Zaman değişti, tabii Mourinho da değişti. 13 yıl sonra bugün, park edilen otobüslerin şoför koltuğunda genelde Mourinho oturuyor. Bu da böyle bir maçtı doğrusu. Sevgili Mourinho, hayat değerli; lütfen kaybettiğimiz şu iki saati bize geri verir misin?
YAKIŞTI MI?
İngiltere’nin en büyük kapışması, ardından binlerce soru işareti bıraktı sadece: Manchester, “top 6” dışındaki takımları yeniyor ama büyüklere karşı hep böyle mi oynayacak? 90+2’de Young’ı çıkarıp oyuna stoper Lindelöf’ü sokmak Mourinho’nun klasına yakıştı mı?
Klopp’un takımı yüzde 70 topa sahip olmayı beceriyor da, Matip’in kaçırdığı dışında çok net bir pozisyonu yok...
Liverpool’da Mane oynamazsa, Salah da şapkadan tavşan çıkarmazsa, golü kim atacak? Cenk Tosun eğer Premier Lig’e gidecekse, fark yaratacağı takım Liverpool olabilir bence.
Beşiktaş kırmızı karttan sonra maçı kaybetmişti zaten. Oyunun kader anı, yani Babel’in kırmızı kartı gerçekten şanssız. Eylül’deki City-Liverpool maçında Mane’nin Ederson’un yüzüne gelen tekmesiyle atılmasına benzettim bu pozisyonu. Mane de istememişti, Babel de. Mane de çok üzüldü, Babel de. Ama iki kırmızı kart da doğruydu. Çünkü kural kitabının deyimiyle, “rakibin sağlığını tehlikeye atan ciddi faullü hareket” var pozisyonların içinde. Evet kasıt yok, ama dikkatsizlik var. Aynı şekilde, aynı maddeden hareketle son dakikada Zeki Yavru’nun da atılması gerektiği gibi.
İlk 45’te Beşiktaş’ın durumu enteresan. İsteksizler, hırssızlar, boş viteste gibi bir oyun. Yüzde 70 topla oynadılar ama geveleme şeklinde. İlk şutu 23’te, ilk korneri 35’te attılar. Gençlerbirliği ilk devreyi 7 şut, 3 kornerle tamamlarken üstelik. Güneş’in maça Lens ve Negredo’yla başlamasını yanlış bulmuyorum; her müsabakaya aynı 11’le kazanamazsınız, muhakkak ki başka türlü maçları başka türlü planlarla kazanma yolunu bulmalısınız. Bu da, geniş kadrodan faydalanmanız gereken bir gündü. Ama ilk yarıda kötü görüntüyü görünce hemen faturayı Lens-Negredo’ya kesmesi, iki oyuncuyu bir paketmişçesine değerlendirmesini yadırgadım. Evet, devrede Quaresma-Babel’den biri girmeliydi, ama çıkan adamlardan birinin Negredo olması enteresan. Orada esas sıkıntı bence Talisca’nın kenar oynamayı sevmemesi.
KÖTÜLER...
Talisca, enteresan bir oyuncu. Bir santrafor kadar gol bölgelerine giriyor, çok geniş gol repertuarı var, ama en uçta oynatamıyorsunuz, çünkü cılız. Orta mesafe harika şutları var, geriden gelip kafa golleri atmak da onun işi, zira boyu 1,90... Ama onu klasik on numara gibi de düşünemiyorsunuz, çünkü oyunu öyle maestro gibi organize eden bir adam değil. Onun kullanılabileceği tek rol, ikinci santrafor rolü. O rolde muhteşem bir silah. Ama başka rol olmuyor, hele kenar rolü, hiç olmuyor.
Dün Güneş, Talisca’yı 90 dakika sahada tuttu; bunun 75 dakikası kenardaydı. Sadece ilk 13 dakika ve 45-47 arası kendi pozisyonundaydı. Onun dışında çizgi rolündeydi ve takımı genelde eksik oynattı. 46’da pekala tek bir Quaresma-Talisca değişikliğiyle yetinebilirdi bence Şenol Güneş...
