rocketman’de rastladıklarımız türünden) konser sahnesi istiyormuş sanki. Ayrıca eğitimli bir müzisyen olan Belgin’in arabesk müziğe dönüşümü de çok iyi anlatılmamış; mesela YouTube’da rastladığım eski bir TRT arşiv görüntüsünde Bergen bizatihi kendisi bu durumu açıklıyordu.

Son olarak dayaktı, kezzaptı; ruhsal ve bedensel travmalarla örülü bu acılı öykünün kapıldığı girdapta ‘kadın cinayetleri’ meselesi var. Bu topraklarda Bergen ya da Dilberay gibi sanatçı kimliğine de sahip olsanız erkek şiddetinin ve vahşetinin hayatınıza kastetme olasılığı yüksek. Mehmet Binay-M. Caner Alper imzalı yapım, konunun bu yönüne dikkat çekiyor ve İstanbul Sözleşmesi’nin önemine ilişkin hatırlatmada bulunuyor; ‘Bergen’ bu yanıyla da kayda değer bir çalışma...

Haberin Devamı

‘Acılara tutunmak

‘Çürümüş bir şeyler var şu Gotham krallığında...’

İlk kez suretini 1989 tarihli ve Tim Burton imzalı yapımda görmüştük; o zamandan bu yana Michael Keaton, Val Kilmer, George Clooney, Christian Bale ve Ben Affleck derken farklı aktörler eşliğinde birçok ‘Batman’ filmi izledik. 1939’da
Bob Kane ve Bill Finger ikilisinin yarattığı çizgi roman karakterinin sinemadaki bu yansımaları farklı dokunuşların ifadesi oldu. Kimi aksiyonu, kimi atmosferi önemsedi, Christopher Nolan, Joker üzerinden kötülüğü ön plana çıkardı ve seriye felsefe kattı. Artık huzurlarımızda Matt Reeves’in çektiği ve senaryosunu Peter Craig’le birlikte yazdığı ‘Batman’ (The Batman) var.

Haberin Devamı

Bu yeni sürüm, seriye yepyeni soluk kazandırmış. Kahramanımız artık her türlü kurumuyla çürümüş bir Gotham City evreninde adaleti sağlamakta zorluk çekiyor. Öte yandan benzer yaklaşımlara sahip The Riddler adlı antikahraman beliriyor. Ama bu antikahraman Batman’den ve polis camiasındaki yakın dostu Komiser Gordon’dan farklı olarak ahlaki açıdan problemli gördüğü yetkilileri ortadan kaldırıyor. Ve her cinayeti aynı zamanda Batman’e yönelik mesajlar barındırıyor. Kentin suç dünyasında hizmet veren ama gerçekte Bruce Wayne-Batman ikili kimliği gibi hareket eden Selina Kyle, namı diğer ‘Catwoman’ da yeni bir yardımcı olarak ortaya çıkarken birlikte ‘resmi’ ve ‘gayriresmi’ kötülere karşı mücadele ediyorlar.

Bu ‘Batman’ bildiğimiz süper kahraman filmlerinden değil. Daha doğrusu öyküsü, ritmi, dertleri ve tarzı itibariyle eski model bir yapının yansıması. Bu filmi 70’lerde izleseydiniz şaşırmazdınız. Görsel atmosferi kimi klasikleri hatırlatıyor. Sürekli yağan yağmur ve şehrin genel görüntüsü ‘Blade Runner’ (Ridley Scott’ınki tabii) tadında. Ama karanlık gökyüzü ve The Riddler portresi bizi David Fincher’ın iki yapıtına; ‘Zodiac’ ve de ‘Se7en’a götürüyor. Antikahraman adeta ‘yedi ölümcül günah’ın izlerini sürüyor. Batman ve Komiser Gordon ‘Se7en’daki ‘Mills-Somerset’ (Brad Pitt-Morgan Freeman) ikilisini andırıyor. Batman de varoluşunu, ailesinin kendisine bıraktığı mirası sorguluyor. Senaryo, iyi-kötü çatışmasını ‘Wayne hanedanının vârisi’ sıfatı üzerinden “Her şey sınıfsaldır” düzleminde okuyor. Ama çizgi romanın temel doğrusu ‘zengin ve iyi’ (!) üzerine kurulu olduğu için ‘kötü’yü önceki filmlerdeki Joker gibi bir portrede işlemiyor.

Robert Pattinson’ın en iyi ‘Batman’lerden biri olacağına kuşku yok; maske, kostüm ve genel hava itibariyle yeni kimliği kendisine çok yakışmış. Keza Zoe Kravitz de çok iyi bir ‘Catwoman’. Pattinson’la aralarındaki kimya üst düzeyde. Mafyatik Carmine Falcone’de John Turturro ve The Riddler’da Paul Dano her zamanki ışıltılarındalar. Komiser Gordon’da Jeffrey Wright, Alfred’de de Andy Serkis gayet başarılı Sonuç olarak bu ‘Batman’ gişeye ve şimdiki zamanın ‘süper kahraman’ hayranlarına değil, bizim gibi eski usul seyirciye sesleniyor. Kesinlikle kaçırmayın.

‘Acılara tutunmak

Ve diğer seçenekler...

Danimarka’da yaşayan Afgan kökenli eşcinsel bir göçmenin hikâyesi... En İyi Belgesel, En İyi Animasyon ve Yabancı Dilde En İyi Film’de Oscar’a aday olan ‘Kaçış’ı (Flee) Jonas Poher Rasmussen yönetmiş. 20 yıl önce eğitim için Antakya’ya bağlı Keskincik Köyü’nden ayrılmak zorunda kalan Ahmet, şimdiki zamanda benzer mücadeleyi vermeye çalışan kardeşlerine destek için yaşadığı Fransa’dan döner ve onların çabasını kayıt altına alır. Ahmet Necdet Çupur imzalı ‘Yaramaz Çocuklar’ adlı bu belgeselde Zeynep, Mahmut ve Nezahat Çupur rol alıyor.  

 

Yazarın Tüm Yazıları