Dün Beyoğlu’nda oynanan müsabakayı 3 ayrı bölümde ele almak lazım:
Birinci bölümde, yani ilk yarım saatte Kasımpaşa’nın cılız baskısı, Fenerbahçe’nin cılız kontra çabaları var. Popov hem hücumda oluşturduğu tehdit, hem de savunmada verdiği açıklarla maçın kader adamı olacağını hissettiriyor. Gol de onun kanadından verdiği açıkla, 30’da Souza’dan geliyor.
0-0’I BİLİYOR AMA...
- İkinci bölümde, yani 30’la 52 arasındaysa deyim yerindeyse bir “Kasımpaşa kasırgası” var. Bu bölümde ev sahibi ekip harika bir önde baskı yapıyor. Sonucunu da sayısız pozisyon ve dakikalarca “geliyorum” diyen İlhan golüyle alıyor. Bu 22 dakika için özellikle şunun altını çizmek gerek: Fenerbahçe, skor 0-0’ken nasıl oynaması gerektiğini iyi bilen bir takım. Ama 1-0 öne geçtiklerinde ne yapacaklarına dair fikirleri yok gibi. Maalesef Aykut Kocaman, kötü bir “1-0” oyuncusu.
52’den sonra oyunun üçüncü ve son bölümü başlıyor. Tek taraflı bir Fenerbahçe oyunu. Valbuena girdikten sonra daha da derinleşen bir baskı. Ve haklı galibiyet.
Sanırım bu maçtan Fenerbahçe’nin çıkaracağı bir başka önemli ders de, önde baskı gördüklerinde geriden çıkmayla ilgili çalışmaları gerekliliği. Özellikle Volkan’ın hızlı oyun kurayım derken, baskı altındaki takım arkadaşlarına attığı kötü paslar dikkat çekiciydi. Volkan defalarca oyunu hızlı başlatma arzusuyla verdiği kötü paslarla Kasımpaşa’ya kolay hücum fırsatı tanıdı dün.
MAÇIN ADAMI: TREZEGUET
-
2001-2002 Serie A finalini hiç unutamam. İtalya’da Inter, Juventus ve Roma son haftaya 69-68-67 puanlarla girmişler, son dakika sürprizleriyle şampiyonluk Juventus’un olmuştu. (O sezon Emre Belözoğlu da Inter forması giyiyordu. Cristiano Zanetti’nin yerine girdiğinde dakikalar 73’ü gösteriyordu ama artık yapacak çok fazla bir şeyi yoktu çünkü Lazio 4-2 öndeydi ve maç da bu skorla tamamlandı.) Süper Lig de bu sezonun son haftasına 4 takım şampiyonluk umuduna sahip bir biçimde girerse, Avrupa’da yılın en rekabetçi ligine dikkatler çevrilecek muhtemelen.
GENETiKLERi AYNI
4 ŞAMPIYONLUK adayının aralarındaki 6 maçın 5’ini tamamlamış olmaları üzücü, gönül isterdi ki son bölümde büyükler birbiriyle çarpışsın. Telekom Stadyumu’ndaki bu son çarpışmayla yetinmek zorundayız maalesef. Galatasaray ve Beşiktaş’ın bu haftaya kadarki olumlu futbollarına bakılırsa, tarihte sağlam bir yere oturabilecek, gollü, eğlenceli, gelgitli süper bir maç bekliyorum ben. İki takım da genetik olarak hücumcu. Doğal olarak ikisinin de zaafları, savunma tarafında.
Beşiktaş’ın zaafı esasında üçüncü bölge savunmasından başlıyor. Talisca, bu sezon Beşiktaş’ın hem bir numaralı yıldızı, hem de bir numaralı açmazı. Talisca bir 10 numara değil; klasik bir ikinci santrfor. Dolayısıyla Beşiktaş’ı esasında 4-2-3-1 değil 4-4-2 oynatıyor. Orta sahadaki pas trafiğine de, savunma bütünlüğüne de genelde katılmıyor. O yüzden de Beşiktaş’ın karşısına üçlü, dinamik, dayanıklı orta sahalar çıktığında zorluk yaşıyorlar. Bu sezon Ali-Jonsson-Mehdi’li Konya, Hakan-Ndinga-Rybalka’lı Sivas, Murat-Azubuike-Aytaç’lı Malatya orta sahaları, Beşiktaş’ı yıpratarak 2 veya 3 puandan ettiler. Aslında geçen hafta da ilk bir saatte Malatya’nın Murat-Azubuike-Diallo üçlüsü Beşiktaş’ı yıldırmıştı, ama Talisca’nın kafa golü maçı kurtardı bir anda.
