60’lık ‘Cesuryürek’

Mel Gibson 60’ında silaha sarılıyor ve kızını, peşine düşen uyuşturucu çetesinden korumak için çabalayan eski bir mahkûm babayı canlandırıyor. ‘Kan Bağı’, aksiyonun ayağı yere basan duygusal tonlarla dengelendiği biri çalışma olmuş.

Haberin Devamı

Kuşkusuz kariyeri boyunca en çok ‘Mad Max’ ve ‘Cehennem Silahı’ (‘Lethal Weapon’) serileriyle tanındı. Ama yakın dönemdeki ‘tekil’ adımlarına bakıldığında onu daha çok ‘Baba’ rollerde gördük. Bu kulvardaki başlıca filmleri ‘The Patriot’, ‘İşaretler’, ‘Edge of Darkness’ gibi yapımlardı (koca bir ülkenin babası (!) olduğu ‘Braveheart’ı ayrı bir yerde tutmak lazım tabii ki).

 

Evet, Mel Gibson son çalışması ‘Kan Bağı’nda (‘Blood Father’) yine babalığı hatırlıyor ve başı belaya giren kızı için silaha sarılıyor. New York doğumlu, Avustralya ‘büyümeli’ (!) oyuncu-yönetmenin sürüklediği yapımın konusu kısaca şöyle: İçerde kaldıktan sonra şartlı tahliyeyle salıverilen John Link, hayatını yaşadığı karavanda dövme yaparak kazanmaktadır. Babasından ayrı bir yaşam süren 17 yaşındaki kızı Lydia ise şiddet dolu bir dünyanın parçası olmuştur. Bir uyuşturucu kartelinin üyesi olan Meksika kökenli erkek arkadaşıyla giriştikleri soygunda işler ters gider ve çareyi, yıllardır görmediği babasının yanına sığınmakta bulur. Bu durum, John’un geçen yıllarda kızıyla arasında açılan mesafelerin bir bakıma kapanma fırsatıdır...

 

Haberin Devamı

‘HALK DÜŞMANI’NIN YÖNETMENİ

 

1966 Paris doğumlu Jean-François Richet, ABD’de çektiği bir John Carpenter yeniden çevrimi ‘Assault on Precinct 13’le dikkat çekmişti. Daha sonra Fransız suç tarihinin ünlü kişiliklerinden, ‘Halk Düşmanı’ lakaplı Jacques Mesrine’in biyografisini, iki filmlik (‘L’instinct de mort’ ve ‘L’ennemi public no:1’) bir çabayla perdeye taşımıştı. Son olarak geçen yıl 1977 tarihli eski bir Claude Berri filmini (‘Un moment d’egarement’) yeniden çeken Richet, filmografisine bakıldığında aksiyona hâkim bir yönetmen. Fransız sermayesiyle ABD’de çektiği ‘Kan Bağı’nda ise aksiyon ön planda. Baba-kız arasındaki ilişkinin gidip gelmeleri ise öyküye duygusal bir derinlik katılmasını sağlamış. Bu derinlikte, kuşkusuz senaryonun Peter Craig’in aynı adlı romanına dayanmasının da payı var. Richet’nin kerameti, sanırım bu hikâyeyi akıcı bir rejiyle aktarmasında beliriyor.

 

 

 

Haberin Devamı

‘HÂLÂ FORMDAYIM’ MESAJI

 

Öte yandan ‘Kan Bağı’ asıl olarak, en son ‘Ustura Dönüyor’, ‘Cehennem Melekleri 3’ gibi vasat yapımlarda izlediğimiz Mel Gibson’ı bir anlamda yeniden parlatan bir proje olmuş. 60 yaşındaki aktör, aksiyon sahnelerinde “Hâlâ formdayım” tadında görüntüler sunarken otoyolda, elinde silahla motosiklet üzerinde verdiği kareler de ‘Mad Max’ günlerine bir gönderme gibi durmuş. Zamanında defalarca çizgi dışına taşmış babanın benzer bir kaderi yaşamaktan kaçınan kızı Lydia’da da, daha önce başta ‘True Dedective’ olmak üzere kimi dizilerde boy gösteren genç oyuncu Erin Moriarty inandırıcı bir kompozisyon çiziyor. Lydia’nın Meksikalı erkek arkadaşı Jonah’ta Diego Luna da gayet iyi bir performans ortaya koyarken Link’in kader arkadaşı Kirby’de William H. Macy her zamanki standartlarında.

