Galatasaray formasıyla yakın tarihte çok iyi merkez orta sahalar izledik: OkanEmre-Suat, belki de Türk futbol tarihinin en iyi orta üçlüsüydü. SelçukMelo çok iyi işlere imza attılar. Belki de 10 yıl sonra Galatasaray unutulmamaya aday yeni bir orta ikili yakaladı: Torreira ve Kerem Demirbay... Tabii ki bu ikiliyle ilgili büyük cümleler kurmak için henüz erken, bunun farkındayım. Ama sezonun şu noktasına kadar yaptıkları katkı ve özellikle Kerem’in aylar geçtikçe kendini bulması, ligin kaderine de doğrudan etki edecek gibi.
HEM TOPLU HEM TOPSUZ OYUNDA USTA
Kerem Demirbay, Türk futbol kamuoyunun iştahla öveceği türden bir orta saha tipi değil. Gösterişten uzak. Toplu oyun kadar topsuz oyunun da ustası. Oyunu izlerseniz, Kerem’i göremeyebilirsiniz. Ama Kerem Demirbay’ı izlerseniz, oyunu anlarsınız. Geçtiğimiz hafta derbi yazısında onun Beşiktaş orta sahasına karşı nasıl fark yarattığını ifade etmeye çalışmıştım. Beş gün geçti, o sükseli performansının üstüne goller ekledi Kerem. Onun stilini İlkay Gündoğan’a benzetiyorum. Sadelikte usta her ikisi de.
NEGATiF AYRIMCILIĞI LANETLEDiK
Dün 8 Mart’tı, Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nün anlamını idrak etmeye çalıştık hep birlikte. Hâlâ dünya üzerinde çeşitli coğrafyalarda çeşitli ölçülerde kadınların yaşadığı negatif ayrımcılığı lanetledik. Türk kadınına daha 1930’lu yıllarda sadece seçme değil, seçilme hakkı da veren, bu anlamda yeryüzünün en medeni uluslarından biri olmamız sağlayan Atatürk’e minnet duyduk bir kez daha. Tarihi değiştiren kadınları andık:
TEŞEKKÜRLER iYi Ki VARSINIZ
Hem fizik, hem de kimya dalında Nobel kazanan Marie Curie olmasaydı, bugün hepimizin hayatı, ziraat, astronomi hatta tarih bilimi bile eksik kalacaktı. Rosa Parks olmasaydı bugün dünyada bazı ülkelerde otobüslerde koltuklara sadece beyazlar oturabilecek, muslukların üzerinde ten rengi yazıyor olacaktı. Türkan Saylan bu ülkede yaşamasaydı bu kadar çok kız çocuğu eğitim şansı bulamayacaktı. Teşekkürler Marie Curie, teşekkürler Rosa Parks, Sabiha Gökçen, Maya Angelou, Joan Rivers, teşekkürler Türkan Saylan. İyi ki varsınız. İyi ki hayatımıza dokunmuşsunuz.
Tony Bloom ismini daha önce duymuş muydunuz bilmiyorum. Bloom şu sıralar İngiltere, Belçika ve Uzakdoğu başta olmak üzere Dünya sathında şöhrete sahip bir dâhi. Kimilerine göre futbolun Elon Musk’ı. 1970 Brighton doğumlu Bloom hem global bir poker yıldızı, hem ürettiği internet siteleriyle bir Silikon Vadisi starı. Hem de Brighton ve Union Saint-Gilloise kulüplerine yaptığı doğru yatırımlarla bir futbol dâhisi.
SERVETiNi ZEKASINA BORÇLU
Servetini zengin ailesine ya da petrole değil, zekasına borçlu bir adam olan Bloom, Brighton’ı son 10 yılda League 1’den (İngiltere üçüncü kümesinden) Avrupa kupalarına taşıdı. Bloom’un ikinci yatırımı Union Saint-Gilloise da beş yılda ikinci kümeden Avrupa’ya sıçradı. Belki siz şu an onun adını Union St.Gilloise’ın tepesinde göremiyorsunuz ama esas patron o. İsminin gizlenme sebebi, UEFA turnuvalarında aynı patronun iki kulübünün birden yer alamaması.
