Gerideki altılı bloğu hiç bozmuyorlar, kolay boşluk vermiyorlar. Dün de golü erken bulunca, 80 dakika kapandılar ve acı çektirdiler Trabzon’a. Yanal eğer ikinci devredeki göbekte Sosa’lı, on numarada Yusuf’lu düzeniyle maça başlamış olsa, belki golleri daha erken de bulabilirlerdi. Ama ilk yarıdaki şaşkın diziliş, 45 dakikayı çöpe attı doğrusu.
KEYİF VERDİLER
Her şeyden önce tarihe şu notu düşmek lazım: Dün Medical Park Stadı’ndaki maçı izleyenler, skordan ve gidişattan bağımsız olarak memnun ayrıldılar oradan. Çünkü 18 yaşında bir çocuk, 45 dakika boyunca muazzam keyif verdi izleyenlere. Sadece Trabzonlular’a değil, Gençlerbirliği tribününde tek başına oturan o güzel sporsevere de sorun, muhtemelen aynı yanıtı alacaksınız: Bu çocukta iş var.
Sadece 18 yaşında ve 1,68 boyundaki Abdülkadir Ömür’ü izlerken şunu düşündüm ister istemez: Futbolcunun yerlisi yabancısı, genci yaşlısı, ufağı irisi yok; iyisi kötüsü var. Kadroda ister 2 yabancı olsun, ister 22... Teknik direktör ister Türk olsun, ister Mozambikli. Böyle bir futbolcuyu kim sahada görmek istemez Allah aşkına? İyi oynayan bir Yusuf Yazıcı’yı, Abdülkadir Ömür’ü kim kesebilir?
DAHA FAZLA!
Geçen hafta sadece 3 dakika oynayan Abdülkadir’i izleyince, yazımın başlığını “Daha fazla Abdülkadir” olarak atmıştım. Bugünkü manşetim de şu: “Daha fazla Yusuf, daha fazla Abdülkadir”. Trabzon, Gökdeniz-Fatih’ten beri böyle bir kıvılcım yakalamamıştı. Umarım yıllarca izleriz bu ikiliyi hem Trabzon, hem de milli takım formasıyla.
MAÇIN ADAMI: ABDÜLKADİR
Her dokunuşu cesur, her hamlesi dikine. Fiziksel olarak Alanzinho’yu andırıyor, ama Brezilyalı’dan farklı olarak topu ayağından çıkaracağı zamanı biliyor. Bu çocukta iş var.
Üstelik savunmasının da çok kötü olduğunu söyleyemiyoruz sarı lacivertlilerin. Verdikleri hemen her pozisyon gole dönüşmesine rağmen, Volkan Demirel konusunda da bir ısrar var. Enteresan.
KULÜBE LÜKSÜ
Başakşehir önünde de adeta maça 2-0 mağlup başladıkları için, kalan bir saati ekstra eforla geri dönmeye çalışarak geçirdiler. Valbuena, Neto gayet iyilerdi; Souza, Soldado, Janssen çabaladılar, ama puana yetmedi o çaba. Adebayor’un muhteşem bir oyun kurucu rolü oynadığı Başakşehir’i, sadece Süper Lig’de değil, Avrupa Ligi’nde herhangi bir takımın 2-0 geriden gelip yenmesi zor. Dün Mossoro eksikti ama Togolu santrafor orta yuvarlağa kadar öyle akıllı geliyor, öyle toplar dağıtıyor ki, kimse Mossoro’nun yokluğunu fark etmedi bile. Ayrıca kulübede Kerim, Da Costa ve Gökhan’a sahip olmak da büyük lüks.
Peki transfer de bittiğine göre, Fenerbahçe’nin oyununun gelişmesi için Kocaman ne çareler üretebilir? Genetik olarak şampiyonluğa oynamaya alışık bir büyüğün pas serileri yakalaması, oyunu rakip yarı alana yığabilmesi gerek. Bunun için de sahada maksimum kaliteli oyuncu bulundurması lazım. Aykut Hoca’nın atabileceği iki radikal adım var bence:
ISLA SOL BEK OLABİLİR
1- Dün gol attığına aldanmayın; Dirar bu seviyede bir takımın sağ açığı olabilecek kalitede değil. Daha önce de önerdim, Isla’nın Juventus’ta sol bek oynamışlığı var, beklerde Dirar-Isla denenmeli.
