Wonder Woman 1984‘SÜPER’LERİ ÖZLEYENLERE
Normalde Ekim 2020’de salonlarımızda ağırlayacaktık kendisini ama kısmet değilmiş. ‘Wonder Woman 1984’, DC’nin ‘Süper’ kahramanlarından ‘Wonder Woman’ın beyazperdedeki ikinci solo çalışması. Başrolde, ilk adımda olduğu gibi Gal Gadot’u izleyeceğimiz Patty Jenkins imzalı yapımda Cheetah’ya karşı verilen mücadelenin izlerini süreceğiz.
UndineMİTOLOJİK ‘SULAR’
Berlin’de rehberlik yapan ve erkek arkadaşı tarafından terk edilen genç bir kadının, hayatındaki yeni bir seçenekle birlikte açıldığı farklı sular… Alman yönetmen Christian Petzold, mitolojik bir karakteri günümüze taşımış ve yine ilgiye değer bir filme imza atmış.
The King's Man: BaşlangıçKÖTÜLÜK KOL GEZİYOR
1) Avustralya tarihinin en ilginç figürlerindenKELLY ÇETESİ’NİN GERÇEK HİKÂYESİ / TRUE HISTORY OF THE KELLY GANG
Kimilerine göre bir halk kahramanı, kimilerine göre azılı bir katildi. Justin Kurzel’in filmi Avustralya tarihinin en ilginç figürlerinden İrlanda kökenli yasadışı karakter Ned Kelly’nin kısa sürmüş hayatını etkileyici bir atmosferde anlatıyordu.
2) Yıkılmadım, ayaktayım...BOYALI KUŞ / THE PAINTED BIRD
İkinci Dünya Savaşı ortamında küçük bir Yahudi çocuğun her türlü şiddet ve taciz altında hayatta kalma mücadelesi. Jerzy Kosinski’nin ünlü romanını Vaclav Marhoul, çarpıcı, sarsıcı anlar ve siyah-beyaz görüntüler eşliğinde perdeye taşımış.
3. Tercümanın vicdanıRESMİ SIRLAR / OFFICIAL SECRETS
1. SKANDAL / BOMBSHELL #MeToo hareketinin ilk filmi
Jay Roach imzalı yapım, Amerikan Fox News kanalında, uzun süredir çalışanlarına tacizde bulunan, nihayetinde 2016’da suçları ortaya çıkarılan yönetici Roger ailesini perdeye taşıyordu. Ana kurbanlarından Gretchen Carlson’la Megyn Kelly odağında yaşanan kadın dayanışmasının hikâyesi. #MeToo hareketinin sinemadaki ilk önemli adımı niteliğinde. Başrollerinde Charlize Theron, Margot Robbie, Nicole Kidman ve John Lighgow vardı.
2. TEK BAŞINA / NORTH COUNTRYErkek egemen zihniyete karşı
80’ler sonunda Minnesota’da bir madende çalışan genç bir kadının erkek egemen zihniyete ve iş hayatındaki cinsel tacizlere ilişkin yasanın çıkarılmasına dair verdiği mücadelenin öyküsü. Niki Caro’nun gerçek olaylardan sinemaya taşınan yapıtında ana karakteri canlandıran Charlize Theron, performansıyla ‘En İyi Kadın Oyuncu’da Oscar’a aday olmuştu.
3. DOLORES CLAIBORNEGeçmişin tozlu sayfalarında…
1) SEN ŞARKILARINI SÖYLE / INSIDE LLEWYN DAVISGitarımla sana bir ses verebilseydim...
60’lar ve tutunamayanlar hanesinde kendine yer açmış bir folk şarkıcısının öyküsü… Coen Biraderler’in bu hüzünlü ve enfes filmi, izleyenleri “Bob Dylan’ın hikâyesinden esintiler mi taşıyor” sorusuyla baş başa bırakıyor. Oscar Isaac, Carey Mulligan, Adam Driver, Justin Timberlake, John Goodman gibi isimlerin sürüklediği filmin unutulmazları arasında müzikleri (mesela ‘Hang Me, Oh Hang Me’ şarkısı) kadar Ulysses adlı kedi de var.
2) AMADEUSKıskanma ne olur…
Müzik tarihinin dehalarından Wolfgang Amadeus Mozart’ın gelgitli hayatına, onun bütün başarılarını kıskançlıkla izleyen dönemin müzik otoritelerinden Antonio Salieri’nin cephesinden bakan bir hikâye. Peter Shaffer’ın büyük ilgi görmüş tiyatro oyununun uyarlaması olan yapımı Milos Forman çekmiş, film sekiz dalda Oscar almıştı.
