İngiliz tabloidi The Sun’ın 15 Temmuz tarihli nüshasında enteresan bir haber gözüme çarptı. Luke Chillingsworth imzalı analizde, Dünya Kupası’nda VAR olarak görev yapan İtalyan hakem Massimiliano Irrati’nin sihri sorgulanıyor: “Irrati, 39 yaşında. Bu onun ilk Dünya Kupası. Turnuvaya gelen 13 video hakemden birisi.Ama Massimiliano Irrati’ye enteresan bir şekilde hem açılış hem de final maçında video hakem masası kaptanlığı verildi.”
TECRÜBELiLER AMA...
The Sun’ın haberinde derinlemesine inceleme yok; sadece bu soruyu sorup kapatmışlar konuyu. Ancak ben biraz daha detaylı araştırdım meseleyi. FIFA, Dünya Kupası’na 13 video asistan hakem getiriyor. Bunların 6’sı gruplardan sonra da göreve devam ediyor.
6 kişiden 2’si İtalyan, biri Alman, biri Hollandalı, biri de Amerikalı. Kalan 6’lının seçildiği ülkelerin bunlar olması normal. Zira Serie A’da, Bundesliga’da ya da MLS’te bu hakemler zaten bolca VAR tecrübesine sahipler. Kendi liglerinde VAR uygulamamış İngiliz, İspanyol ya da Türk bir hakemi, Dünya Kupası’nda görevlendirmenin alemi yok elbette.
KiMDiR IRRATI?
Ancak, biraz sıradışı olan, FIFA’nın görevlendirmeleri... Gruplardan sonraki 16 maçın 6’sında Irrati, VAR masası şefi olmuş. 6 sezondur Serie A’da görev yapıyor. Avrupa Ligi’nde sahne almış, Şampiyonlar Ligi maçı yok. Ve CV’si bu denli sıradan olan bir hakemin, Dünya Kupası’nın hem açılışı hem de finalinde VAR masası şefi olması, doğal olarak İngiliz medyasının ilgisini çekmiş. Sahi, kimdir bu Irrati? Nedir ekstra özelliği?
COLLINA, IRRATI VE MAKKELIE
Geçen sezonun başında Seleznyov’u arayıp Galatasaray’a getirmek isteyen Tudor başarılı olsaydı; ligin de, Türkiye Kupası’nın da, Süper Kupa’nın da kaderi farklı olabilirdi! 33’lük Seleznyov, Türk futbolunun 2018’deki kader adamı oldu adeta.
Bu filmi son 12 ayda sanırım 6-7 kez izledik: Fenerbahçe, Kadıköy’de aynı Akhisar’a çare bulamadı. Manisa’ya gitti, orada da kazanan Akhisar’ın kontra düşüncesiydi. Nihayet, Türkiye Kupası finalini de kaybettiler. Galatasaray, Seyrantepe’de iki kez Akhisar’a karşı 2-0 geriye düştü. Birinde maçı çevirdi, diğerinde çeviremedi ve Galatasaray’ın kupa öyküsü orada bitti. Trabzon darmadağın oldu aynı Akhisar mantalitesine karşı. Geçen sezon Lopes-Muğdat-Larsson’la hızlı çıkıyorlardı; bu sezon Vrsajevic-Manu ile oynadılar aynı oyunu. Safet Susiç, Okan Buruk’un emanetini alıp korumuş net bir biçimde.
Akhisar’ın 3 ayda iki başarılı final oynamasını Buruk, Susic, Lopes ya da Manu ile okumak mümkün. Ancak 13 aylık hikâyenin esas kahramanı kesinlikle Seleznyov. 33 yaşında, son derece ağır bir oyuncu. Ama çok zeki. Doğru zamanda doğru yerde. Ve soğukkanlı. O soğukkanlılığıyla geçen sezon G.Saray’ı Türkiye Kupası’ndan etmişti. Bu sezon da Süper Kupa’dan etti. Geçen sezonun başında Gomis’e alternatif arayan Tudor, Seleznyov’u G.Saray’a getirmek istediğinde kamuoyunda reaksiyonlar olmuştu ama Ukraynalı oyuncu, sarı-kırmızılı kulübe için hiç kötü bir alternatif olmadığını ispatladı sanırım defalarca. Elbette Gomis’le Seleznyov’un kalitesini kıyaslayamayız. Gomis 3 üst kalite oyuncu. Ama dün Terim’in elinde Seleznyov olsaydı; “içine Van Persie kaçmış Gomis”e bu kadar sabretmezdi herhalde!
VİDEO HAKEM UYGULAMASI HARİKAYDI
Rodrıgues-Dany pozisyonunda yaşananlar önemli. Çakır önce sarı kart kararını verdi, sonra VAR’a danışacağını mimikleriyle gösterdi. Çakır’la Yıldırım konuştu. Yıldırım, Çakır’a tekrar izlemesini önerdi. Çakır kararını korudu. Uygulama mükemmel. Kaybedilen zaman az.