Maçın bir başka kötüsü de Oğuzhan’dı doğrusu. Maçın daha 13’üncü dakikasında kaptırdığı topta Uğur Çiftçi’yle beraber geriye koşarken hali içler acısıydı. Fiziksel olarak çok gerilemiş Oğuzhan. Kaptanın 13’teki o halini gördükten sonra, Monaco deplasmanında Tolgay 11’de başlarsa şaşırmam doğrusu.
‘TAZE’ BİR TAKIM LAZIM
1- MİLLİ Takım’a neşter gerekli mi?
Kesinlikle evet. 2010’a, 2012’ye, 2014’e gidememişiz. Euro 2016’ya mucize eseri katılıp, turnuvanın en kötü takımı olarak veda etmişiz. 2018’e gidememişiz. Yani 10 yıldır Avrupa’nın son 16’sına giremiyoruz. Bizim seviyemizde bir futbol ülkesinin hedefi her daim ilk 16 arasında kalmaktır, ortalama iki turnuvanın en az birine katılabilmektir. Bu nesil kaybetmeye, kaybettikten sonra da bahane üretmeye alıştı. Artık bize yenilmeye alışmış değil; az kaybetmiş, taze bir takım lazım. Neşter için tam da doğru zaman bence bu.
ARTIK VEDA VAKTİ GELDİ
2- DENEYİMLİLERİN tecrübelerine ihtiyaç var mı?
Bir deneyimlinin deneyine ihtiyaç duymak için, o deneyin başarılı olmuş olması gerek. Başarısız deney konusunda ustalaşmış insanların deneyimi genelde sizi ileriye götürmez, hatta geriye bile götürebilir. Bu nesil başarısızdır, 21’inci yüzyılda bizi ilk kez üçüncü torbaya düşüren oyuncular bunlar. Başarısızlıkta ve bahane üretmekte ustalaşmış “adam gibi adamlar takımı”nın artık veda vakti geldi bence.
HAVUZ TABİİ Kİ DAR GELİR!
3- FUTBOLCU havuzumuz, Lucescu’nun iddia ettiği gibi dar mı?
Turku’daki maça çıkarken iki büyük beklentimiz vardı doğrusu: Birincisi, bu maçtan puan çıkarıp Nations League ve Euro 2020 elemelerinde ikinci torbadaki yerimizi korumak. İkincisi ve daha önemlisiyse, Euro 2020’de bel bağlayacağımız takım ruhunu, isteği, arzuyu sahada görmek. “Türk Milli Adamlar Dönemi”ne artık bir son vermek, dün akşamüstünün ampute kahramanlarından ders almak ve yeni tertemiz bir sayfa açmak...
İlk 11’imiz sahaya çıkarken kaptanlık bandını Selçuk’ta görünce bir hayal kırıklığı yaşadığımı itiraf etmeliyim. Selçuk, katılabileceğiz en yakın turnuva olan Euro 2020’de 35 yaşında olacak, zaten Galatasaray’daki form grafiği de onu artık milli takıma taşımaya yeterli gözükmüyor. Ve dahi 2010’a katılamamış, 2012’ye katılamamış, 2014’e katılamamış, katılmayanı dövdükleri 24 takımlı Euro 2016’ya katılmış ama turnuvanın en kötü takımı olmuş ve nihayet 2018’e de gidememiş bu neslin kredisini artık tamamladığını düşünüyorum ben. Mehmet Topal, Gökhan, Arda, Burak, Selçuk gibi miadını dolduranlara teşekkür edeceğimiz bu süreçte kaptanlık bandını da Cenk’in kolunda görmek istiyor(d)um. Bir süredir kaptanlık bandını saha içinden çok saha dışında çalışanlar, delikanlılık kitabı yazanlar takıyor ulusal takımda. Biraz da “yazın Amerika’da özel hocayla çalıştım” diyenler taksın isterim doğrusu. Milli takımı bantla temsil eden oyuncunun yabancı sınırı isteyen değil, yabancıyla rekabet edip formayı alan olmasını isterim mesela. Çok arzulardım doğrusu şu maça Cenk’in kolunda bantla çıkmasını.