‘MONEYBALL’ METODU UYGULUYOR
Tony Bloom, USG’yi de aynen Brighton gibi bir “moneyball” metoduyla yönetiyor. Hocaları Blessin, Leipzig mekanizması çıkışlı bir Alman. Son üç sezonda büyük liglere iki süperstar, Boniface ve Deniz Undav’ı sattılar. O bütçeyle de dün Brüksel’de sahaya çıkan sistem takımını kurdular.
ÇAĞLAR, ÇIKANA DEK EN iYiSiYDi
Dün bu enerjik takıma karşı Fenerbahçe yürekli ve dirençli bir 90 dakika koydu sahaya. Çağlar sakatlanana kadar sahanın en iyisiydi, ilk golde de payı Belçikalı’dan fazla. İsmail rakibin yıldızı Puertas’ı defalarca bozdu, Fred saha içi liderliğiyle hemen fark ettirdi varlığını. Ferdi de oyuna dahil olduktan sonra şahane bir futbol ortaya koydu her yönüyle.
ÖZÜR DiLERiM OOSTERWOLDE
Dolmabahçe’deki derbiyle ilgili 18:59’a kadar yapılan çalışmaların yüzde 90’ı 19:02’de çöpe gitti muhtemelen. Maç, Al Musrati’nin kendi kalesine attığı golle ikinci santrayı yaptı. Ve ikinci santradaki düşünceler, birinci santradakilerden farklı olmak zorundaydı. Özellikle Beşiktaş için.
Dün 19:02 itibariyle işlerin Santos’un istediği gibi gittiğini söyleyemeyiz. Maça adeta 1-0 yenik başladıkları için bir tutum farkı gerekiyordu ama Santos’un alışık olduğu, sevdiği, hazırlandığı habitat bu değil. O, kariyeri boyunca rakibi gol atmaya çalışırken araya sıkıştıran, rakibi ararken o bulan teknik adam olmakla yaptı şöhretini. Bir müsabakada skor ne kadar 0-0 devam ederse, Santos’un planlarını sahaya yansıtma ihtimali o kadar artar. Öne geçerse korumada ustadır. Ama bir derbide erken geriye düştüğünde başka bir düşünme biçimi gerekiyordu artık.
EGE, MUSRATi VE AMARTEY’DEN iYi
Beşiktaş için iki hücum planı göze çarptı dün: Galatasaray önde baskıya geldiğinde top derinde pozisyon alan Muci ile buluşturulacak. O da ya driplingle kaleye gitmeye çalışacak veya sağdaki Rashica’yı koşturacak. Zaman zaman Köhn’ün de pozisyon kayıplarıyla başardılar bunu. Ama son tahlilde Amartey-Al Musrati orta sahasının tutuculuğu ayak bağı oldu tüm takıma. Ben Demir Ege’nin oynadığı maçlarda ön libero rolünde Amartey’den iyi iş çıkardığını düşünüyorum. Hatta bu ağır haliyle Al Musrati’den de.
DEMiRBAY G.SARAY’IN GiZLi KAHRAMANI
Fernando Santos ikinci yarıda da değişiklik departmanında sınıfta kaldı: Ghezzal girdi, takım 5+5 iki parçaya bölündü. Aboubakar’ı almakta da çok geç kaldı. Galatasaray’sa adeta vitesi dörde alma ihtiyacı olmadan kazandı maçı. Bence en büyük farkı da orta sahada yarattılar. Torreira, zaten Amartey’nin en iyi gününde bile ön libero olarak ulaşamayacağı bir ligde. Al Musrati de Kerem Demirbay’a bakıp, iç geçirerek “Ben de bir zamanlar bu seviyedeydim” diyordur herhalde. Kerem Demirbay, Galatasaray oyununun gizli kahramanı. Dünkü Galatasaray’la Beşiktaş orta sahaları arasında 3 sınıf filan fark vardı bence.