Pozisyonla ilgili görüşler elbette muhtelif. Bana sorarsanız Rodrigues topa çok doğru açıyla dokunmuştu ve artık bariz gol şansına sahipti. Yani bence kırmızı verilebilirdi. Ama pozisyon, yüzde yüz siyah ya da beyaz denebilecek bir an değil. Gri bir pozisyon. Elbette hakeme saygı duymak gerek. Saygı duyamayacağım şeyse, canlı yayındaki yorumlar... Eğer yanlış duymadıysam, “Dany olsa yetişirdi, Mustafa yetişemezdi” gibi yorumlar oldu yayında (Ki oyuncu da Mustafa değil Vrsajevic’ti)... Bu bir skandal.
Futbolda kararlar, oyuncunun ismine/hızına göre verilmez. Tüm oyuncular eşit özellikte kabul edilir. Sporsever kesinlikle böyle algılamamalı konuyu.
Video hakem uygulaması, kuşkusuz bir futbol devrimi. Oyunun daha âdil ve daha güvenilir olması için atılmış olağanüstü bir adım. FIFA cesur davrandı, Dünya Kupası’nda muazzam bir, “VAR demosu” yaptı. Bütün dünya kamuoyunun kafasındaki şüpheleri yok ettiler bu hamleyle...
Peşinden TFF de cesur bir adım attı; bu uygulamayı Türkiye Kupası’nda son turlarda bir sezon daha test edelim demedi, doğrudan Süper Lig’de başlatma kararı aldı. Benim VAR’ın futboldaki yeriyle ilgili en ufak bir şüphem yok, hatta yıllar sonra geriye dönüp, “maçlar, video asistan hakemsiz nasıl yönetiliyormuş ki?” diyeceğimiz kanaatindeyim.
Ancak Süper Lig’in kendi özgü hususiyetleri nedeniyle uygulamada bazı sıkıntılar çıkabileceğini de hissediyorum.
Bizde yaşanabilecek bir numaralı sıkıntı, futbolcu mobbingi. Hakemlerin, birinci maçın birinci dakikasından itibaren bu mobbingin önünü şiddetle kesmeleri gerek. VAR kullanılması konusunda baskı yapan sporcuya tereddütsüz sarı kart gösterilmeli.
Muhtemel bir başka sıkıntı da, kenardaki antrenörlerin, kulüp görevlilerinin mobbing ihtimali. Özellikle de hakemlerin pozisyon tekrarlarını izleyeceği monitör, şeref tribünü tarafında olursa, bu mobbinge nasıl karşı konulacak? Türkiye’nin her yerinde hakemlere pozisyon tekrarlarını sağlıklı izleme fırsatı oluşturabilecek miyiz? Acaba hakemleri biraz daha rahat ettirme adına monitörleri şeref tribünü tarafına değil de, karşı tarafa mı yerleştirmeli? TFF ve kulüpler, bu konuda da bir beyin jimnastiği yapmalılar muhakkak...
ARDA KARDEŞLER’İN KARARI
Cagliari, geçen sezonki görüntüsünden uzak. Yeni menajerleri yönetiminde diri ve istekliler. Sezonu 19 Ağustos’ta açacak olmalarına rağmen fiziksel olarak iyi seviyedeler. Özellikle ilk devrede önde baskıyla Fenerbahçe’yle zor anlar yaşattılar. Genç Barello dışında bir-iki kaliteli oyuncuları daha olsa bu çabayı Serie A’da skora da dönüştürebilirler.
Fenerbahçe’yse Feyenoord maçı 11’ine çok yakın bir takımla, belli ki (cezalı Souza dışında) Benfica planıyla çıktı bu maça. Cocu’nun PSV’de farklı dizilişleri kullandığını biliyoruz, sıkı bir 4-3-3 fanı değil. Fenerbahçe’yi şu anda net bir 4-4-2 oynatıyor. Aynen Feyenoord maçındaki gibi dün de ileri ikili Giuliano-Alper’di. Ayew sağ, Valbuena sol açık. Oyunu Eljif kuruyor, Souza (veya Mehmet) toparlıyor. En azından takıma klasik santrfor katılana kadar belli ki ana plan bu. Ben Cocu’nun planını şu anki kadro gerçeklerine uygun buluyorum. Sayın Kocaman bu maçları izleyip, iç geçirip, “Mehmet-Souza birlikte olmadan da oluyormuş” diyor mudur merak ediyorum doğrusu!
