Dün Esenyurt’ta maalesef Türk futbolu adına utanç verici bir gece daha yaşadık. Maçın 68’inci dakikasında Onuachu bir gol buldu, pozisyon incelendi ve hakem orta noktayı gösterdi. Evet gol öncesi tartışmalı bir an var, ‘bana göre-sana göre’si olan bir çarpışma anı. Ancak 150 yıllık futbol tarihinde binlerce defa yaşanmış, binlerce defa da yaşanacak türden bir pozisyondu o... Sonra yeşil zemine sivil kıyafetli bir adam girdi, en iyi yaptığı işe devam etmek isteyen sporcuları dakikalarca uğraşarak saha dışına çıkardı. İstanbulsporlu futbolcular adeta yalvardılar başkanlarına. Simon Deli’nin diz çöktüğünü gözlerimizle gördük. Ama o sivil kıyafetli adam ülke futboluna onarılması zor bir kara leke daha bıraktı dün gece.
NELER OLDU NELER
30 küsur yıldır yakinen izliyorum Dünya futbolunu. İngiltere’nin Dünya Kupası’nda Almanya’ya attığı, çizgiyi neredeyse yarım metre geçen gol verilmedi mesela gözlerimizin önünde. Yine Almanya Bundesliga’da ‘ghost goal (hayalet gol)’ olarak anılan bir an vardır, yandan auta çıkan topa yanılarak gol kararı verdi hakem. Şampiyonlar Ligi’nde Chelsea-Barcelona maçında, Dünya Kupası elemelerinde İrlanda-Fransa karşılaşmasında olağanüstü hatalar oldu. Daha 1 ay önce Liverpool’un nizami golü, hakemler arasındaki yanlış anlaşılma sebebiyle iptal edildi. Federasyon defalarca özür diledi Liverpool’dan. Ancak bu olayların hiçbirinde böyle bir darbe vurulmadı futbola. Kimse o sporcuları en sevdikleri işten mahrum etmedi, futbolcular oynadılar oyunu.
DAHA 8 GÜN OLDU!
Dün yaşananları bir sporsever olarak kabul etmem mümkün değil. Saha içinde bir sivil kıyafetlinin hakeme yaptığı canına kast eden saldırının üzerinden sadece 8 gün geçti. Şimdi de bir başka takım elbiseli, sporcuları devam etmek istiyor olmasına rağmen sahaya girip zorla maçı durduruyor. Türk spor kamuoyunun artık şunu anlaması lazım: Futbol futbolcularındır, teknik direktörlerindir, hakemlerindir. Federasyon yönetimine atamayla gelmiş ya da kulüp yönetimlerine sırf zengin oldukları için girmiş iş adamlarının değil. Acilen bu sporsevmezlerin ayrışması gerekiyor spordan.
Türk futbolunda 2018-22 arası dört sezonluk bir travma dönemimiz oldu. Bu süreçte iki Dünya Kupası kaçırdık, bir Avrupa Şampiyonası’nı da 60 yıllık kupa tarihinin en kötü performansını göstererek bitirdik. Milli takımda Güneş-Kuntz, ligde Pereira-İsmael-Torrent gibi tercihler, Avrupa kupaları performansımıza da yansıdı: Türkiye 30 yıl sonra ilk kez UEFA sıralamasında ilk 20’nin dışını gördü.