Geçtiğimiz hafta Fenerbahçe-Kasımpaşa maçı devre arasında yayına giderken aklımda şu soru vardı: Sahi, 45 dakika boyunca Krunic topla hiç buluşmuş muydu? İstatistik firmasından rica ettim veriyi. Krunic ilk devreyi yalnızca 10 isabetli pasla kapatmıştı. 60’ıncı dakikada oyundan çıkarken de 14 isabetli pası vardı hanesinde. Bir büyük takımın merkez orta saha oyuncusunun 60 dakikada 40-50 isabetli pas yapmasını filan beklersiniz halbuki. Aynı dakikada kaleci Livakovic’in dahi isabetli pas sayısı 25’ti.
MERT HAKAN iLK YARIDA % 94 PAS iSABETiYLE OYNADI
Geçtiğimiz hafta Kasımpaşa da aynen dünkü Hatayspor gibi Fenerbahçe’ye önde baskıyla başlamıştı maça. Fenerbahçe geride topu eveleyip geveliyor, sonunda Livakovic’e oynuyor ve Hırvat kalecinin uzun toplarıyla devam ediyordu hikâye. Dün de Hatay maça önde şiddetli baskıyla başladı. Ama Fenerbahçe bu kez geriden defalarca çıktı başarıyla. Zira sahada Krunic yoktu, onun yerine oynayan Mert Hakan Yandaş ilk yarıyı 34’te 32 ile % 94’lük pas isabeti ve ciddi etkinlikle bitirmişti.
FRED’iN YOKLUĞU TAKIMDAKi BÜTÜN OYUNCULARI ETKiLEDi
Fenerbahçe düne kadar ligde oynadığı son 6 maçta Fred’sizdi. Brezilyalı’nın yokluğunu gerçekten derinden hissettiler:
1- Fred’siz sarı lacivertli takımın önde baskı kabiliyeti düştü, topu geri kazanma süreleri uzadı. Çok fazla geri koşmak zorunda kaldılar.
2- Fred’siz dönemde Szymanski kötüydü, 6 maçta gol ve asist üretemedi. Tadic de düşüş yaşadı.
3- Fred sahada olmayınca Dzeko ikinci-üçüncü bölge bağlantısı için sürekli derine geldi. Fenerbahçe’nin son bir buçuk aydır santrforu değil, oyun kurucusu oldu adeta Dzeko. Bu da Boşnak oyuncunun gol istatistiğini düşürdü ve kamuoyunda aleyhinde bir algı yaratılmasına sebep oldu. Oysa esas sorun Dzeko’da değildi, Fenerbahçe oyun kuramadığı için Boşnak forvetin derine gelmek zorunda kalmasıydı.
Fernando Santos yönetiminde son 6 maçta yalnızca 1 gol yiyen Beşiktaş, belki seyredenleri oyunuyla mest emiyor. Ama Santos futboluna şüpheyle bakan benim gibilere de skorlarla bir ders veriyor. Portekizli teknik direktörün klasik müzik sakinliği ve emniyeti içeren futboluna heavy-metal ritimleriyle misafir olacak Galatasaray’sa 10 gün önce 4 kupa hayali kuruyorken bugün hedefler ikiye düştü. Bence Galatasaray’ın ligde avantajını koruması için heavy-metalden vazgeçememesi, yoğun oynaması, dominant olması gereken bir maç.
İNANDIKLARINDA ÇOK ISRARCI
Fernando Santos, belki de dünya futbolunun en kolay tanımlanabilir, düşüncelerine en sadık, inandıklarında en ısrarcı hocalarından biri. Daha önce de değinmiştim: Yunanistan’ın başında 49 maça çıktı, bunların 29’unu 0-0, 1-0 ve 1-1’lik sonuçlarla bitirdi. Portekiz gibi dünyanın en yetenekli milli takımlarından birinin başına geçti, görevdeki ilk 15 müsabakasından 9’unun sonucu 1-0’dı.