F.BAHÇE İSTEKLİYDİFenerbahçe, Fulham önünde, Feyenoord maçında (gençler girene kadarki) 85 dakikada ve dün Cagliari karşısında kompakt, gerçekçi ve istekli oynadı. İki temel sorun göze çarpıyor şu an: Valbuena’nın zaman zaman yaratıcı olmakla hayalci olmak arasındaki ince çizgiyi şaşırması ve manasız top kayıpları yapması. Ve Volkan’ın yine garip basit hataları. Volkan her sezonu kötü açıyor ısrarla.
Koç’un verdiği bilgilere göre, Fenerbahçe’nin borcu 621 milyon Euro. Fenerbahçe, 19 yıllık Yıldırım döneminde toplam 376 milyon Euro ederinde futbolcu transfer ediyor, oyuncu satışındansa 156 milyon Euro geliri söz konusu. Şu anda futbol takımının market değerinin de 80 milyon olduğu düşünülürse (ve Yıldırım’ın da Okocha ve Baliç’li değerli bir kadro teslim aldığı hatırlanırsa), ortada sadece futbolcu yatırımından doğan 200 milyon Euro’nun üzerinde bir kayıp var.
Elbette tablodaki payı futbolun çok altında olan diğer branşlar gibi kalemlerle, totalde 621 milyon Euro’luk bir borç oluşmuş. Bu borcun global futbol piyasasındaki karşılığının ne olduğunu tartabilmek için şöyle bir veri koyabilirim ortaya: Şu anda “futbolcu market değerleri toplamı ligi”nin lideri, 1 milyar 200 milyon Euro’luk takımıyla Barcelona... Dünyada Fenerbahçe’nin borcundan daha fazla para harcayarak kurulan sadece 11 futbol takımı var: Barcelona, City (1,070), Chelsea (959), Real Madrid (957), Liverpool (912), Bayern (879), Juventus (852), Manchester United (848), Tottenham (834), PSG (832) ve Atletico (827 milyon Euro).
Yani Fenerbahçe, son 20 yılda yaptığı 621 milyon Euro borçla şu anda sıfırdan bir futbol takımı yaratsaydı, 583 milyonluk Arsenal’den, 514 milyonluk Inter’den değerli olacaktı kadrosu!
Spor Kulüpleri Yasası konusu
ŞU anda 4 büyük kulübün başında da çok değerli başkanlar var; üslupları, tarzları, yönetim modelleri, 20 yıldır özlediğimiz türden. Onların kulüplerini hem yarışmada tutup, hem düzlüğe çıkarma gibi bir ülküleri var, farkındayım. Ancak bunun dışında bir sorumlulukları daha var 4 başkanın: Kulüpleri, başkanların hegemonyasından kurtarmak. Kendilerinden önce yaşanan felaketlerin, kendilerinden sonra yaşanmasına engel olmak. Şu anda görevde Koç var, Orman var, taraftar mutlu. Ancak yarın onlar görevi başka kifayetsizlere devrettiklerinde kulüpler yine aynı korkunç mantalite ile mi yönetilecek? Buna yasa yoluyla dur demenin bir yolu yok mu?
Aslında, bu kaosu durdurmanın 1 numaralı yolu, Spor Kulüpleri Yasası. Kulüp başkanı ve yöneticilerini, aşırı borçlanmadan sorumlu tutacak bir model geliştirilmesi. Bir başkan, kulübü bir daha kendine veya başkalarına yüz milyonlarca borçlandırıp çıkamamalı sistemden. Yasa değişikliğini heyecanla bekliyoruz doğrusu.
Ağaoğlu tüzüğü model olmalı
AHMET Ağaoğlu yönetimi, Trabzonspor’da tüzüğü değiştirmiş; yeni 84’üncü maddeye göre artık yönetimler, kafalarına göre bütçe dışı harcama yapamayacaklar. CNN Türk’te bizim programa bağlandı ve bundan böyle bütçenin yüzde 10’dan fazla dışına çıkan borçtan, yöneticilerin müştereken sorumlu olacaklarını açıkladı Ağaoğlu.
Formasyon 4-4-2... Bekler hücumcu. Feyenoord önünde Isla, bir sağ açıktan daha fazla ofansif katkı yaptı; Altınordu önünde de bekler, Aykut Kocaman’ın önde kullandığı Dirar ve Uygar’dı. Phillip Cocu, beklerden ofansif katkı istiyor kesinlikle. Bek görünümlü stoper istemiyor, hücuma katkı arzusu yüksek.
OZAN YİNE AYNI
Her iki maçta orta sahanın ortasında uyguladığı model de benzerdi: Mehmet-Souza’yı bir arada kullanmıyor, yanlarına bir tane yetenekli ekliyor. Feyenoord önünde Topal’ı, Altınordu önünde Souza’yı 6 numara rolünde kullandı. Dün Bornova’da ilk 11’de başlayan Ozan’da dikkate değer bir gelişim yok. 8 numara rotasyonunun en iyisiyse kesinlikle Eljif Elmas... Eljif, bu sezon Fenerbahçe’nin en fazla konuşulan oyuncusu
olmaya aday.