Neyse ki birkaç eski alışkanlık dışında yeni bir takım vardı Turku’da sahada. Az yıpranmış, az yenilmiş, az yenildiği için az bahane üretmiş, az prim almış ve milli görev için prim talep etmeye utanacak genç bir takım... Belki 90 dakika boyunca organizasyon olarak harika değildik, bütüncül bir görüntü sergilemedik ama isteğimiz, arzumuz, çabamız gayet yerindeydi doğrusu. Rakibin iki katı pas yaptık, zaten bizim oyuncu grubumuzun da yapabileceği en iyi şey bu. Çağlar’ın, Ömer’in, Okay’ın, Yusuf’un, Cenk’in isteğini görünce insan gelecek için umutlanıyor ister istemez. Mesele maçı kazanmak ya da kaybetmek değil zaten, Türk halkının esas arzusu, ampute sporcularımızın gözündeki ışığı A milli takım futbolcularında da görmek.
Dün akşam saatlerinde internette gördüm, A millilerin Dünya Kupası katılım priminin ampute takımına dağıtılması için kampanya başlatmış sözlükçüler. Prensip olarak kampanyayı destekliyorum ama teknik olarak gözden kaçırdıkları bir detay var: TFF’nin milli futbolculara vereceği Dünya Kupası katılım primi, zaten FIFA’dan alacağı ödüldü. Dolayısıyla öyle bir bütçe yok şu an TFF’de. Ancak gençler bu vicdanlı kampanyalarından vazgeçmesinler zira TFF’nin yıllık bütçesi 600 milyon liranın üzerinde. Ve bu bütçenin 32 milyonu personel gideri, 24 milyonu büro gideriyken, engellilere ayrılan bütçe yalnızca 1 milyon 400 bin lira! 2 ay önce sesi görenler Olimpiyat şampiyonu oldu, dün de ampute takımımız Dünya şampiyonu. Ve tüm bir engelli futbolunun bir senelik bütçesi yalnızca 1 milyon 400 bin lira. Demirören TRT’de açıklamıştı hatırlarsınız, Burak’ın Euro 2016 elemelerinde aldığı prim, engellilerin 1 yıllık bütçesinden fazla. Kampanyayı şu şekilde değiştirebilirsiniz arkadaşlar: TFF, büro masrafından yüzde 20 kısıp, engelli sporuna ayırsın. O rakam bile, o kahraman sporcularımızın hayatını değiştirebilecek bir bütçe zira...
Evet, rakibin 1,90’lık sol bekinin karşısına çabuk bir kenar hücumcusu koymayı akıl edemedik. Evet, 1 puan işimize yaramıyorken 46’da oyuna Ozan’ı soktuk. Evet, 150 yıllık futbol tarihinin bir kornerde en boş bırakılan adamına asist yaptırdık.
Ama milli takımın sorunu bence sadece sahanın içinde değil kesinlikle...
Dün akşam 18 sularında dünyanın en kısa fıkrasını izledim haberlerde: “Cengiz, takımında süre almadığı için 23 kişilik maç kadrosunda yok.”
Bu fıkradan daha da komik bir detay da, aynı pozisyonun 5 farklı oyuncusu Okay-Ozan-Selçuk-Yunus-Yusuf’un hepsinin kulübede olup Cengiz’in bulunmaması... Lucescu-Havutçu’ya soruyorum: Dünyada hangi maçta, hangi durumda, Ozan-Okay-Selçuk’un üçünün birden oyuna girme ihtimali oluşabilir? Kulübeye 5 merkez oyuncuyu koyup, bir kenar hücumcusu (Emre Mor) ve bir stoperi (Ömer’i) almanın mantık çerçevesinde nasıl bir açıklaması olabilir? 23 kişilik kadro demek, sahadaki 11 oyuncunun pozisyon pozisyon karşılığının kulübede olması demek. Sahada iki stoper varsa, kulübede de iki tane olmalı. İki açık hücumcusu varsa kulübede de iki... Orada nasıl bir hesap, nasıl bir güç var ki, Serdar ve Cengiz’i matematikle dalga geçercesine tribünde oturtup, kulübeyi keyfine göre dolduruyor?
