Ortaokulda Türkçe dersinde edebiyatımızın büyük eserlerinden pasajlar okurduk, Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’ndan, Yaban’dan ya da Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nden... O pasajların bitiminde kitabın ilk sorusu şu olurdu: Bu pasajdan ne anladık? Ya da yazar bize ne anlatmaya çalışıyor?
Fenerbahçe geçtiğimiz hafta Rize’de etkisiz bir 45 dakika oynadı, üç değişiklikle maçı çevirdi. Hatta kötü oynayarak kazandıkları Antalya ve berabere kaldıkları Alanya maçlarını da ekleyebilirsiniz o pasaja. Peki Fenerbahçe bu pasajdan ne anladı? İsmail Kartal bu iki buçuk maçlık kötü süreçten ne ders çıkardı?
GRİ BİR ORTA SAHA
Dün Fenerbahçe, onda biri bütçesindeki Kasımpaşa’ya karşı ön libero tipli iki oyuncuyla çıkıyor sahaya. Oysa Kasımpaşa 11’inde ön libero tipli bir kişi var (Sadiku). Geçtiğimiz hafta da Rize tek defansif orta sahayla oynarken, Fenerbahçe yine İsmailKrunic’le sahada. İsmail Kartal’ın oyun ve/veya sonuç anlamında kötü geçen Antalya-Alanya-Rize sürecinden çıkarmasını beklediğimiz ders sanırım şuydu: İsmail-Krunic gri bir orta saha ikilisi. Krunic asla bir Fred muadili değil. Takımda Fred’in muadili olmaya en uygun aday Lincoln’ün gönderilmesi skandal bir karardı. Szymanski-Zajc kenardayken Krunic’in ısrarla 11’de başlaması da bir başka soru işareti. Dün ilk yarının sonunda İsmail’in isabetli pas sayısı 11, Krunic’in de 10’du. İyi bir merkez orta saha, bazen tek devrede 45-50 isabetli pas yapar. Krunic 1 saat sahada kalıp 14 isabetli pasla bitirdi maçı. O dakikada Livakovic’in isabetli pas sayısı 25’ti. Her maça yanlış 11’le başlayıp, son bölümde telaşla değişiklikler yaparak sonuç alamazsınız. Rize’de oldu. Dün Kadıköy’de oldu. Her zaman olmaz. Bir Süper Lig devi, İsmailKrunic gibi gri bir orta sahayla her maça başlayamaz.
TEBRİKLER UĞURLU’YA
Süper Lig’de maçlarına gelenlere toplam 98 gol izleten ve bu alanda lider olan Kasımpaşa’yı ve Sami Uğurlu’yu da tebrik etmemiz gerek. Tanımı net bir geçiş takımı yarattı. Uğurlu’nun deyimiyle ‘topun cazibesine kapılmayan bir takım’. Süper Lig’de oyun istikrarı olan az sayıdaki takımdan biri Kasımpaşa.
O parayla bu dengeli takımı kurmuşlar. Başına da çok iyi bir teknik direktör getirmişler. Midtjylland kökenli Brian Priske’nin geleceğinin parlak olduğunu düşünüyorum. Şemasınaorganizasyonuna sadık, ekibinin avantajlarını-dezavantajlarını bilen ve müsabakaları ona göre ele alan bir takım. 180 dakika boyunca hiçbir duran topta doğaçlama yapmadılar, hep çalışılmış set hissi veriyorlar.
ZAYIF KANINI ANLAMIŞLAR
Danimarkalı her hoca gibi Priske’nin de sırrı kanat akınları. İstanbul’da oynadıkları Galatasaray’ı da iyi analiz etmişler, zayıf karnının sol savunma olduğunu kolaylıkla anlamışlar. İlk maçta golleri oradan atmışlardı, Prag’da da daha birinci dakikadan itibaren tüm aksiyonları Galatasaray’ın soluna yığdılar. 6’ncı dakikada Preciado-Laçi sağdan denedi, olmadı. 8’inci dakikada Kairinen-Preciado geldiler, golü atıp döndüler.