TALISCA iÇiN FEDA ·
Beşiktaş, sezonun yıldızı Talisca’dan vazgeçemeyeceğine göre, bu açmazdan nasıl çıkabilir sizce? Bence kısmi çözüm, orta ikili seçiminde. Orta ikilide Medel, Atiba ya da Tolgay’dan ikisi olduklarında daha dinamikler, daha dayanıklılar. Ama Oğuzhan’lı orta ikililerin dayanıklılığı düşük. O yüzden de Beşiktaş eğer Galatasaray karşısına yine Oğuzhan’lı bir orta ikiliyle çıkarsa, işleri zor olabilir. Tabii ki Galatasaray orta üçlüsü
nün de Konya, Sivas ya da Yeni Malatya kadar dayanıklı olmadığının da altını çizmek lazım. Ya da şöyle de denebilir: Belhanda’nın bu ciddiyetsizliğiyle o dayanıklılığı sağlayamayabilirler. O yüzden Terim de Beşiktaş’a karşı orta sahayı kazanmak istiyorsa ya Belhanda’sız bir düzen kurmalı. Ya da Belhanda’yı sarsıp uyandırmalı.
PROBLEMi GÖBEK ·
Pek bir şey değişmiyor aslında: Eğer bu yıl Bayern ligdeki tüm müsabakalara 0-0 değil, 0-1’lik tabelayla başlasa, yine 19 galibiyet, 6 beraberlik ve 6 yenilgiyle 63 puan toplayacak ve şu anda açık ara lider olacaktı. Benzer tablo Fransa’da da var: PSG bu sezon tüm maçlara 0-0 değil, 0-1’lik tabelayla başlasa ve her maç o skoru çevirmeye çalışsa, yine tablo değişmeyecek; 34 maçta 73 puanla en tepede olacaktı.
2 MAÇ YETİYORİngiltere’de Manchester City’nin yaptıklarını biliyorsunuzdur: Premier Lig galibiyet ve puan rekorunu kırmak için kalan 4 maçta 2 kez kazanmaları yeterli. Gol rekoru için de 4 müsabakada 6 kez fileleri havalandırmaları gerekiyor. Büyük bir sürpriz olmazsa Premier Lig tarihinin puan, galibiyet, gol, averaj ve puan farkı rekorları Mayıs ortasında City’ye geçecek.
TADI KAÇAR MI?ŞU anda 6. olan Arsenal’in lig sonuncusuyla puan mesafesi, City ile aralarındaki 33 puandan az! Mesele, sadece City’nin uzaylı performansına özgü değil. Bu yazı kaleme alındığında Avrupa’nın 5 büyük liginde liderlerle ikinciler arasındaki toplam puan farkı 70’ti.
Rekabetin sürdüğü tek turnuva İtalya’da da 2. ve 3. arasında uçurum var. Peki ne oldu da, Avrupa’nın en büyük liglerinde böyle uçurumlar oluştu? Bu tablo kalıcı olur mu ve eğer kalırsa, oyunun tadını kaçırır mı?
48 LİG, 1 PREMIER LİG ETMİYOR2016-17 sezonu finansal verileri, hem yerel liglerde büyüklerle orta sınıf arasındaki farkın açılacağını, hem de kıta ölçeğinde orta direğin zayıfladığını gösteriyor. UEFA’nın raporuna göre 20 Premier Lig ekibinin geliri, 48 ülke futbolunun toplam gelirinden çok.
MANU EN TEPEDEYANİ İspanya, Almanya, İtalya, Fransa, Rusya ve Türkiye dışındaki 48 ülke birleşseler ve gelirlerini üst üste koysalar dahi, bir Premier Lig etmiyorlar.
Manchester United, uzun süredir Şampiyonlar Ligi’nden uzak olmasına rağmen 676 milyon euroluk yıllık geliriyle Avrupa’nın tepesinde. Yani sezonluk başarı da tek başına gelirler ligini sarsmaya yetmiyor.
Hamza hoca, Galatasaray karşısında da temel ayarlarını bozmuş, iki sol beki Musa ve Sakıb’ı ön öne oynatmıştı. O gün Hamzaoğlu 40’ta Jevtovic’i sokarak oyunu dengelemiş ama skor çoktan koptuğu için iş işten geçmişti.