ŞEBEKE Mİ VAR?
Zaten Lucescu göreve geldiğinden beri kararların akıl-mantık çerçevesinde alınmadığı ortada. Bu kararlar Lucescu’ya ait olamaz, birileri belli ki Rumen Hoca’ya sufle veriyor ve bu sufleyi kim veriyorsa ülkeye ihanet ediyor. Yoksa gazeteci döven Arda’yı 1 maçlık aranın ardından ayağına gidip davet etmek de, Trabzon’da 30 dakika oynayıp Alanya maçının kaybedilmesinin baş sorumlusu olan Volkan’ı kadroya çağırmak da, Cengiz’i-Serdar’ı tribünde oturtmak da iyi niyetle açıklanamaz bence. Milli takım 2020’yi de kaybetmek istemiyorsa, bu ihanet şebekesini tespit edip çökertmeli.
MAÇIN ADAMI: BÖDVARSSON
Championship
Tek golle biten karşılaşma sayısı da sadece 6... Bu yıl rastgele bir Süper Lig maçına gitmiş olsaydınız gol izleme ihtimaliniz yüzde 100, iki gol seyretme ihtimaliniz yüzde 91, üç gol görme ihtimaliniz yüzde 68’di. Üstelik bu golleri Nasri’ler, Love’lar, Burak’lar, Gomis’ler, Valbuena’lar atıyor. Bu yıl Süper Lig’de iyi maç izleme ihtimaliniz, sinemada güzel film yakalama ihtimalinizin üstünde bence!
LİG DAHA REKABETÇİ
- Yedinci hafta sonunda maç başına gol ortalamamız 3,32 olarak gerçekleşmiş ki, bu oran Almanya’da 2,41, İngiltere’de 2,47, Fransa’da 2,67, İspanya’da 2,76, İtalya’da 2,88... Bu yılki gol istatistiği ile ilgili en çarpıcı veriyse, dengeli dağılım. 7 hafta sonunda Süper Lig’de en az gol atan takım 7 kez fileleri havalandırmış, yani maç başına 1 gol ortalamanın altına düşen ekip yok. Oysa İtalya, Fransa ve İngiltere’de 8, Almanya’da 7, İspanya’da da 6 takım maç başına 1 gol ortalaması tutturamamışlar. Elbette 7 hafta keskin sonuçlara varmak için tam anlamıyla yeterli bir süre değil. Tabii ki futbolda eğlence, sadece gol sayısından da ibaret değil. Ancak şu ana kadar edindiğim kanaat şu: Süper Lig’de bu yıl altta-üstte kopma yaşanmaz, orta direk daha güçlü, lig daha rekabetçi.
KARAR ALANLAR ACELE ETMESİN
- Ligin bu yıl daha rekabetçi olması, galibiyetsiz takım bulunmaması ve hemen her maçın eğlence vaat etmesinin altındaki sebeplerden en güçlüsü sanırım futbolcu kalitesi. Futbolcunun yerlisi-yabancısı yok, iyisi kötüsü var. Bu yıl ligde daha fazla iyi futbolcu, daha fazla iyi antrenör olunca, daha fazla iyi maç çıktı ortaya. Şu günlerde yabancı sınırlaması planları yapanlar, 2020’den itibaren sayıyı kademeli azaltalım diyenler, karar almak için bence çok acele etmesinler. Zira bence 2020 geldiğinde, “Biz neden böyle uzun vadeli bir karar almışız ki! Lig gayet iyi, kulüpler Avrupa’da daha etkili. Milli takım da fena gitmiyor” deme ihtimallerini güçlü görüyorum. Bence birkaç yıl içinde “İyi ki ligi pasaport ayrımcılığından kurtarmışız. İyi ki yasaklarla bir yere varamayacağımızı anlamışız. İyi ki bu sayede burada yedek oturan Emre Çolak’lar, Enes Ünal’lar, Cenk Gönen’ler ve daha niceleri Avrupa’ya açılmış” diyecek bugün aksini söyleyenler.