1 AYDIR AÇIKLARI GÖRMEZDEN GELİYOR
Okan Buruk’a ne kadar saygı duyduğumu bu sütunun ya da televizyon programlarımızın takipçileri zaten bilirler. Bundan 10 sene önce A milli takımın başına gelmesi gerektiğini yazmıştım, gelecekte de İtalya Serie A’da iyi bir takım çalıştıracağına inanıyorum. Ancak maalesef son bir aydır bir konuda takımının verdiği açıkları görmezden geliyor. Berkan’a karşı oynayan hemen her takımın sağ kanat oyuncusu yıldızlaşıyor: Gaziantepli Sorescu, Samsunlu Zeki Yavru, Sparta Praglı Preciado, Olatunji ve sonradan giren Tuçi... Bu sezon tüm cephelerde toplam 1 golü olan Preciado, Galatasaray’a karşı 180 dakikada 2 gol-1 asistle oynadı. Bu kadarı tesadüf olmamalı sanırım.
AŞIRI KORUMACI TUTUM TURU PRAG'A TESLİM ETTİ
Galatasaray'ın bu sezonki Avrupa macerasında bir diğer zaafı da, beraberliğin yeterli görüldüğü maçlarda gereğinden fazla pasif davranılması oldu. Kopenhag deplasmanında bir iştah sorunu söz konusuydu. Dün de 16’ncı dakikada skor 1-1 olduktan sonra, özellikle de 46-70 arası takım sakinleştirici almış gibiydi. Bu aşırı korumacı tutum, turu Sparta Prag’a teslim etti maalesef.
Cenk Koray’la Tele Kutu, Barış Manço ile 7’den 77’ye, İngiltere Süt Kupası ve Fernando Santos’un maçların ilk yarılarında Beşiktaş’a oynattığı futbol… 90’lardaki çocukluğumu hatırlatan şeyler bunlar bana! Dün Beşiktaş’ta hem yeni transferler, hem Afrika Kupası’ndan dönenler, hem iyileşenler derken çok daha renkli bir kadro vardı sahada. Ancak futbol özellikle ilk devrede yine son derece griydi, dakikalar 25’i gösterdiğinde Konyaspor %70’le topa sahip oluyor, Beşiktaş öne baskıya gelmeye bile gerek görmüyordu.
TEMPO ARTINCA GOLLER GELDi
30’UNCU dakikadan sonra Beşiktaşlı futbolcular yavaş yavaş önde baskıya gitmeye başladılar. İlk devrenin sonu ve ikinci yarının başında bir miktar tempoyu artırdılar ve bu sayede de iki gol bularak kazandılar maçı. Muci’nin alışık olduğu yerde, on numarada oynaması günün en önemli doğrusuydu. İleri ikilide Muci-Semih ve sağda Rashica, Beşiktaş’ın üzerine gelecek kurabileceği bir plan gibi duruyor şu anda.
SADECE SEMiH VE CENK ATIYOR
Ancak şunu da unutmamak lazım: Süper Lig’de son 36 günde Beşiktaş formasıyla gol atan yalnızca iki futbolcu var, Semih ve Cenk. Galatasaray’da aynı dönemde tam 8 farklı oyuncu skor yapmış mesela... Beşiktaş, Fernando Santos yönetiminde Süper Lig’de 7 maça çıktı, bu yedi müsabakanın ilk devrelerinde toplam 1 gol attı (Semih, Trabzonspor’a). Birilerinin Fernando Santos’a şunu anımsatması mı lazım acaba: 1980’lerin sonunda tüm ligler 3 puanlı sisteme geçti. Beraberlik artık galibiyetin yarısı ederinde değil. Bu sistemde bütün maçları 0-0 bitirirseniz küme düşersiniz! Topun hızını artırmalı, daha fazla tempo yapmalı ve her maçta ilk devreleri çöpe atmamalısınız. Beşiktaş bu ligin konvansiyonel büyüğü. Ve iç sahada ligin en az 14-15 takımına karşı dominant başlar. İnönü’nün alışkanlığı bu, beklentisi bu, genetiği bu.
Futbolda 2020’lerin anahtar sözcüğü “yoğunluk” (intensity). Bugün Manchester City’yi, Liverpool’u diğerlerinden ayıran en önemli özellikleri yoğunlukları. Yoğun oynamaları, topu hızlı dolaştırmaları, rakiplerinden bir tık seri hareket etmeleri, topu geri kazanma sürelerinin kısa olması, böylece atak sürekliliği sağlamaları. Atak devamlılığı sağladıkları için geri koşmak zorunda kalmamaları. Topu çabuk geri kazanmak için takımın eninin-boyunun kısa olma mecburiyeti. Ki bu da zaten metrekareye düşen adam yoğunluğu oluyor bir bakıma.