Hamzaoğlu dün de, geçen hafta Konya maçında olduğu gibi iki sağ beki (Celutska ve Nazım’ı) ön öne başlattı. Nazım Sangare yetenekli bir genç. Ama büyük takıma karşı oynamak farklı tabii. Takım bütünüyle duruma adapte olana kadar skor çoktan 2-0 olmuştu bile. Acaba Nazım Sangare bu yeteneğini sağ bekte gösterse, önünde de Jevtovic başlasa, Antalya bu kadar mahkum bir yarım saat oynar mıydı diye merak etmiştir sanırım sporseverler.
72 PUAN NEYE YETER?
- Antalya 30’la 45 arası oyunu değiştirebilecek bir efor gösterdi, önde baskıyla birkaç kez Fenerbahçe’yi zorladılar. Birinde de Skrtel’in olağanüstü hatasıyla golü buldular. Ama ikinci yarının başlangıcıyla beraber oyun yine klasik akışına döndü. Biz Aykut Kocaman’ı sezon boyunca yetenekli oyuncuları az kullanmasıyla ilgili eleştireduralım, o bir 11’de ısrar etti ve o 11’in de birlikte oynama melekeleri gelişmiş durumda.
Tabii ki Fenerbahçe’nin 17 maçlık bir devre fikstürünün ilk 9 maçıyla kalan 8 maçı aynı ayarda değil. Şu anda da nispeten zayıf rakiplerle oynadıkları 8 haftanın içindeler. Ama bu 8 müsabakalık süreçte de Soldado-Giuliano-Aatıf-Dirar’ın ciddi çıkışları var. 8 maçlık fikstürün 4’ünü kayıpsız kapadılar; bu 360 dakikada Soldado ve Giuliano 5’er, Aatıf ve Dirar 3’er gole direkt katkı yaptılar. Fenerbahçe belli ki 72 puan için çok arzulu. Ama bu puan kaçıncılığa yeter, bekleyip görmek zorundalar elbette.
Fenerbahçe ile Antalyaspor’un karşılaştığı bir maçta niye dakikalarca Şenol Güneş’e küfredilir anlamak güç. İnsan duydukça bile utanıyor doğrusu. Yazık.
MAÇIN ADAMI: GIULIANO
- TAM
Beşiktaş’ın 2017-2018 sezonu hikayesini yazarken hem en büyük yıldızının, hem de en büyük sorununun Talisca olduğunu söyleyeceğiz sanırım. Talisca, muazzam bir “ikinci santrfor”. Hem orta mesafe şutu, hem kafa topları hakimiyetiyle çok farklı bir oyuncu. Kritik golleriyle de bu yıl Beşiktaş’a defalarca hayat verdi, dünü de kurtaran yine oydu. Umarım bu performansları onu Dünya Kupası’na da taşır.
Ancak Talisca klasik bir “on numara” değil. Top rakipteyken orta ikiliye eklemlenmiyor. O yüzden de üçlü sert orta sahalara karşı Beşiktaş’ın kaderi hep aynı oluyor. Kaliteleriyle kazanabiliyorlarsa kazanıyorlar. Kalite yetmezse, merkezdeki fizik mücadeleyi 3’e 2 kaldıkları için kaybediyorlar.
Bu sezon defalarca yaşadı bunu Beşiktaş: İlk yarıda Malatya’nın Murat-Azubuike-Aytaç üçlüsü vardı, dün Murat-Azubuike-Diallo’su. Sivas’ın Hakan-Ndinga-Rybalka’sı da, Konya’nın Ali-Jonsson-Mehdi’si de aynı zafiyetinden faydalandı Beşiktaş’ın. Orta saha yumuşaklığından. Dün Beşiktaş kazanmış olsa da şunu söylemek zorundayız: Malatya gibi ligin en sert orta üçlülerinden birinin karşısına çıkarken merkezde Oğuzhan’la başlamak doğru bir tercih değildi bence.