SORUN ANTİPATİKLİK!
- Yabancı sınırının açılmasının milli takımı olumsuz etkileyeceği ezberine hiçbir zaman katılmadım, hatta tam aksini düşündüğümü dile getirdim sıkça: Burada yabancı meslektaşını yenip formayı alamayan yerli, aynı yabancıyı uluslararası maçta nasıl yenecek ki sahi? Zaten ulusal takımımızın son 10 yıldaki sorunu başarısızlık değil ki, antipatiklik. Değerli dostum Sina Koloğlu araştırmış, Ukrayna-Türkiye totalde 9,71, AB’de 8,88 reytingde kalmış. Oysa 2018 eleme maçlarında daha önce ortalama yüzde 12, Euro 2016 elemelerinde ise yüzde 15 civarındaymış puanlar. 2008’den beri Avrupa’nın son 16’sına giremiyoruz zaten. Başarı departmanında değişen bir şey yok. O zaman ilginin düşmesinin nedeni bence sportif değil. Esas sebep, milli takımın nezaketsiz bir yere dönüşmesi. Kavga, tehdit ve kabadayılıkla anılması. Top oynamaktan çok racon kesen genç Kurtlar Vadisi figüranlarıyla doluşması.
AVRUPA’DA DAHA İYİ OLACAĞIZ
Hem Atiba, Oğuzhan, Quaresma gibi kader adamları yok, hem de alternatifler Medel’le Negredo iyi günlerinde değiller. Ben Negredo’yu bu sezonun en iyi transferleri içinde görüyorum, Karabük, Porto, Fenerbahçe maçlarının hepsinde görevini harika yaptı. Dün çok iyi değildi ama şuna eminim: Negredo bu paylaşımcı oyun karakteriyle gerektiğinde Talisca’nın da, Cenk’in de yerinde oynayabilir bence. Beşiktaş’ın 3 cepheli savaşında Negredo kritik rol oynayacak bu sene.
Beşiktaş’ın bu denli eksik olduğu bir günde bile Trabzon’un hep geriden gelmek zorunda kalmasıysa bence Yanal’ın ruh halinin iyi olmamasıyla ilintili. Yerel basının baskısıyla kendini güvende hissetmiyor ve kendi eliyle bulduğu doğruları mahvetti iki haftada. Gençlerbirliği ikinci devresiyle beraber Sosa’nın orta ikiliye girmesi ve oyunu daha geriden, daha geniş görerek organize etmesi harika bir fikirdi. Onu yok etti. Yine üç maçtır Yusuf’la Abdülkadir’i bir arada kullanmak takımın enerjisini ve kalitesini üst seviyeye taşımıştı. Alanya maçında Yusuf/Volkan değişikliğiyle üç puanı hediye etmişti, Beşiktaş’a karşı da 70’e kadar Yusuf’suz orta saha son derece renksizdi.
MUCİZE GİBİ
Trabzon’da anlayamadığım bir konu da şu: Okay’ı stoperde kullandığınız halde oyunu neden savunmanın içine giren Onazi kurmaya çalışıyor? Okay geride oynayacaksa oyunu kurmalı, takımının merkezini öne taşımalı. Eğer oyunu kurmak için Onazi gelecekse, stoperde Uğur oynamalı, çünkü Okay’ın oradaki varlığının bir anlamı kalmıyor! Dün de Trabzon’un en zor duruma düştüğü anlar, sezonun genelinde olduğu gibi yine oyun kurmaya çalıştığı anlardı. Bu sorunu çözmeden, Trabzon’un bir maçı gol yemeden bitirmesi mucize gibi.