G.SARAY’IN FARKI YOĞUNLUK
Süper Lig’de bu sezon Galatasaray’ın yarattığı farkı da tek kelimeyle açıklamaya çalışırsak buna pekala “yoğunluk” diyebiliriz. Ve Galatasaray’ın ortaya koyduğu yoğun oyunu tek bir pozisyonda anlamak isterseniz bunun için de size dün 14’üncü dakikada attıkları ikinci golü incelemenizi öneririm.
ViTES ASLA DÜŞÜRMÜYORLAR
Eryaman’da 14’üncü dakika... İlk golü bulup henüz öne geçmişler. Pekâlâ vites küçültebilirler, tansiyon düşürebilirler. Ama düşürmüyorlar. Rakipleri ilk golün şokunu üzerinden atamadan bir atak daha. Tete sağ çizgiye iniyor, çeviriyor, Ankaragüçlüler karşılıyorlar. İşte tam bu noktada Galatasaray’ın farkı başlıyor. Topu kaybettikleri anda öyle hızlı reaksiyon veriyorlar, o noktada öyle çabuk kalabalıklaşıyorlar ki, geri kazanmada bir meleke geliştirmişler artık. Galatasaray’ın rakipleri için en tehlikeli an, topu kazandıklarını sandıkları an oluyor. Topu kazandık, hücuma çıkıyoruz derken tekrar kaptırıyorlar meşin yuvarlağı. Ve karşı pres sonucu bir daha pozisyon veriyorlar.
TOPU GERi KAZANMA TiMiNiN LiDERi
Ve Galatasaray’ın bu karşı presle, topu kaybettiği yerde saniyeler içinde geri kazanma timinin liderliğini Davinson Sanchez yapıyor bu sezon. Torreira sahadayken o çetenin bir başka ileri geleni o. Ama bir stoper olarak Davinson’un takımının savunma hattını bu kadar ileriye çıkarması, bu kadar sık doğru yerde olması ve bu denli kritik toplar kazanması muazzam. Galatasaray eğer bu yılı şampiyon bitirirse, ben bu sezona “Süper Lig Davinson Sanchez sezonu” diyebileceğimizi düşünüyorum artık.
Futbolda 50 senelik bazı klişeler vardır, hâlâ ekranlarda-gazetelerde düşüncesizce kullanılır. Birçoğu günün koşullarına uygun değildir, çağ dışıdır, mantıksızdır. Bir tanesi “yenemiyorsan yenilmeyeceksin”dir mesela. İki puanlı sistem için makul olan ama üç puanlı sisteme geçildiğinden beri mantık dışı kabul edilebilecek bir argüman. Çünkü 1980’lerde maç başı 1 puan ortalamayla Avrupa kupalarına bile gidebiliyordunuz, 90’lardan itibarense 1 puan ortalama sizi küme düşürüyor.
KAZANIRKEN KUSURLARI GÖREBiLMEK
Bu akıl dışı lakırdılardan biri de “kazanan takım değişmez” klişesi. Belki 1980’lerde, futbolcular ortalama 7 kilometre koşuyor, teknik adamlar biri ölmedikçe oyuncu değişikliği yapmıyorken makuldü bu argüman. Ama bugünün zorlu fizikseltaktiksel koşullarında esas maharet zaten “kazanırken kusurları görebilmek”. Kaybederken zaten herkes görüyor arızaları. Kazanırken kusurları teşhis edip müdahale edebilenler büyük hoca oluyorlar.
CRESPO’DAN TEK FARKI KISA SAÇI
İsmail Kartal’a büyük saygı duymakla birlikte, kazanırken bazı kusurları göremediğini, inandığı oyuncularda fazla ısrar ettiğini düşünüyorum. Fenerbahçe, Antalya’yı yenerken SOS vermişti aslında. İsmail-Krunic çok griydi. Bu ikilinin bire indirilip, İrfan’ın veya Mert Hakan’ın merkezde denenmesi gerekiyordu çoktan. İsmail Kartal, Fred’in yokluğunu yönetmekte güçlük geçti. Onu yedeklemeye en uygun adam olan Lincoln’ün gönderilmesi skandal bir hataydı zaten. Crespo’dan tek farkı kısa saçı olan Krunic’te ısrar da bir başka hata.