SAHiCi BiR TEKNiK ADAM GELiNCE
Neyse ki son bir buçuk senede toparlandık. Akla-mantığa uymayan Kuntz ısrarı, birilerinin şahsi hırsları için ülke futbolunu feda dönemi gecikmeli de olsa sona erdi. Milli takımın başına sahici bir teknik adam gelince sporcular gösterdiler gerçek potansiyellerini... Geçen sezon Avrupa kupalarında Trabzonspor Şubat’ı, Başakşehir, Fenerbahçe ve Sivasspor da Mart’ı görmüşlerdi. Aslında bu sezon da normal şartlarda dört takımla Avrupa’da baharı görmeliydik, nüanslarda kaybettik:
BEŞiKTAŞ’IN GENÇLERiNE FIRSAT
Durum berabereyken son 3 vuruşunun üçünü de kaçıran Belhanda’ya Genk önünde penaltı attırılmasının bedelini ödedik önce. Sonra da Beşiktaş berbat yönetilerek, rahat bir şekilde ilk ikide bitirmesi gereken grubu maalesef dipte tamamladı. Beşiktaş’ın yaşadığı bu kadro krizinin gençler için bir fırsat olduğunu unutmamak gerek tabii ki. Dün Emrecan’ın ilk 11’de başlaması önemli. Ben en başta Semih Kılıçsoy, sonra da Emirhan Delibaş’ın bu kriz sezonunda kendilerini göstereceklerine inanıyorum kesinlikle.
F.BAHÇE’DE DZEKO BAŞROLDEYDi
Dün akşam Konferans Ligi H Grubu son maçını oynayan Fenerbahçe’yse Trnava kalesini ilk dakikadan itibaren ablukaya aldı. Özellikle Dzeko’nun son dönemde daha fazla derine gelip bir oyun kurucu gibi oynadığının bir kez daha altını çizmek lazım.
Dün yine neredeyse her pozisyonun üretiminde var Boşnak santrfor. O derine gelince soldan Ferdi-Tadic-Fred, sağdan Szymanski-İrfan’la hücumda asimetri yaratıyor Fenerbahçe. Genelde de pozisyonları kanatlarda yarattığı dengesizlikle buluyor.
Bundan 23 yıl önce Galatasaray, Parken’e UEFA Kupası finali için çıktığında üniversitede öğrenciydim. Galatasaray’ın o gün cezalı olan en genç futbolcusu Emre’yle yaşıttım. Orhan Pamuk’un Masumiyet Müzesi’nin ilk cümlesiyle özetleyebilirim o günü: 17 Mayıs 2000, hayatımın en mutlu günüymüş, bilmiyordum. Henry’nin kafasında Taffarel’in uzayışı, Bülent’in sargılı omzu ya da Arsenal yetkililerinin maç sonu Galatasaray soyunma odasına gönderdiği şampanyalar hiç çıkmadı bir daha hafızamızdan.
iLKE iMZA ATTILAR
Ben hep Türk futbolunun güzel hikayelerinin temelinde enteresan benzerlikler görmüşümdür. Türk Milli Takımı, Avrupa Şampiyonası’na ilk kez 1996’da 16 takımlı formata geçildiğinde bilet aldı. Grupların en iyi üçüncüsüne bilet verilen ilk turnuvaya, Euro 2016’ya da o vizeyi biz alıp gittik. Avrupa kupaları tarihinin de belki de en büyük dönüşümü 1999- 2000 sezonunda oldu. Kupa Galipleri Kupası lağvedildi. Şampiyonlar Ligi iki grup aşamalı formata geçti. Ve Devler Ligi tarihinde ilk kez grup üçüncüleri, UEFA Kupası’na geçiş yaptılar. Ve böylece, tarihte UEFA Kupası’na grup üçüncüsü sıfatıyla geçiş yapıp zafere ulaşan ilk takım da Galatasaray oldu.
DEVRiM GELiYOR
Gelecek sezonla birlikte Avrupa kupalarında bir büyük devrime daha şahitlik edeceğiz. Mevcut grup formatı tarihe gömülecek. 2024-25’te Şampiyonlar Ligi, Avrupa Ligi ve Konferans Ligi dev birer 36’lı lig tablosuyla oynanacaklar. Yani bu sezon Şampiyonlar Ligi tarihinde son kez dörtlü grup formatı uygulanıyor, grup üçüncüleri son defa Avrupa Ligi bileti alıyorlar. Kaderin garip bir cilvesi, Devler Ligi’nde grup üçüncülerine Avrupa Ligi biletinin verildiği ilk sezonda o vizeyi alan Galatasaray, uygulamanın son yılında da aynı vizeyle Kupa 2’ye gidiyor. O sene, Devler Ligi grubunda bir Avrupa devi Milan’ı 3-2 yenerek Avrupa’nın dışına itmişti. Bu kez de bir başka dev Manchester’ı 3-2 yenip itti dışarı.