MAÇIN ADAMI: TALİSCA
- SÜPER bir gol attı, ikinciyi de Lens’e attırdı. Bence bonservisini almak için sezon sonu beklenmemeli, 15-20 milyon bandında bir ön protokole işi hemen bitirmeye çalışılmalı.
Süper Lig’de sezonun 59’uncu maçını izledik, sanırım yılın en güzel maçlarından biriydi bu. Sürekli gitti geldi, 3-2 bitti ama 4-4 veya 5-5 de bitebilirdi pekala. 80’inci dakika itibariyle toplam sadece 12 faul yapılmışken, iki takımın 18 şut atması da, bunu gösteren güzel bir istatistikti zaten.
Tudor, değişiklik yapmalıydı
Galatasaray bildiğimiz gibiydi, iç sahada sezon başından beri olağanüstü coşkulular, istekliler, arzulular. Skor ne olursa olsun aynı oyunu oynuyorlar, sürekli arıyorlar, sürekli üçüncü bölgede çoğalma hedefindeler. Maçın 2-0’dan 2-2’ye gelmesinin temelinde de biraz bu var zaten. Hiçbir an skoru korumayı düşünmediler, 2-0’ken de fazlasını aradılar, 2-1’ken de. Özellikle 2-1’ken Rodrigues’in direkten dönen topu, Feghouli’nin ve Gomis’in net pozisyonları değerlendirememesi elbette Galatasaray’ın şanssızlığı... Ama Tudor’a acaba bir kez daha şu maçı oynama şansı verseniz, 2-1’ken, oyun bu kadar gidip geliyorken, Karabük de orta sahayı yürüyerek geçiyorken bir oyuncu değiştirmeliydim der miydi acaba? Bence 70’lerde Rodrigues’i çıkarıp, orta sahayı Denayer’la üçlemek, Galatasaray için daha güvenli bir tercih olabilirdi. Ama sanırım Galatasaray’ın bu yılki alametifarikası bu: Coşkuları olağanüstü. Hiç geri vites yapmıyorlar. Bu da şu anda onları ligin en iyi futbolunu oynayan takımı yaptı zaten.
Çıkarken kaybetme zaafını Sivas gösterdi
Yenilmelerine rağmen Karabük’ün bu saygıdeğer oyununun da hakkını vermek gerek. İkinci kez geçici görev alan Levent Açıkgöz’e gönülden tebrikler. Karabük kesinlikle hoca aramamalı, Açıkgöz’le yola devam etmeli. Açıkgöz bu maça takımını özel olarak hazırlamış, Galatasaray’ın belki de en büyük zaafı, çıkarken kaybettikleri toplardan son derece iyi faydalandılar. Bu zaafı ilk kez Aybaba’nın Sivas’ı ortaya çıkarmıştı ama gol bulmaya kaliteleri yetmemişti. Karabük de Galatasaray savunmasını oyun kurarken sıkıştırdı ve en az 3 net pozisyonu böyle ürettiler. Birinde de gol buldular zaten.
Galatasaray’ın iki sorunu
Galatasaray’ın bu coşkulu futbolunu daha da geliştirmesi için sanırım halletmesi gereken iki sorun var: Birincisi, oyun kurarken daha ciddi olmamalılar. Özellikle Belhanda’nın böyle gayrıciddi kayıplar yapmaması gerek. İkincisi de, N’diaye’nin düşen verimini toparlamalılar. N’diaye sezon başında Belhanda’yla hizada oynuyor, kaleye daha yakın pozisyon alıyor ve daha fazla verim veriyordu. Şimdi artık Fernando’yla hizada. Ve verimi kesinlikle düştü. Bence Tudor on numaralı düzenden vazgeçip tekrar iki sekiz numaralı sisteme dönmeli. N’Diaye ve Belhanda iki sekiz gibi, defansif ve ofansif sorumlulukları paylaşarak oynamalı.