Beşiktaş’ı dün Malatya karşısında 80 dakika zorlayan bir başka faktör de, “pivotal santrfor” Boutaib’di. Türkiye’de bu tarz “sırtı dönük oynayabilen” santrfor tipi çok iş yapıyor. Çünkü bu lig, temas ligi, çarpışma ligi, göğüs göğse oynanıyor bu lig. O yüzden de Fernandao gibi, Makukula gibi, Boutaib gibi başka ülkelerde yıldız olamayacak santrforlar, burada stoperlerle çarpışarak çok iş yapıyorlar. Dün Boutaib’le çarpışmada da zorlandı Beşiktaş savunma göbeği. Dün eğer göbekte Oğuzhan yerine Tolgay başlamış olsa muhtemelen Medel’in de merkezdeki yükü azalacak, geleneksel defansif katkısını daha fazla yapacaktı Şilili oyuncu.
Beşiktaş sezonun en zorlu günlerinden birini kenar ortalarıyla aşmış oldu böylece... Kenar hücumlarının kahramanları Caner, Quaresma, Talisca ve Negredo, Beşiktaş’ın ligin ikinci yarısında oyunda kalmasında başrol oynadılar kesinlikle.
Ancak bu adaletsizlik, Galatasaray’ın inişli çıkışlı oyunları için tek başına yeterli bir mazeret değil. Çünkü dünyada 7 günde 3 maç oynayan ilk takım Galatasaray değil, sonuncusu da Galatasaray olmayacak. Galatasaray’la aynı saatlerde Tottenham’la karşılaşan Manchester United aynı kaderi yaşıyor mesela. 15, 18 ve 21 Nisan’da Galatasaray’la aynı saatlerde oynadılar 3 maçı. Ama Mourinho, Çarşamba akşamı Bournemouth müsabakasına tamamen işe yaramaz gördüğü oyuncularla değil, karma bir takımla çıktı. Fatih Terim’inse kupadaki Akhisar maçı kadrosu seçimi 2 sebeple hatalıydı:
1)Kadroyu Muslera-Fernando dışında tamamen değiştirdiğinizde net bir as-yedek ayrımı oluşuyor. Akhisar önünde oynayan oyuncu da tam konsantre olmuyor, çünkü biliyor ki ağzıyla kuş tutsa da Alanya’da 11’de olmayacak. Ayrıca Başakşehir 11’i oyuncuları da hiç tehdit hissetmiyor, çünkü biliyorlar ki onlar aslar. Dün gece Belhanda ve Feghouli 70’er dakika saha elleri bellerinde dolaşabiliyorlar mesela.
2)Akhisar tam bir kontra atak takımı. Fenerbahçe’yi yenmiş, Trabzon’u yenmiş. Galatasaray’a ligde korkulu rüya yaşatmış. Onlara karşı böyle “11 benzemez”le çıkıp yenilmek, bir kazanma serisi üretme şansınızı da ortadan kaldırıyor. Oysa 4-5 temel aksamı koruyup, karma bir ekiple sahaya çıksanız hem yeni oyuncular kazanma şansınız var, hem de maçı...
Dün gece Alanya’da Galatasaray, yine Gomis’in muazzam oyun görüşüyle bir şeyler üretiyor ama durum 2-0’ken bile bir şeylerin ters gittiği hissediliyor. Ön tarafta bir hareketsizlik var, bütüncül hareket eden bir takım yok. Belhanda gamsız, Terim de onu muhtemelen daha erken değiştirmeyi düşünmüştür. Ama kupada herkes o kadar yok olmuş ki, kulübede de güven veren bir isim göremiyor. 67’de Yasin’i artık mecburen sokuyor. Durum böyle olunca özellikle deplasmanlarda Galatasaray’ın önünde iki yol kalıyor: Ya Muslera, Mariano, Gomis gibi yıldızların ekstra oyunlarıyla kazanıyorlar, ya da puan kaybediyorlar. Dünün sonucu, zor da olsa galibiyet oldu. Muazzam bir Gomis vardı sahada yine. Mariano kader maçlarında büyük oynamayı sürdürüyor. Muslera da son yarım saatte yine üstüne düşeni yaptı. Galatasaray da artık 29 Nisan saat 21’de Beşiktaş karşısında iyi bir sonuç almış olursa, çok büyük bir avantajı koymuş olacak hanesine.
Hangi teknik altyapı geliştirildi, hangi kanun iyileştirildi, hangi uygulama ikna edici bir hale getirildi? Evet, dün geceki olayların deplasman taraftarının maçlara girmesiyle alakası yok, farkındayım... Ancak şunu soruyorum ısrarla: Bu ülkede salon ve stat güvenliği konusunda hangi iyileştirici adımlar atıldı ki, apar topar deplasman yasağı kaldırılmıştı? Deplasman yasağını kaldırmadan önce binlerce başka problemimiz var bizim güvenliğe dair...