2- Giuliano’nun iki maçtır ortalama pozisyonunu incelediğinizde zaten sağ açıkta çıkıyor, onu sağa kaydırmak mümkün. Böylece Janssen-Soldado bir arada oynayabilir ki Soldado yanındakini kral yapabilecek yardımsever bir forvettir. Son 5 yılda 35 asisti var İspanyol’un. 2015-16’da Bakambu’nun patlama yapmasında da rolü vardı. Janssen’le de iyi bir ikili olabilir pekala.
MAÇIN ADAMI: ADEBAYOR
Son günlerdeki yabancı sınırı tartışması, Mevlana’nın meşhur fil hikayesine döndü sanki. Burak Yılmaz burnundan tutmuş fili, hortuma benzediğini iddia ediyor. Lucescu kulağından tutup “fil yelpaze şeklindedir” diyor! Umut Nayır ayağına ilişmiş, Selçuk Şahin sırtına. Ama birisi de bilimin nimetlerinden faydalanıp “şu ışığı açıp da bir bakalım hele” dememişler henüz.
Işıkları yakıp, biraz bilimsellikten faydalandığımızda benim gördüğüm manzara şöyle: 2016-17 sezon sonu itibariyle Türk kulüpleri gelirlerinin %89’unu bonservis ve maaş kalemlerine harcamışlar. Oysa aynı departmanda Portekizliler %27, Almanlar’sa %55 oranında harcama yapıyorlar. Kasadaki her 10 liranın 9’unu futbolculara ödüyor olmamıza rağmen sportif performansımız da iç açıcı değil: Şu anda milli takımlar sıralamasında Avrupa 19’uncusuyuz, ulusal düzeyde 10 yıldır Avrupa’nın son 16’sına giremedik. Bu 10 senenin 8’inin yabancı sınırıyla geçtiğini hatırlatmak gerek sanırım.
Kulüpler düzeyinde de durumumuz çok farklı değil. UEFA kupalarında son 5 yılda topladığımız puan 39,200… Yani 876 milyonluk Süper Lig’in, Avrupa’da her puan için cebinden 22 bin 300 euro çıkıyor. Aynı puanı almak için Çekya 4,900, Ukrayna 6,500, İsviçre 6,700, Belçika 12,400 euro harcıyorsa, bu işte bir anormallik yok mu sizce de? Ülke futbolu bu kadar verimsizken, kulüplerimizin yarısı finansal fair-play cezaları kıskacındayken, meseleyi sadece “Burak’ın yaşıtları futbolu bırakmak zorunda kaldı” penceresinden ele almak yetersiz olmaz mı sahi?
***
Yabancı sınırının kalkmasının bir numaralı sebebi de bu verimsizlikti zaten. Ülke futbolunun bu ekonomik darboğaza girişi. Tarık’lara, Topuz’lara, Köybaşı’lara ödenen bonservisler ortada. Ayrıca yabancı sınırından dolayı, Almanya’da üç maça çıkmış, orada 100 bin etmeyen adam, burada anında milyon Euro pazarına giriyordu. Almanya 2. Lig oyuncusu Kaan Ayhan, Salı geceki performansını 2014’te gösterse, kaç milyon bonservisle gelecekti ülkeye sizce? Yabancı sınırlaması döneminde Türkiye’ye şaşalı girişler yapan Jem Pauller, Nizamettin Çalışkanlar, Serdar Kesimaller yerine bugün Avrupa’nın dört bir yanına Semihleri, Salihleri, Enesleri gönderiyor olmamız daha mantıklı bir hamle değil mi? Lucescu, yabancı özgürlüğü nedeniyle büyük takımlardan seçebileceği 3’er-4’er Türk oyuncu olduğunu söylüyordu Ukrayna maçı öncesinde. Peki bugün Çağlar, Kaan, Emre Çolak, Cenk Gönen, Arda, Enes, Cengiz gibi isimlerden faydalanabiliyor olmamızın altında da aynı yabancı özgürlüğü gerekçesi yok mu? Sayın Lucescu, Hırvatlar’ı yenen takımda yurtdışında oynayan 6 futbolcumuza şans verdiğinizin farkında mısınız?
***
Sanırım bazı global gerçekleri de gözden kaçırıyoruz: Dünyanın hiçbir yerinde hiçbir alanda yasaklarla bir yere varıldığını görmedim ben. Serbest rekabet koşulları getiriyor başarıyı. Ayrıca böyle bir uygulamayı test ediyorsanız ona en azından 5 yıl süre tanımalısınız. Eğer bu uygulamaya bu şansı vermemekte ısrarcı iseniz, aşağıdaki soruları da yanıtlamak zorundasınız bence:
9’u orada da ilk 11’deydi üstelik. İkinci devrede yorgunluğu iliklerine kadar hissettiler, bunu hesaplayıp 70’e kadar kontrol oyunu oynayan milli takımımızı sabrından dolayı tebrik etmemiz gerek önce.