RADiKAL BiR MÜDAHALE YAPTI
Antalya'da oyun kaybedildi. Alanya karşısında puan... Rize’de ilk 45’in sonunda iki departmanda da gerideydi Fenerbahçe. Rize iyi oyunla galip girdi soyunma odasına. Ve 46’da nihayet İsmail Kartal, aynı şeyleri yaparak farklı sonuçlar alamayacağını fark etti. Radikal bir müdahale yaptı sahaya. Bundan da sonuç aldı. Mert Hakan ve İrfan çoktan almaları gereken dakikaları iyi kullandılar. Zemin-hava koşulları nedeniyle tercih edilen Serdar Dursun da rol oynadı galibiyette. 17 Şubat akşamı 19:45, kendi doğrularında lüzumundan fazla ısrar eden İsmail Kartal için kırılma dakikasıydı belki de.
Dünkü ilk 11’leri sadece 24,5 yaş ortalamalıydı. Son bir buçuk yılda büyük takımlara 35 milyon euroya 3 önemli ihracat yaptılar (Hlozek, Hancko ve Cvancara). O bütçeyle de bu takımı kurdular. Değerli teknik adamları Brian Priske, Midtjyjlland kökenli. Zaten bu sütunun dikkatli takipçileri Midtjylland’ın nasıl bir laboratuvar ortamı olduğunu, özellikle duran top ve kanat oyuncuları konusunda deneysel çalışmalar yaptıklarını sıkça okudular. Sparta Prag da, Danimarka’daki bu futbol laboratuvarının ürünlerinden faydalanan kulüplerden.
DURAN TOP VE KANAT AKINLARI
Liglerini zaten 20 haftada 17 galibiyetle domine ediyorlar, Kopenhag’a penaltılarda kaybederek Şampiyonlar Ligi’nin kıyısından döndüler. Avrupa Ligi’nde de Real Betis’li-Rangers’lı gruptan çıktılar. İki işi özellikle iyi yapıyorlar: Duran toplara ekstra çalışıyorlar. Dün ilk gol bir duran topun devamında geldi. Bir de kanat akınlarında ustalar. Dün sağ bekleri Preciado, takımının yıldızı oldu zaten.
BERKAN'LA YILDIZLAŞTILAR
Tabii ki sağ bek Preciado özel bir oyuncu. Sparta Prag da bu işlerde usta. Ancak şunu da eklemeliyim: Galatasaray’da sol bekte Berkan oynamaya başladığından beri, Gaziantep’in sağ beki Sorescu da, Samsun’un sağ beki Zeki de yıldızlaştılar sarı-kırmızılılara karşı. Okan Buruk’a büyük saygı duymakla beraber, neden sol bekte Barış, hücumda kanatlarda Zaha-Kerem’li modeli değiştirdiğine ben anlam veremiyorum.
ICARDI BİR KEZ DAHA KANITLADI
Dün Galatasaray için çok fazla gelgitli, iniş çıkışlı, duygu yüklü bir müsabaka idi gerçekten. Ancak Galatasaray için belki de sezonun en kritik maçının kazanılmasında başrolde yine Mauro Icardi vardı. Bir süredir bir tık düşük viteste giden Icardi’yi uzun zaman sonra ilk kez bu kadar canlı ve etkili gördük. Derine gelerek oyun kurucu gibi oynadı dün Arjantinli. Üçüncüyü attı, ilk iki golde de onun zekâsı vardı zaten işin içinde. Mauro Icardi, dün bir kez daha kanıtladı büyük maçların büyük oyuncusu olduğunu.
Beşiktaş, Fernando Santos’la 5 lig maçına çıktı, 4’ünde gol atamadı. Karagümrük galibiyetini Santos’a yazamıyorum, zira o takım hâlâ Serdar Topraktepe’nindi. Pendik’e, Adana’ya, Sivas’a gol atamadılar. Trabzonspor’u pragmatik oyunla, çoğunlukla topu rakiplerine bırakarak, bir Semih Kılıçsoy solosuyla yendiler. Trabzon %55’le oynadı, rakip ceza alanında topla buluşma verileri de 27’ye 10’du.