Dün aynen maçın canlı yayını gibi kopuk kopuk bir futbol oynadı Galatasaray. Ancak yine Parken’den geçen bir başka güzel Avrupa Ligi hikayesi başlıyor belki de sarı-kırmızılar için.
Umudumuz bu.
Türk futbolunda “şiddet” artık vefa gibi, adalet gibi semt ismi sanılmaya başlanan bir kavram. Şiddet, iğrenç yüzünü o kadar sık gösteriyor, o kadar fazla olay cereyan ediyor ki vandalizme alışmaya ve çaresiz hissetmeye başladık yavaş yavaş. Bence en az şiddet kadar tehlikeli olan şey de bu: Şiddeti kanıksamak. Cezasızlığa alışmak. Canımızı güvende hissetmemek. Vandalların kazanması.
SPOR SAHALARI iÇiN GÜVENDE DENiLEBiLiR Mi?
Dünkü sütunda kronolojik olarak birçok hadiseyi hatırlatmaya çalıştım: Fenerbahçe-Galatasaray derbisinin yardımcı hakemi Tarık Ongun’un kafasına saha içinde beş dikiş atılması. Diyarbakır’da Kemal Yılmaz’ın başına taş isabet etmesi. İstanbul’da saha içinde Hüseyin Göçek’e linç girişimi. Trabzon’da Volkan Bayarslan’a arkadan atılan yumruk. Mersin’de Yüksel Yeşilova’nın saha içinde bıçaklanması. Burak Yılmaz’a çakı, Manuel Fernandes’e tekme, arkadaşlarını hain saldırıdan koruyan Josef’e ceza. Iki gün önce Halil Umut Meler’e atılan yumruk.
Allah aşkına sadece son 10 yılda belki 20 sporcunun/ hakemin saldırıya uğradığı bir ülkede spor sahalarının güvende olduğunu söyleyebilir misiniz? Itiraf ediyorum, ben bu ortamda statlara gitmem. Sporcunun-hakemin can güvenliği olmayan ortamda beni kim koruyacak? Akıl alır gibi değil bu ortam.
2015’te The Guardian’a yazmıştım, Türk futbolu ölüyor ve hiç kimse bunun için önlem almıyor diye. Yaklaşık 9 sene geçmiş aradan. Bir adım ilerleme yok. Gerileme var aksine. O gün The Guardian’a çözüm önerilerini sıralamıştım. Bugün bir kez daha yineliyorum önerilerimi.
FUTBOL DiSiPLiN TALiMATI ACiLEN YENiDEN YAZILMALI
1- Futbol Disiplin Talimatı acilen yeniden yazılmalı. Sıfırdan. Kulüp yöneticilerinin, spor insanlarının, medya mensuplarının provokatif söylemleri layıkıyla cezalandırılmalı. Kamuyu kışkırtan, provoke eden kulüp yöneticilerine verilen 45 günlük hak mahrumiyeti gibi sembolik ve komik cezaların yerini gerçek yaptırımlar almalı. Hakeme hakaret ya da tehdidin cezası spordan ömür boyu men olmalı.
SOSYAL MEDYANIN DA BiR HUKUKU VAR MI?