Bir buçuk yıl sonra bugün bir kez daha isyan ediyorum maalesef! Elektronik bilet uygulamasına geçtik, peki dün gece sahaya yabancı cisim yağdıran o teröristler şu anda hapisteler mi? Değilse, ne değişti Allah aşkına? Peki bu teröristleri tutuklamayı başarırsak dahi, onları birkaç yıl hapiste tutacak yasa değişikliği yapıldı mı? Yoksa maça gelip, teknik direktör ya da futbolcu yaralayıp, sonra “lütfen bir yıllığına maçları evinde izle” mi diyoruz o teröriste?
Ben şu anda aktif sporcu ya da teknik direktör olsam, kesinlikle meslektaşlarımı greve davet ederdim. Ve tekrar can güvenliğimiz sağlanana kadar, suçlu suçsuzdan ayırt edilebilene ve layıkıyla cezalandırılana kadar maçlara çıkmazdım... Bunun adı terör çünkü. Başka bir şey değil...
****
Müsabakaya dair...
Ortada futbol namına fazla bir şey yok. Ama şunun özellikle altını çizmeliyim: Son 2 günde kupa maçları için sahaya çıkan 3 İstanbul büyüğünün de kadro tercihleri bence doğru değildi...
Manchester United, Çarşamba akşamı ligde Bournemouth’la, cumartesi de Federasyon Kupası yarı finalinde Tottenham’la oynayacaktı. Ligde ilk dört için kısmen rahat oldukları için, hedef maçı cumartesi günkü Tottenham karşılaşması. Mourinho da ligde klasik kadrosunda değişiklikler yaparak Bournemouth maçına çıktı. Maç öncesi Mourinho’ya şu soru soruldu: “Hafta sonundaki Tottenham maçını düşünerek mi rotasyon yaptınız?”
Mourinho’nun cevabı şöyleydi: “Rotasyon sözcüğünü sevmiyorum. Çünkü bugün sahaya çıkan oyuncular hafta sonu oynayamayacaklarmış gibi bir izlenim doğuruyor. Asla öyle bir şey yok. Bugün iyi oynayanlar, hafta sonu sahada olacaklar. Benim forma vermek için tek kriterim var: Maç performansı. Başka kriterim yok. Oyuncunun fiyatına, maaşına, dışarıdaki davranışlarına bakmıyorum. Sadece maçta ne yaptığına bakıyorum. Sizi temin ederim, bugün beni oyunuyla ikna edenler, cumartesi günü sahada olacaklar”
Avrupa’nın dev kulüplerinden oluşan konsorsiyum, UEFA yönetimini kendi elleriyle değiştirdiler. Ceferin’i göreve getirirken, Şampiyonlar Ligi’nin geleceğini nasıl şekillendireceğini de yeni başkana dikte ettiler. Şu anda temelleri atılan değişiklikler, zaten 2 yıl önce planlanmıştı Avrupa’nın devleri tarafından. Sadece Şampiyonlar Ligi’nin mevcut sponsorlarıyla süren anlaşmasının bitmesini bekliyorlardı. O anlaşma da bu Mayıs’ta bitiyor zaten.
Real Madrid, Arsenal, Juventus gibi Şampiyonlar Ligi’nin tarih yazıcılarının başı çektiği grubun temel argümanı şuydu: “Bu devasa ekonomiyi yaratan biziz. İnsanlar Real Madrid-Liverpool ya da Milan-Bayern Münih maçları için Şampiyonlar Ligi ürününü satın alıyorlar; BATE Borisov-Ajax için değil. Öyleyse bu ekonomiden en büyük payı da biz almalıyız.”
UEFA Şampiyonlar Ligi, 2017-2018 sezonu itibariyle senelik 1,3 milyar Euro ödül dağıtıyor. Bu rakam, genelde Amerikalılar’ın ilgilendiği, global bir yarış olmaktan uzak NFL’in dağıttığının çok altında. Avrupa futbolunun âkil adamları, Şampiyonlar Ligi ödül havuzunun kısa sürede 3-4 milyar Euro seviyesine çıkması, bu havuzdan büyük payı da ligin müdavimlerinin alması gerektiği kanaatindeler. Bunun için kısa ve orta vadede Amerika ve Asya’da Şampiyonlar Ligi maçları oynanacak, Devler Ligi’nin daha fazla müsabakası hafta sonuna kayacak.