 

Haberin Devamı

Sonuç olarak ‘Kan Bağı’ kısır haftanın yetişkinler açısından en dikkate değer çalışması, duygusal tonlara da sahip suç filmlerine ilgi duyanlar için tavsiye edebiliriz.

 

BU KEZ ARAMA SIRASI DORİ’DE

 

arika animasyonların yaratıcısı Pixar şirketinin medar-ı iftiharlarından biri de ‘Kayıp Balık Nemo’ydu (‘Finding Nemo’). Kahramanının ismini Jules Verne’in ünlü eseri ‘Denizler Altında 20 Bin Fersah’taki denizaltıdan alan 2003 tarihli yapım, yumurta halindeki 399 kardeşini bir baraküdaya kaptıran küçük bir palyaço balığının serüvenlerini anlatıyordu. Bir arayış hikâyesi (baba balık Marlin, oğlu Nemo’yu arıyordu) olan film yetişkinlere de seslenmeyi başarıyor ve ‘Jaws’, ‘Kuşlar’, ‘Sapık’, ‘Stalag 19’ gibi klasiklere yaptığı göndermelerle de özellikle eleştirmenlerin gönlünde taht kuruyordu.Pixar 13 yıl sonra aynı projeyi bir nevi yeniden anlatmış ve bu kez, ilk filmin ara karakterlerinden, unutkanlığıyla ünlü Mavi Tang balığı Dori’nin hikâyesine odaklanmış. ‘Kayıp Balık Dori’ (‘Finding Dory’) isimli bu yeni adımda kahramanımız hafızasını zorlayarak anne ve babasının yanı başından nasıl olup da uzaklaştığını hatırlamaya çabalıyor ve yeniden ‘Mutlu aile’ tablosunu yaratmak için upuzun bir yolcuğa çıkıyor. ‘Nemo’yu Andrew Stanton yönetmiş, Lee Unkrich de asistanlığını üstlenmişti. ‘Dori’de yönetmen yine Stanton, asistan görevinde ise bu kez Angus MacLane ismine rastlıyoruz. ‘Kayıp Balık Dori’, belli ölçülerde esprili, yer yer de aksiyon dolu (özellikle trafikteki sahneler) bir animasyon olmuş. Ama Stanton’ın son hamlesi asla bir ‘Kayıp Balık Nemo’ değil. Bir kere öykü, öncüsü kadar sürükleyici değil, ayrıca ilkinden dolayı tanıdık. Keza ‘Nemo’daki ince ve zekâ dolu göndermeler, dokunuşlar ‘Dori’de yok. Sanki bu ikinci adım yetişkinlere seslenme gibi bir derdin peşine düşmemiş. Ama yine de belli oranda standartları tutturduğunu söylemek mümkün.Son olarak, filmin Türkçe dublajlı vizyona çıktığını söyleyelim.    