2009’da Fenerbahçe-Galatasaray derbi maçının başlamasına dakikalar kala, tribünlerden atılan sert bir cisim kafasına isabet eden Tarık Ongun’un başı yarıldı. Bu saldırıya rağmen maç oynandı, saha içinde başına 5 dikiş atılan Ongun görevini tamamladı. Aynı sezonun ikinci yarısı, Diyarbakırspor-Bursaspor arasında oynanan Süper Lig müsabakasında kafasına taş isabet eden hakem Kemal Yılmaz yere yığıldı. Sadece bir hafta sonra bu kez İstanbul’da Belediyespor ile Diyarbakır arasında oynanan maç, sahaya giren onlarca taraftarın hakem Hüseyin Göçek’i linç girişimi nedeniyle tatil edildi.
YEŞiLOVA ALTI YERDEN BIÇAKLANDI
14 EYLÜL 2010’da Mersin İdman Yurdu ile Samsunspor arasında oynanan ikinci lig müsabakasında Mersin koçu Yüksel Yeşilova, sahanın içinde 6 yerinden bıçaklandı. Bıçaklı saldırgan, sahaya protokol tribününden inmişti. 2013’te 20 yaşında bir Fenerbahçeli taraftar bıçaklanarak öldürüldü. Bir yıl sonra Manuel Fernandes, saha içinde sert bir tekme yiyerek yere düştü. Fernandes’e saldıran spor teröristi, bir hafta sonra başka bir stada akreditasyon kartıyla giriş yaptı. Burak Yılmaz yine aynı günlerde Rize’de suratına isabet eden bir çakı aracılığıyla ciddi yaralandı. 2015’te Fenerbahçe otobüsüne silahlı saldırıda bulunan failler yakalanamadı.
SALDIRGANI SALDILAR
Volkan Bayarslan’a saha içinde sırtından yumruk atıldı. Saldırgan birkaç saat içinde salıverildi, alkışlarla karşılandı. Saha içinde Salih ve Cenk’e saldırmak isteyen bir sporsevmezi durduran Josef de Souza’ya ceza verildi. Josef sezon sonunda ülkeyi terk etti. Şimdi sürekli Türk futbolunun marka değerini artırmaktan bahseden TFF yöneticilerine soruyorum: Suç, suçlunun yanına kalırsa, layıkıyla cezalandırılmazsa, bizi ülkede hukuk-adalet olduğuna nasıl inandıracaksınız?
Sürekli kamuoyunu terörize eden kulüp yöneticilerine verdiğiniz 45 günlük hak mahrumiyeti cezaları, bu insanları tam olarak neyden mahrum ediyor?
Bir ülke futbolunun marka değeri play-offla, derbi sayısının çoğaltılmasıyla mı artar? Yoksa saha içinde sporcunun, hocanın, hakemin can güvenliğini sağlayarak mı?
YANINA KAR KALMASIN
Dün saat 17 sularında Beşiktaş’ın özeti şöyleydi kısaca: Takımın yarısının sağlığı belirsiz. Yarısının da pozisyonu muğlak! Rosier, Masuaku, Rashica, Tayyip ve Emrecan sakat. Colley’nin sağlık durumu hakkında tevatür çoktu, saat 6’da gördük ki kadroda yok. Aboubakar’la ilgili de benzer biçimde söylentiler vardı, kulübede başladı. Ghezzal iyileşti ama maç kondisyonu eksik. Bailly 11’de ama kaç dakika sahada kalacağını veya ne kadar sarsak iş yapacağını kestiremiyorsunuz. Necip’in, Onur’un, Tayfur’un, Bahtiyar’ın pozisyonları hep belirsiz. Muleka başlayacak ama kanatta. Kulübün renkleri siyah-beyaz ama ben 30 yıldır bu kadar gri oyuncunun bir arada olduğu bir Beşiktaş kadrosu hatırlamıyorum doğrusu! Mert Günok ve Gedson dışında ‘sürekli ilk 11 oyuncusu’ diye tabir edebileceğin futbolcu kalmadı neredeyse. Ki Gedson da sakatlanıp çıktı dün.