3) CAZCI KARDEŞLER / THE BLUES BROTHERSHayırlı bir iş için…
1) UYANIŞLAR / AWAKENINGSBir mucizenin peşinde…
Oliver Sacks deneyimlerini aktardığı kitaplarından birinde ‘uyku hastalığı’na tutulmuş bir grup insanın bir ilaçla uyanmasını ve hayata karışmalarını anlatır. Söz konusu kitaptan uyarlanan filmde asosyal bir doktorun değiştirdiği hayatların öyküsünü izleriz. Penny Marshall imzalı yapımın başrollerinde Robin Williams, Robert De Niro, Penelope Ann Miller ve John Heard var.
2) TANRIYI OYNAYANLAR / SOMETHING THE LORD MADEKalbimiz her daim onlarla!
Dönemin öncü ismi Dr. Alfred Blalock’la hademe olarak işe alınmış (aslında marangozdur) ve sonradan asistanlık görevini üstlenmiş Vivien Thomas’ın 1940’larda çok zor koşullar altında kalp ameliyatı konusunda çığır açmalarının öyküsü. Yönetmenliğini Joseph Sargent’ın üstlendiği yapımda ikiliyi Alan Rickman ve Mos Def canlandırıyor.
3) FRANKENSTEIN / MARY SHELLEY’S FRANKENSTEINVarolmanın dayanılmaz ağırlığı…
1) BABA / THE GODFATHERMafyanın destansı yüzü...
New York’taki yeraltı dünyasının ana unsurlarından biri olan İtalyan kökenli bir aile ekseninde mafyanın iç işleyişine, dinamiklerine, örgütler arası çekişmeye ve ilişkilere dikkat çeken bir klasik. Mario Puzo’nun romanından uyarlanan, Francis Ford Coppola’nın bu yapıtı ‘bütün zamanların en iyi mafya filmi’ kabul edilir. Birçok sahnesi ve Nino Rota’nın müziği unutulmazdır. Sonradan bir üçlemeye dönüştü.
2) SIKI DOSTLAR / GOODFELLASBir itirafçının anıları...
Mafyadaki dengeler, dostluklar, ihanetler, örgüt içi cinayetler üzerine son derece gerçekçi gözlemlerle dolu bir yapım. Martin Scorsese’nin bu unutulmaz yapıtı, Henry Hill adlı bir gangsterin öyküsünü anlatan Nicolas Pileggi imzalı ‘Wiseguy’ kitabından sinemaya uyarlanmıştır.
3) DOKUNULMAZLAR / THE UNTOUCHABLESAl Capone’u vur ötekine!
Kuşkusuz tarihin en büyük futbolcusuydu, en çizgi dışısı, belki de en yaralısı ve de en renklisi. Ona ‘Maraba Televole’ derken de rastlayabilirdiniz, Fidel Castro’ya vücudundaki dövmeleri gösterirken de... Carlos ‘El Turco’ Menem’le Başkanlık Konutu’nda maç seyrederken ya da Hugo Chaves’in mitinginden insanlara seslenirken de... Çok özel bir kimliğe sahipti ama bu ayrıcalığını hep ezilenlerden yana kullandı. Fakir bir aileden geliyordu, kuşkusuz futbol onun ve yakın çevresi için bir sınıf atlama aracıydı ama o oyunun çocuksu coşkusuna hep sadık kaldı. Mahalle arasında, bıraksalar hava kararıp göz gözü görmeyinceye kadar top oynayacak çocuklar vardır ya, onlardan biriydi Maradona. Pek de başarılı olamadığı teknik direktör kimliğine sahipken bile saha kenarında yerinde duramıyor, oyuna olan bağlılığını, heyecanını göstermeden edemiyordu.
<iframe width="1280" height="720" src="https://www.youtube.com/embed/85XbfpDT78M" frameborder="0" allow="accelerometer; autoplay; clipboard-write; encrypted-media; gyroscope; picture-in-picture" allowfullscreen></iframe>
Onu özel kılan unsurların başında kuşkusuz Napoli ve Arjantin Milli Takımı gibi dönem itibariyle ortalama oyuncuların yer aldığı ekiplerin yükünü tek başına üstlenerek onları zirveye taşıması geliyordu. Futbol tarihinde böyle başarılar çok nadirdir. Üstelik yıldızların bugünkü gibi korunmadığı, sistemin sarı ve kırmızı kartlarla eldeki değerleri el üstünde tutmadığı, kol kanat germediği bir dönemde çıkıp topunu oynadı, sayısız tekmeye, darbeye karşı koydu ama hiç sızlanmadı; her seferinde ayağa kalktı ve kaldığı yerden resitallerine devam etti.