SANTOS’UN CV’SiNE DiKKAT
Peki Topraktepe ile Hatay’ı 2-1, Rize’yi 4-0 yenen, yine Serdar Hoca etkisinde Karagümrük’ü 3-0’la geçen takım Santos’la nasıl böyle bambaşka bir felsefeye büründü? Bu sorunun yanıtı Santos’un CV’sinde gizli. Yıldızlar topluluğu Portekiz’i bile tutuculaştıran, ilk 15 maçta 9 kez 1-0’lık skorlar alan bir teknik adam Santos. Yunanistan’la da 49 maçın 29’unu 0-0, 1-0 ve 1-1 bitirmiş. Beşiktaş’ı da yavaş yavaş Yunanistan’a benzetiyor zaten. Gerçi dünkü maç özelinde sahada bir değil, iki tane Yunanistan olduğunu da söyleyebiliriz.
MUCi HAZIR GELMiŞ
İki ekip de uzun süreler kontrollüydü, geçiş fırsatıydı stratejileri. Özellikle ilk devrede iki takımın da topu istemediği, adeta sahaya topu isteyen üçüncü bir ekibin gerektiği bir müsabaka oynandı Kayseri’de.
Dünün Beşiktaş adına olumlu tarafıysa Muci’nin hazır gelmesi. İştahının çok iyi olması. Özellikle merkeze gelerek birçok aksiyon yarattı Arnavut yıldız. Dün inceledim, kariyerindeki 178 maçın 173’ünde merkezde ya da solda oynamış Muci... Ancak Portekizli Hoca (bilmiyorum hangi sebeple) onu uzun süre sağa hapsetti. Eğer Muci esas yerine, yani on numara rolüne geçer ve Semih’le düzenli olarak ileri ikilide birlikte oynarlarsa, Beşiktaş üzerine gelecek inşa edebileceği bir oyun bulmuş olur bence.
Bu sezon ligin zirvesindeki iki devin oyununda iki kritik aksam var: Davinson, tamamlanamayan hücumların dönüşünde yaptığı ilk müdahalelerle, Galatasaray’ın atak sürekliliğinin baş aktörü. Sarı-kırmızılı takımın kalbi. Fred de, sağlıklı olduğu dönemde Fenerbahçe’nin ikinci-üçüncü bölge bağlantısının anahtarıydı. O sağlıklıyken sadece sahipsiz top kazanmasıyla, ikili mücadele yüzdesiyle değil, toplu oyundaki rolüyle de hayati bir rolü vardı Fenerbahçe’de. Onun olmadığı dönemde Fenerbahçe orayı Krunic’le kompanse etmeye çalıştı ama Boşnak orta saha, Fred’le aynı tip oyuncu değil. İsmail’le birlikte daha fazla emniyet supabı görüntüsü veriyorlar ancak Fenerbahçe’nin dünkü gibi rakip yarı alana yığdığı oyunlarda renksiz kalıyorlar.
BAĞLANTI ZAFİYETİ
Dün Alanya karşısında özellikle ilk yarıda Fenerbahçe’nin topa yüzde 70 sahip olmasına rağmen yalnızca 0,57 gol beklentisi yaratabilmesinin altında bu sebep vardı. Fred’siz dönemde İsmail-Krunic’li orta saha bir ikinci-üçüncü bölge bağlantı zafiyeti yarattı. Dzeko bu yüzden sürekli derine-bağlantıya gelmek zorunda kaldı. Dün uzunca bir süre sol taç çizgisinden oyun kurmaya kalktığını gördük Dzeko’nun. İnsanın aklına ister istemez şu soru geliyor bu noktada: Orta saha orijinli Lincoln Henrique kadroda tutulamaz mıydı? Lincoln hem pas yüzdesi yüksek, hem de aynı zamanda asist ve şut silahı olan yetenekli bir futbolcu. Bence pekala Fred’in yokluğunda 8 numara alternatifi olabilirdi Lincoln.
ALANYA AÇIK VERMEDi
İSMAİL Kartal dün 46’da İrfan Can müdahalesiyle takımının ritmini bir miktar değiştirdi, zaten o coşkuyla da 15 dakikada 2 gol buldular. Ancak bu iki gol maçı kazanmalarına yetmedi. İsmail Kartal, ikinci bir hamle olarak aynen Gaziantep, Samsun ve Başakşehir maçlarında olduğu gibi son bölümde çift santrforlu düzene geçti. Ancak Alanya’nın yürekli savunması sarı-lacivertlilere yeni bir açık vermedi.
Fatih Tekke bu sezon Beşiktaş’ı iki kanatta Oğuz-Yusuf Özdemir’i kullanarak geçmişti. Dün de iki çizgide Oğuz ve Loide Augusto formülüyle, kanat varyasyonlarıyla kazandı puanı.