ELJİF, JORDAN GİBİ
90’larda NBA’i kasıp kavuran efsanevi Chicago Bulls takımının koçu Phil Jackson’a taktikleri sorulduğunda dâhi koçun cevabı şöyleymiş: “Topu Jordan’a veriyoruz. Eğer başaramazsak, tekrar deniyor ve topu yine Jordan’a veriyoruz. Eğer başaramazsak, bir kez daha deniyor ve topu yine Jordan’a veriyoruz.”
Dün son bölümde giren ama Fenerbahçe’nin ilk 4 hazırlık maçının tamamında ilk 11’de oynayan, Cocu’nun oyundan çıkarmaya kıyamadığı Eljif’in durumu da biraz Jordan gibi. Fenerbahçeliler her hücumda topu Eljif’e veriyorlar. Eğer veremezlerse, dönüp dolaşıp, bir kez daha deniyorlar Eljif’e vermeyi. Sonra bir daha... Bence
15’inci yüzyıl Paris’inin muhteşem bir fotoğrafını çeken, hatta şu sıralar dünyada çok tartışılan ‘Göçmenlerin Dünya Kupası’ meselesine de 500 yıl önceden ışık tutan, harika bir kent, harika bir aşk, harika bir insanlık öyküsünün muhteşem bir temsilini izledikten sonra genç adamın aklında kalan şey buydu: Temsilin uzunluğu!
Bu diyalog, beni çocukluğuma, Zeki Alasya-Metin Akpınar’ın TRT’de her hafta sahneledikleri skeçlerin birine götürmüştü: Skeçte Metin Abi’miz, sonradan görme bir zengini canlandırıyor ve büyük bir ressamın sergisini ziyaret ediyordu. Bir tabloyu almaya niyetleniyor ve ressamı yanına çağırarak şu soruyu yöneltiyordu sanatçıya: “Tablonuzu çok beğendim, yalnız bunun bir boy büyüğü var mı acaba? Zira ben salonumun duvarındaki gömme kasayı gizleyecek bir tablo bakıyorum da...”
EN iYi KUPALARDANDI
2018 Dünya Kupası ile ilgili eleştirileri biraz bu iki hikâyeye benzetiyorum ben... Kamuoyunun bir kısmına göre turnuva sıkıcıymış, yıldızı yokmuş, defansif ve az gollü imiş. Ben öyle hissetmedim oysa ki. Hatta bugüne kadar izlediğim 8-9 Dünya Kupası içinde en iyilerden biriydi bence. Son dörde Uruguay-Rusya-Portekiz gibi tutucular değil, iyi futbol oynamaya çalışanlar kaldı.
Çok az kırmızı kart, çok az futbol dışı tatsızlık yaşandı. Video hakem performansları kusursuza yakındı. Evet taktik ve strateji ön plandaydı, ama en az gol kadar eğlenceliydi organize işler. Son dönemde kulüpler tarafından köşeye sıkıştırılan milletler arası futbolun nefes aldığı bir turnuvaydı bu.
BERGKAMP VE TUANZEBE
Futbolun değiştiği, tatsızlaştığı ya da sıkıcılaştığını iddia edenlere şöyle yanıt veriyorum ben: Aslında değişen sensin, futbol değil. Bundan 25 yıl önce bir arkadaşla buluşmak için mesajla 10 kez teyit etmeye ihtiyaç duyulmaz, “Cumartesi öğle 1’de Kadıköy iskelede buluşalım” demek yeterli olurdu.
Buluşulduğunda sadece 2 kişi konuşur, masadaki 2 kişinin dışında telefonla yazışılan 22 yabancı muhabbete karışmazdı. İnsanlar bir aktiviteye çok daha fazla odaklanır, çok daha fazla değer verir ve ondan çok daha iyi verim alırdı. Futbol da aynı bence. Maç aynı, 90 dakika. Ama ondan alınan verim ya da eğlence değişti sanki son yıllarda...
Çünkü Dünya Kupası’nda kral olmuştu, artık o ayrıcalıklı bir futbolcuydu!
2006’nın sürpriz yıldızı Palermo’lu Grosso, 30’undan sonra sırayla Inter, Lyon ve Juventus’a transfer oldu.
2014 piyangosunun kazananlarıysa Blind, Janmaat, Depay gibi Hollandalılardı. Peki 2018 piyangosu, kimlerin hayatını değiştirecek? Bu kupada yıldızlaşan kimler için muhtemelen hiçbir şey bir daha eskisi gibi olmayacak?