4'E YAKIN GOL BEKLENTİSİ
Rıza Çalımbay elinde bu kadar fazla gri oyuncu varken tercihini yetenekten ziyade mücadele ağırlıklı bir 11’den yana kullandı. Maça kişisel olarak güvendiği beş yerliyle çıktı, ikinci yarının başında 6 oldu bu sayı. Müsabakanın büyük bölümünde Fenerbahçe proaktif, Beşiktaş reaktif olan taraftı. Fenerbahçe oyunu uzun dakikalar domine etti, hücuma kalabalık geldi. Siyah-beyazlılarsa Fenerbahçelilerin tamamlayamadığı hücumlarda özellikle Mert Günok’la sıkça uzun top tercih etti. Bu uzun top oyunu Trabzonspor’un Kadıköy’den galibiyetle çıkmasını sağlamıştı, çünkü Fenerbahçe’nin önde baskısını yok etmişti. Çalımbay’ın da niyeti benzerdi dün. Ancak pek muvaffak olduklarını söylemek güç: Fenerbahçe 4’e yakın bir gol beklentisi (xG) üretti. Şutlarda 20’ye 4, kornerlerde 6’ya 1, tabelada da 3-1 üstünlükle çıktı Dolmabahçe’den. İrfan ve Fred biraz daha dikkatli olsalar tabelayı artırmaları işten değildi.
'ÜLEF' LİGİ GİBİ
15 hafta sonunda ligde 40 puan barajına iki takım birden ulaştı. Arkalarındaysa 30 puanı bulabilen dahi yok. Bu da 65 yıllık lig tarihinde bir ilk. 2000’lerde basketboldaki Efes-Ülker dominasyonunu anlatmak için kullanılan ‘ÜlEf Ligi’ tabirini hatırlatan bir sezon yaşıyoruz sanki Süper Lig’de.
Yaklaşık bir ay önce Londra’da oynanan ve Tottenham’ın 9 kişiyle 4-1 kaybettiği Chelsea maçında ev sahibi takımın teknik direktörü, savunmasını çok fazla önde kurmasıyla eleştiri almıştı. 55’te durum 1-1’ken 9 kişi kalan ve buna rağmen savunmasını orta çizgiye çıkararak riskli bir futbol tercih eden Postecoglou’nun o eleştirilere yanıtı şu oldu: "Maç kaybedebiliriz ama karakterimizi kaybedemeyiz. Benim çalıştırdığım bir takım, savunmayı önde kurmadığı zaman beni vurun."
SADECE FUTBOL VARDI
Dün Seyrantepe’de 45 dakika tamamlandığında toplam 3 gol, 19 şut ve 9 korner izlemişti sporseverler. Galatasaray ilk yarıyı büyük ölçüde domine etmesine rağmen Adana Demirspor sadece 2 kez faule başvurmuştu. Sadece futbol vardı sahada. İlk devrede Galatasaray’ın bir stoperi Abdülkerim üç, diğeri Nelsson bir kez kaleyi yokladılar. Sağ beki Boey gol attı, sol beki Barış iki şut pası verdi. Ön liberolarından Torreira bir golün içinde var, Kerem Demirbay da iki şut çekti Adana kalesine. Dikkatinizi çekmiştir, Galatasaray’ın hücumcularından bahsetmedim bile. Bu rakamlar sadece savunma+orta sahaların hücum istatistikleri. Galatasaray skor 0-0’ken de, 1-0’ken de, 2-0’ken de aynı iştahlı oyunu sürdürdü Seyrantepe’de. Galatasaray’ın dün ilk bir saatte sergilediği bu maaile hücum anlayışı, Postecoglou’nun aforizmasını getirdi aklıma ister istemez.