PORTEKİZLİLER BİLE ONDAN ŞİKAYETÇİ
Euro 2016’yı şampiyon tamamladığı için elbette büyük saygı görüyor ama Portekizliler’in önemli bir kısmı da onun o altın jenerasyona oynattığı futbolun sıkıcılığından şikayetçi. Polonya dönemine zaten değinmiyorum, sadece 6 maç görevde kalıp Moldova’ya ve Arnavutluk’a yenildi. Faroe’yi ancak 75’te bir penaltıyla çözebilince Lewandowski de kendini tutamadı ve ülkenin oyun karakterinin Santos’la uyuşmadığını söyledi maçın sonunda.
30 YILLIK SABİT FİKİRLERİNİ HIZLICA TRANSFER ETTİ
Fernando Santos Beşiktaş’a da henüz (kupadaki son Konya müsabakasını saymazsak) çok göze hoş gelen bir futbol oynatabilmiş değil. Ancak son 540 dakikada takımın yalnızca 1 gol yemesi, bu müsabakaların dördünü 2-0 kazanması önemli bir veridir. Santos, Dolmabahçe’ye de 30 yıllık sabit fikirlerini hızlıca transfer etti. Müziğin ritmini düşürdü, savunmada zor açık veren ama hücumda nispeten yavaş bir takım yarattı. Derbide de muhtemelen, Trabzonspor’u ağırladıkları maça benzer, emniyetli oynayan bir Beşiktaş olacak sahada.
Bu çağın mensupları kendilerini en donanımlı, en teknolojik insan zannediyorlar. Ben bu görüşe ekseriyetle katılmıyorum. Yüz kişiden 90’ı sabahtan akşama bilgisayar oyunu oynayan, mikroblog sitelerinden birbirlerine şaka videoları gönderen primitif bir kitle bu.
TWiTTER ÇAĞI YAŞIYORUZ
Üstelik bu asla bir bilgi çağı da değil. Twitter, yani bir bakıma tevatür (dedikodu) çağını yaşıyoruz. Teknolojik ama ampirik. Bilgiyi teyit ihtiyacı hissetmiyorlar, her türlü dezenformasyon kontrolsüz ve cahilce çığ gibi yayılıyor.
‘SOSYAL SÖZLEŞME’Yi ÖĞRETMELi
Çağın mensuplarına neden böyle olduklarını soruyorsun, neden ışıklarda durmuyorsun, neden kaldırımda sağdan yürümüyorsun, neden bir toplum içinde yaşadığının farkında değilsin diyorsun. Cevaben, “Dünyaya bir kere geldim” diyor. Sanki sen hariç diğerleri seksen kere geliyorlar dünyaya! Elimde olsa ilköğretim müfredatını tümüyle değiştirir, Rousseau’nun Sosyal Sözleşmesi’ni öğretirim her bir çocuğa. Birlikte yaşamayı, saygıyı, empatiyi. Sokaklar böyle olduğu sürece futbol sahalarının ve aleminin de çok farklı olmasını beklemek güç. Adalet olmayan yerde kaos çıkar. Hukuk olmayan yerde güç vandallara geçer. Şu an spor dünyasında yaşanan da maalesef bu.
Antalyaspor, bu sezon Süper Lig’de büyüklere oyun olarak en fazla sorun çıkaran takım. Beşiktaş’ı ligde ikinci 45’inde fırtına gibi estikleri maçta 3-1 yendiler. Türkiye Kupası’nda da ilk devrede rakiplerine adeta top göstermediler. Trabzon’la ligde 1-1 berabere kaldılar ama maçın ikinci yarısında şut istatistiği 12’ye 0’dı. Fenerbahçe’ye karşı üç hafta önce yenildikleri maçta da gerek oyun, gerek istatistik anlamında etkileyicilerdi: Sarı lacivertlilere de şutlarda 17-15 üstünlük kurmuşlardı o gün.