ÇİZGİ DIŞINA ÇIKTI
Hayat onu çizgi dışına davet etti, o da bu çağrılara hep kulak verdi. Uyuşturucu sığındığı bir limandı belki de... Çocukken toprak sahada düşe kalka yolunu bulan, yetenekleri üst seviyedeki Lanus’lu çocuk, hayatı da böyle yaşadı. Günümüzün yıldızlarından farkı, bütün bir ulusun (Arjantin) ya da bir kentin (Napoli) kalbini, ruhunu, umutlarını, sevinç ve üzüntülerini üzerinde taşımasıydı. Özellikle Serie A’daki mücadelesi muhteşemdi, ‘Kuzey’in şımarık çocuklarına karşın Güney’i zafere taşıdı ve Napoli’ye tarihin ilk ve ikinci şampiyonluklarını kazandırdı. Meksika 86’da İngiltere’ye elle attığı, pek de ahlaki kabul edilmeyecek golün savunması ancak onun ince zekâsına ve hazır cevaplılığa yakışırdı. Oysa o gole ihtiyacı yoktu ki, gerekirse çıkar bir tane daha atardı.
KÖKLERİNE İHANET ETMEDİ
O kadar içten, o kadar samimiydi ki, 86’da elindeki kupa da, 90’da finalde Batı Almanya karşısında kaybedilen final sonrasındaki gözyaşları da ona çok yakışıyordu. Çünkü ışıltının içinde saf bir gerçeğin ifadesiydi. Hayatını da herkesin önünde tüm eksikleri ve fazlalıklarıyla dolu dolu yaşadı, hep ezilenlerin yanında yer aldı ve perdeyi ne yazık ki erken kapadı. Özü itibariyle bir 20 yüzyıl efsanesiydi, lakin 21. yüzyılda da ışıltısını korudu. Bir daha öylesi gelmez. Futbol denen oyunun tüm güzelliklerine imza attı ama özellikle zamane yıldızları gibi ‘tertemiz’, ‘pir-ü pak’ bir profil sunmadı; çamurlu sahalardan geliyordu, üstündeki kiri-pası hep korudu ve çok çok özel bir efsane olarak tarihteki yerini aldı. Köklerine ihanet etmedi, bir anlamda kalbi de ayağı da hep solda attı! İyi seni tanıdık, iyi ki seni izledik ve çok çok sevdik.
İstanbul Film Festivali, yine yeni bir seçkiyle dijital ortamda izleyicisiyle buluşuyor. ‘Kasım seçkisi’ adı altında sunulan program, kimi festivallerde ilk gösterimlerini yapmış filmleri içeriyor.
filmonline.iksv.org adresinden izlenecek bu yapımların biletleri aynı site üzerinden alınabilecek ve gösterime açık kaldıkları beş gün boyunca izlenebilecek. Her gün 21.00’de bir film gösterime açılacak ve beş gün sonra 21.01’de gösterimden ve sistemden kalkacak. Önceki seçkilerde olduğu gibi her seansın bilet kapasitesi sınırlı. Filmlere teker teker bilet alınacak veya ‘Kombine Film Paketi’ satın alarak 10 filmin tamamı daha avantajlı bir fiyatla izlenecek (tek bilet 11 TL, Kombine Paketi 90 TL). Bu arada Türkçe altyazılı olarak yapılacak gösterimlere yalnızca Türkiye’den erişilecek. Filmlerin bu haftaki programıysa şöyle:
Nerede O Eski Mafyalar (La Mafia non e piu quelle di una volta)
Bu çarpıcı belgeselde yönetmen Franco Maresco, Sicilya üzerine çektiği karelerle ünlü efsanevi fotoğrafçı Letizia Battaglia’yla işbirliğine gidiyor ve mafya-devlet ilişkilerinin zaman içindeki dönüşümü perdeye taşınıyor. Gösterimde kalma süresi: Bugün 21.00 - 26 Kasım 21.01
Denize Açılan Pencere (Una Ventana al Mar)
Kendine dair bir şeyler yapmak için son bir şansı kaldığını hisseden orta yaşlı bir kadının Bilbao’dan yola çıkıp Yunanistan’a uzanan yolculuğunun hikâyesi. Film, Miguel Angel Jimenez imzasını taşıyor.