Bu gruptaki sıkıntımız aslında hep aynıydı. Karşımızda adeta milli kulüpler var hep. Her maça ezber 11’lerle çıkıyorlar, telepatik futbol oynuyorlar. Rakip Hırvatistan’ın tam 9 futbolcusu, bu elemelerde 5 veya daha fazla maçta oynamışlar. Bu sayı İzlanda’da 9, Ukrayna’da 8... Bizdeyse sadece 4... Hırvatlar’ın stoper pozisyonundaki ikilisini biz Türkler bile ezbere biliyorken, ay-yıldızlarının savunma göbeği her maç papatya falı gibi. İki maç üst üste aynı savunma ikilisiyle çıktığımız henüz vaki değil. Ama enteresandır, dünkü savunmamız, özellikle Mehmet-Çağlar ve Kaan gayet iyilerdi doğrusu.
İSTİKRAR YOK AMA...
İşin daha garibi, hemen her maça, bir önceki müsabakayla tamamen bağlantısız 11’lerle çıkıp iş yapmamız! Kosova maçında Finlandiya kadrosundan 6 değişiklik vardı. Ukrayna maçında Kosova’dan 7... Dün de Ukrayna maçına göre 7 adam değiştirdik. Şu ana kadar 8 maçta 39 futbolcu değişikliğiyle Avrupa rekoru bizde. Ama Türkler çok garip bir futbol ülkesi gerçekten: Kadro istikrarı yok. Diziliş istikrarı yok. Hoca istikrarı yok. Ama muazzam bir özelliğimiz var. Sonuna kadar vazgeçmiyoruz. Maçın bitiş düdüğü çalmadan, grubun son dakikası oynanmadan bırakmıyoruz işi. Dün Cenk, elemeler boyunca akan oyunda henüz hiç gol yememiş Hırvatlar’ın filelerini havalandırınca Blick’in manşetini hatırladım yine: “Türkler otobüse binmeden, maç bitmiş sayılmaz.” Durun, Rusya defterini kapatmayın. Çünkü biz daha otobüse binmedik.
MAÇIN ADAMI: KAAN AYHAN
Almanya’da kulübünde stoper, ilk Hırvatistan maçında ön libero, rövanşta sağ bek. Bu genç yaşında Hırvatlar’a karşı bu kadar olgun bir 180 dakika, ancak ayakta alkışlanır.
Son 3 turnuvaya gidemedik zaten, buna da gidemememiz büyük yıkım olmaz. Mesele Ukrayna’ya yenilmek de değil, futbol bu, FIFA sıralamasının 27’ncisine kaybedebiliriz elbette. Üzüldüğümüz konu bu değil. Üzüldüğümüz konu başka.
Mehmet’i stoperde daha önce İzlanda ve Vardar önünde izlemişiz. Sonuçlar ortada. Fenerbahçe, Şener’in pozisyonuna oyuncu almış, Ozan’ınkine arıyor. Sebepleri belli. Konoplyanka, Konya’da Şener’i perişan etmiş zaten bir defa. Einstein’ın deyimiyle, aynı şeyleri tekrar tekrar yaparak farklı sonuçlar beklememiz ahmakça değil mi? Eğer yine Ömer’i değil de Mehmet’i stoperde izleyeceksek, Çalhanoğlu’nu çizgide kullanacaksak, göbekte göbekli Ozan’ı seyredeceksek biz niye göreve Lucescu’yu getirdik ki? Terim de bire bir aynı şeyleri yapıyordu zaten! Dün ilk 11’i seçen ‘Mircea Terim’di sanki.
HIRVATİSTAN BAŞLANGIÇ OLSUN
TFF’nin Lucescu seçimini olumlu karşılamıştım, çünkü onun 2000-2004 dönemindeki gibi çalışkan ve adil olacağını düşünmüştüm. Arda’nın ayağına gidip milli takımı affetmesini(!) isteyeceğini, kendi eliyle bir Oğuzhan krizi yaratacağını öngörememiştim elbette. Dün umarım o da milli takımın esas sorununun, ismi oyununun önünde gidenler, çenesi ayağından fazla çalışanlar olduğunu fark etmiştir. Ve yepyeni/temiz bir başlangıç yapar umarım Hırvatistan maçında.