MERTENS'İN ZEKASI GEREKLİ
Dün 60-65’e kadar vites küçültmeyen, iştahını ve oyun standardını koruyan Galatasaray, son yarım saatte Adana Demirspor’u bir tık da olsa ortak etti oyuna. Bunu elbette farklı parametrelerle açıklayabilirsiniz: Yüksek tempolu oyunun yarattığı bir yorgunluk diyebilirsiniz. Salı akşamının, Kopenhag maçının moduna geçildiğini söyleyebilirsiniz. Ama ben biraz da oyuncu değişikliklerine bağlıyorum: Mertens oyundan çıkıp, Kerem Aktürkoğlu merkeze geçtiğinde Galatasaray’ın mekaniği bir tık aksadı. Mertens net bir bağlantı oyuncusu. Topsuz oyun ustası. Onun yarattığı koridorlar solda Kerem’i, sağda Tete’yi de oynatıyor. Bence Kopenhag’da da Galatasaray’ın merkezde Mertens zekasına ihtiyacı olacak.
Fenerbahçe'nin Rize’ye ve Pendik’e 5, Hatay’a 4, Nordsjaelland’a 3 attığı, Süper Lig’in ve Konferans Ligi grubunun liderlik koltuğunda oturduğu bir Ekim performansı söz konusuydu. Sonra Kasım geldi, Becao-Djiku-Fred sakatlandı. Fenerbahçe Kasım’da oynadığı 5 maçta 3 yenilgi aldı. İstikrarlı kötü futbolla 12 gol yedi. Akan oyunda yalnızca 2 gol atabildi. Dzeko boş geçti koca bir ayı.
KASIM AYINDAN 2-3 TIK İYİ
Dün, Aralık ayının ilk maçına çıktı Fenerbahçe... Ekim’deki seviyesinde değildi belki. Ama Kasım’dan da iki-üç tık iyiydi. Bence Samet-Oosterwolde savunma göbeği oynadığı sürece o Eylül-Ekim seviyesine gelmeleri zor. Çünkü bu savunma ikilisi, Becao-Djiku’ya göre çok daha geride karşılıyor rakibi. Hem uyum sorunları var, hem de tamamlanamayan atak dönüşünde etkileri düşük. Ancak Fred döndüğü için Fenerbahçe, Kasım ayına göre çok daha derli topluydu kesinlikle.
GALATASARAY'DAKİ TORREiRA GiBi
Halen Şampiyonlar Ligi’nin “geri kazanma” departmanında lideri Lucas Torreira. Şampiyonlar Ligi’nde yarışan 32 takımın 800’ü aşkın futbolcusu içinde topu en fazla geri kazanan oyuncu. Bence Galatasaray’ın kalbi. Onun olmadığı 15 günlük süreçte Galatasaray zorlanmış, Şampiyonlar Ligi ön elemesinde Molde’de sarsılmış, Gaziantep’i de yenememişti. Torreira döndü, tümüyle değiştirdi Galatasaray’ın çehresini. Dün Fred’in dönüşüyle de bir seviye değişim hissettik Fenerbahçe’de. Djiku-Becao-Fred yokken Fenerbahçe tamamlayamadığı hücumların dönüşünde eskisi gibi kolay top kazanamıyordu. Atak sürekliliği sağlayamıyor ve çok daha fazla geri koşuyordu. Zira Becao-Djiku hem orta çizgiye basarak Fenerbahçe takım boyunu kısaltan bir ikili. Hem de Fred liderliğindeki orta üçlü, karşı pres konusunda çok mahir.
ETRAFINDAKi HERKESi DEĞiŞTiRiYOR
Dün Fred, yine recovery (geri kazanma) departmanının lideriydi. Ayrıca Fred sahadayken Szymanski’nin de, İrfan Can’ın da, Tadic’in de daha iyi oynadıklarını görüyorum. Hem kendisi oynayan, hem de etrafındakileri iten bir adam. Fred, Fenerbahçe’nin saha içi lideri. Pazubent ihtiyacı olmayan bir kaptan. Onun varlığı, etrafındaki herkesi değiştiriyor