AVRUPALI GiBi GiTTiLER ÖNDE BASKIYA
Yukarıda saydığım maçlarda Antalyaspor’un alametifarikası, cesaretle önde baskıya gitmeleri ve sonuç almaları idi. Dün Ali Sami Yen’de de Galatasaray’a karşı belki maçın hemen başında değil ama ilk yarının ortasından itibaren hücum prese gittiler, 30’la 40 arası çok da iyi işler yaptılar. Sergen Hoca, maç öncesi demecinde bu müsabakayı biraz Anadolu takımı hüviyetiyle ele alacaklarını söyledi ama 30’dan sonra bayağı Batı Avrupalı gibi gittiler önde baskıya. Ufuk-Kaluzinski belki biraz tutucu bir orta ikili gibi duruyordu ama ikinci bölge baskısında iyi iş çıkardılar Saric’le birlikte.
SEKiZ GÜNDE ÜÇÜNCÜ MAÇ AĞIR GELDi
Galatasaray içinse deyim yerindeyse bir tür “akşamdan kalmalık”tan bahsedebiliriz dün. Sekiz günde üçüncü maçın bazı oyunculara fiziksel-mental ağır geldiğini hissettim. Özellikle perşembe gecesi Prag’da yapılan 100 dakikalık savaşın ardından lige dönüşte bir tık zorlandı sarı kırmızılılar. Vinicius sahada kaldığı 70 dakika boyunca istekliydi ama onun varlığı sanki Galatasaray’ı daha fazla kenar ortası yapmaya itiyor gibi hissettim ben. Bu kadar çok orta yapılması da daha fazla atağın tamamlanamamasına, böylece Antalya’ya daha fazla geçiş fırsatı vermelerine neden oldu sanki.
BERKAN, PRECiADO’YU YILDIZLAŞTIRDI
Dünkü Derrick Köhn’ü izlerken de şunu düşündüm ister istemez: Bence Galatasaray, Köhn’ü Sparta Prag listesine yetiştirebilseydi o turu geçme şansları bir kat fazla olurdu. Zira tüm sezon boyunca toplam 1 golü olan Preciado’yu 180 dakikada 2 gol-1 asistle yıldızlaştıran Berkan yerine orijinal bir sol bek olacaktı sahada.
İstanbulspor’un 2023-24 sezonu öyküsü, belgeseli çekilebilecek enteresan bir hikâye gerçekten. Teknik direktör ve futbolcular kümede kalmak için çırpınırken, takım elbiseli birileri düşürmek istedi sanki takımı.
iSTANBULSPOR iYi OYNUYOR
Gerek Hakan Yakın, gerekse Zeki Korkmaz döneminde oynadıkları futbol, ligin en az yarısından daha iyi. O meşhur Trabzon müsabakasında sahada kalmak isteyen futbolcular maçı bitirebilseler belki de galip geleceklerdi. O karşılaşmayı hükmen kaybettiler, ardından üç puanları daha silindi.
O da yetmedi, devre arasında Ndao, Ethemi, Rroca, Jensen, Muammer, ne kadar iyi oyuncu varsa elden çıkardılar. Ve hâlâ her maçta iyi futbol sergiliyorlar.
Önceki hafta Antalya’da ikinci yarıda yüzde 60 topa sahip oldular. Şutlarda 8’e 2 üstündüler. Rakip ceza alanında 28 kez topla buluşup 2-2’lik beraberlikle çıktılar Antalya’dan.
DAHA FAZLA TOPA SAHiP OLDU
Dün Beşiktaş’a karşı iki yıldız Semih-Muci’ye çare bulamadılar ama ilk yarı istatistikleri yine çarpıcı: Beşiktaş’tan daha fazla topa sahip oldular (%52). Rakip ceza alanında daha fazla topla buluştular (13-10). Sambissa da sağ kanadı koridora çevirdi ilk 45’te.
SANTOS YiNE PRAGMATiKTi