 

 

 

Haberin Devamı

CİN OLA, HARMAN OLA…

 

 

‘Siccin 3: Cürmü Aşk’, sinemamızı sarıp sarmalayan, son dönemin belirgin gerilim modeli ‘Cinli gerilim filmleri’ furyasının son halkalarından. Bir trafik kazası sonrası genç bir patronla kayınbiraderinin ayrı ayrı yaşadıkları psikolojik durumlara odaklanan film, elini finalinde belli eden bir senaryonun ifadesi... Bu türe denecek bir şey yok, ayrıca sinema bu; isteyen istediğini çeker. Lakin hiçbir estetik ve kendi içinde tutarlılık içermeyen ve de tıpkı komedi filmleri kategorisinde olduğu gibi sadece “Hazır seyirci var, ne çeksek gidiyor” mantığıyla önümüze atılan yapımlarla, elbette eleştirmenler olarak aramız pek iyi değil! ‘Siccin 3: Cürmü Aşk’, nispeten sinema yapmaya çalışan bir ismin, Alper Mestçi’nin elinden çıkma.Naçizane ben bu türde bugüne kadar çekilmiş filmler içinde, en azından kendi içindeki tutarlılığı ve halkın bu konudaki duygularının istismar edilmesine ilişkin yaklaşımıyla ‘Münafık’ı ayrı bir yere koyuyorum. ‘Siccin 3’te de belli bir çaba var ama o da ‘Cinler’ denizinde yüzdüğü ve gereksiz hamlelerle bizi seyirci olarak yorduğu için, çabası çok da anlam kazanamıyor. Öykünün en önemli vurgusu ise ‘Frankenstein’da hayat bulan, insanoğlunun en eski rüyalarından, bilimsel ya da doğaüstü güçler yardımıyla kimi bedenlere ruh katmak meselesi. Film, bu çabayı tutkulu bir sevda üzerinden hatırlatıyor.Son olarak bu tür yapımlardaki pek bir mana ifade etmeyen rahatsız edici ses efektleri ve müzik kullanımı, ‘Siccin 3’te de had safhada... Bu arada kaza sahnesi de mizansen açısından çok zayıf.

     

Haberin Devamı

AVUSTRALYA AÇIKLARINDAN BİR FİLM...

 

Haftanın diğer seçenekleri arasında en dikkat çekici çalışma, en azından kâğıt üzerinde ‘Hayat Işığım’ (‘The Light Between Oceans’) görünüyor. Film, Kuzey Avustralya’da Birinci Dünya Savaşı sonrası küçük bir fenerin bekçisi olarak görev yapan bir adamın zor koşullarda evlendiği kadınla mutlu mesut yaşarken başından geçenleri anlatıyor. Çift, batan bir geminin enkazından buldukları küçük bir bebeği büyütmeye karar veriyor ama başlarına yeni dertler açılıyor. M.L. Stedman’ın romanından sinemaya uyarlanan yapımın yönetmeni ve senaristi Derek Cianfrance.

 

‘Hayat Işığım’da başrolleri ise son dönemin öne çıkan yıldızları Michael Fassbender ve Alicia Vikander paylaşıyor. Bu iki oyuncuya Rachel Weisz, Bryan Brown, Thomas Unger gibi isimler eşlik ediyor. Ne yazık ki bu filmin basın gösterimi yapılmadı, dolayısıyla sinematografik değeri hakkında yorum yapıyoruz ama dediğimiz gibi kâğıt üzerinde bu haftanın kayda değer yapımlarından, bilginiz olsun.

 

DİĞER SEÇENEKLER

 

Haftanın mönüsünde yer alan diğer yapımlar ise şöyle:

 

‘Masal’ı Arin Arjen Öztürk yönetmiş, filmin başrollerinde Gökhan Mumcu, Tolga Yüce, Bengi Öztürk ve Melis Canan Çiçekdenk gibi isimler var.
‘Yerli filmler haftası’nın bir başka seçeneği olan ‘Tutmayın Beni’de Bala Atabek, Hakan Eratik, Derya Şen ile Leyla Üner Ermaya rol alıyor. Filmin yönetmeni Semra Dündar. ‘Korku Komedi: Bana Normal Aktiviteler’in oyuncu kadrosu ise şu isimlerden oluşuyor: Ufuk Şen, Süleyman Kabaali, Bengi İdil Uras ve Duygu Paracıkoğlu. Filmin yönetmeni ise Özgür Bakar.

 

Yazarın Tüm Yazıları