UKRAYNA, bu grubun belki de en kolay tarif edilebilir takımı. Bütün bir elemeleri neredeyse aynı oyuncularla götürdüler, 6 maçta sadece 17 farklı futbolcuya ilk 11 şansı verdiler. İlk 11’lerini Ukrayna sokaklarındaki herkes ezbere sayabilecek durumda: Kaleci Pyatov, sağ bek Butko, merkezde Stepanenko, Kovalenko, çizgilerde Konoplyanka ve Yarmolenko maç kaçırmadılar. Diğer aslar Kucher 5, Ordets, Sobol, Zinchenko ve Kravets de 4’er maça ilk 11’de başladılar. Bize karşı da santrfor pozisyonu dışında bir sürpriz yapmalarını beklemiyoruz.
İZLANDA’YA KARŞI 4-6-0 OYNADILAR
MAÇLARIN beşinde 4-2-3-1, yalnızca İzlanda’ya karşı santrforsuz 4-6-0 başladılar. Hep tempolu başlıyorlar, Türkiye’ye 24, Finlandiya’ya 25, Kosova’ya 31, İzlanda’ya karşı da 41’de gol buldular.
Goller genelde Yarmolenko ve Konoplyanka’nın çizgiden oyun kurma becerileriyle üretiliyor. Ama taze Dortmundlu Yarmolenko’nun ulusal takımdaki ağırlığı bir tık fazla. Bizim bu maçtaki en kritik adamımız Caner. Beşiktaşlı yetenekli sol bek, Konya’da 1,90’lık Yarmolenko’nun sürpriz koşularına karşı çok zorlanmıştı. Bu kez daha kontrollü olup Yarmolenko’dan rövanşı alması gerek.
UKRAYNA GOL ATARSA...
SHEVCHENKO, ilk 45’te skoru bulursa ikinci devrede yetenekli orta saha Kovalenko’yu ya da santrforunu kenara alıp, güvenilir ön liberoları Malyshev’leri, Sydorchuk’ları oyuna sürüyor.
Ama skoru bulamazsa bu kez on numara Zinchenko riskini alıyor ve tek ön liberoya dönüyor. Bence bizim fırsat dakikalarımız da orada başlıyor: İkinci yarılarda tempoyu artırma konusunda iyiyiz. Eğer ikinci 45’e mağlup girmezsek maç sonunu daha iyi oynayan taraf biz olabiliriz.
Sanırım bu kez anahtar sabır. 4 günde hem Ukrayna’ya, hem de Hırvatlar’a karşı ilk yarılarda mağlup duruma düşmemeliyiz. Çünkü bu iki ekibin de ilk devre performansları muazzam.
2- Düşüşteki Selçuk İnan ve Ozan tufan neden milli takıma çağrıldı?
3- Oğuzhan Özyakup’un aday kadroya alınma kararı ne zaman verildi?
4- Milli takımın 2. kalecisi Cenk Gönen mi olacak? Bunda ciddi misiniz?
5- Yabancı sınırlaması konusundaki görüşlerinizde samimi misiniz?
FATİH Terim’in ayrıldığı günden itibaren Milli Takım Teknik Direktörlüğü için en uygun ismin Mircea Lucescu olduğunu dile getirdim; çünkü Rumen Hoca’nın çalışkan, bilge ve adil tarzının bize iyi geleceğini düşünüyordum.
Çalışkanlığını ve bilgeliğini her basın toplantısında zaten tekrar tekrar ispat ediyor; uzun yıllar sonra ilk kez ulusal takım hocamızın rakipleri gerçekten tanıdığını hissediyorum ben. Ancak adaletiyle ilgili maalesef soru işaretleri yarattı zihnimizde.
KADRO DIŞI BIRAKMA KARARINI TFF VERMEMiŞ MiYDi?
ARDA’YA VERİLEN CEZA TERİM’LE İLGİLİ DEĞİLDİ
Giuliano çalışkan, istekli. Alex kadar skor yapmayacak ama pas trafiğinde daha fazla olacak. Mutsuz, isteksiz, ruhsuz Van Persie’den sonra Soldado’nun arzusu bile fark yaratır zaten.
2.SORU: Fenerbahçe’nin ideal 11’i artık böyle mi olur?
DAHA fazla kalite gerek. Dirar’ı sağ, Isla’yı sol bekte kullanmak; Ekici gelince Mehmet-Ozan’dan birini kesmek atılabilecek adımlar. Alper sağ ön oynayabilir, ya da oraya takviye yapılabilir.
3.SORU: Penaltı ve kırmızı kart kararları doğru muydu?
BENCE doğruydu. Skrtel’in Ahmet İlhan’a darbesine orta sahada olsa faul çalınacağına göre, ceza alanında da penaltı kararı doğal. Rantie’nin ve Murat’ın darbelerine verilen kartlar da doğru.