Trabzon'da oynanan müsabakayı değerlendirmeden önce, büyük resmi doğru okumamız gerektiği kanaatindeyim. Biz UEFA Uluslar Ligi B Kategorisi’ne son takım olarak dahil olduk. Yani 2014-2016-2018 elemeler ve finaller performansları dikkate alındığında biz Avrupa 24’üncüsüyüz. Eğer sadece 0,05 daha az puanımız olsaydı, zaten C Ligi’nde olacaktık. Biz millet olarak otopropaganda ustası olduğumuz için acı hakikati kendimize itiraf edemiyoruz ama çıplak gerçek şu: Teknik olarak biz B Ligi’nin en zayıf ülkesiyiz zaten.
B Ligi’nin en zayıf ülkesi olmamızın yanı sıra, bir de grubumuzda bize son derece ters gelecek iki rakibimiz var. Dünya Kupası’nda her iki ülkeyi de canlı izledik; belki de 32 takım içinde en organize ikiliydi Rusya ve İsveç... Bizim gibi yeni kurulan, yalpalayan, emekleyen bir organizasyon için hiç de iyi iki rakip sayılmazlar doğrusu.
Dün de Rusya, çok kaliteli bir takım olmamasına rağmen, ne yaptığını o kadar iyi bilen, o kadar organize bir ekip görüntüsü verdi ki... Birinci ve ikinci bölgede şemalarını hiç bozmuyorlar, kazandıkları topları da hemen Dzyuba’ya indiriyorlar. Dzyuba özel bir adam. Onu bir stoperle değil, belki bir ön liberoyla savunabilirsiniz. Onun kuvvetinde bir ön liberonuz yoksa da, çok doğru paylaşımcı bir alan savunması planınız olmalı. Bizde o da yoktu. Dzyuba çok rahat aldı-verdi, maçı da istediği gibi yönetti ve kazandı bence.
21 Mart’ta Euro 2020 elemeleri başlayacak. Bence bizim esas hedefimiz o olmalı. O güne kadar oynayacağımız 3 Uluslar Ligi maçını da, resmi hazırlık müsabakaları olarak görüp, Mart’a kadar ideali yakalamalıyız sanki.
YABANCIYI SINIRLAMAK İSTEYENLERE 3 SORUM VAR
LIVERPOOL, geçtiğimiz günlerde dünyanın ilk ‘taç atışı koçu’ Thomas Gronnemark’ı işe aldı. Daha önce Danimarka kulüpleri Horsens ve Midtjylland’da çalışan Gronnemark, 51 metre ile dünyanın en uzun taç atışı rekoruna da sahip bir sporcu. Ancak Groonemark, işinin sadece uzun taç attırmak değil, doğru taç attırmak ve fırsatları yakalamak olduğunu söylüyor. 42 yaşındaki Danimarkalı, bir maçta ortalama 40-50 taç atışı kullanılmasına rağmen bu fırsatın çok küçümsendiğini ve diğer kulüplerin bu konuya nasıl eğilmediklerini anlamadığını söylemiş BBC’ye. Groonemark’ın çalıştırdığı Horsens kulübü, geçtiğimiz sezon taç atışlarından tam 10 gol üretmiş. Opta verilerine göre Premier Lig’de son 5 sezonda taçtan üretilen gol sayısı ise yalnızca 20...
Sanırım Liverpool’dan sonra birçok Premier Lig kulübünün de birer ‘taç koçu’ edineceğini ve yakında taç organizasyonlarıyla atılan golleri ağzımız açık izleyeceğimizi tahmin etmek için kâhin olmaya gerek yok! Futbol, bir mikro taktikler silsilesi... Eğer oyunu sadece doğru dizilişi bulmak, doğru 11’i sahaya çıkarmak ve yeterince mücadele etmekten ibaret sanıyorsak yanılıyoruz. Oyun artık sadece makro planda görünen temel prensiplerle değil, mikro taktiklerle de kazanılabiliyor. Mesela yıllardır şutunu geliştirmeyen Oğuzhan ve arkadaşları için Beşiktaş bir ‘şut koçu’, Hasan Ali ve mevkidaşları için Fenerbahçe bir ‘kenar ortası koçu’ istihdam etse iyi olmaz mıydı yıllardır? Yıllar önce Lyon, Sony Anderson’u ‘forvet koçu’ olarak transfer etmişti mesela. Anderson, futbolcularla sadece gol vuruşu üzerine çalışmıştı. Kulüplerimizin artık doğru transfer yapmaktan öte hedefleri deneme zamanı geldi bence.
OZAN TUFAN DEENEY'İ DUYMUŞ MUDUR?
HAFTANIN bir başka dikkat çekici adamı da, Watford’lı Troy Deeney idi. 30 yaşındaki İngiliz santrfor, uzun yıllardır hayatımızda olan, orta sınıf takımlara hayat verebilecek, 90 kiloluk güçlü-kuvvetli pivot santrfor tipi. Ancak bu yaz Deeney’ye bir şeyler olmuş, özel bir beslenme uzmanıyla çalışmış ve sezona inanılmaz fit girdi. Hafta sonu da Tottenham’ın birkaç yüz milyon Euro’luk savunmasını dağıttı Deeney.
Deeney’nin doktoru Scott Robinson, The Sun’a verdiği röportajda bence kritik bir noktaya temas etmiş: “Birçok futbolcu bence haftanın 6 günü doğru besleniyorlar. Ancak haftanın bir günü, maç günü sonrası, bütün o çabalarını boşa çıkaran bir umarsızlık içindeler. Biz de Deeney’de ve diğerlerinde özellikle maç günü sonrası beslenmeye odaklandık.” Fenerbahçe’nin Ozan Tufan’ı kadro dışı bırakmasını ben çok garip buluyorum mesela.
ÇOK enteresan bir maç izledik Kadıköy’de...
Maçın büyük bölümünde orta sahalar yok oldu, iki takım da ikinci bölgeyi yürüyerek geçtiler. Kayseri’nin o bölgede Rotman’ın yanında ofansif Mensah’ı kullanması cesurca.
Ama Fenerbahçe’nin probleminin cesaretle bir ilgisi yoktu. Saçma bir sorundu Fenerbahçe’nin orta sahada yaşadığı.
Dün Fenerbahçe sahaya 4-1-4-1 dizildi; Reyes savunmanın önünde ön libero pozisyonundaydı. Gerek takıma ve lige yabancılığı, gerek maçın yüksek temposu nedeniyle çok fazla oyunda gözükmedi 1,90’lık oyuncu...
FUTBOLUN garip uygulamalarından biri bu: Ligler Ağustos ortasında başlıyor ama yaz transfer sezonu Eylül başında bitiyor. Zaten büyük ligler de yavaş yavaş bu garabetten kurtulma yoluna gidiyorlar. Premier Lig’de bu sezon alımlar 9 Ağustos’ta bitti, 31 Ağustos’a kadar dilerlerse futbolcu satabiliyorlar.
Eğer olağandışı bir ihtiyaç doğarsa da 31 Ağustos’a kadar kiralık futbolcularını geri çağırabiliyorlar. Manchester City’nin Şilili kalecisi Bravo sakatlanınca, NAC Breda’da kiralık oynayan genç Muric’i geri çağırdılar mesela. İtalya Serie A da benzer bir uygulamayı devreye soktu, onlarda da transfer 17 Ağustos’ta bitti.
Bu uygulama belki bu sezon için Premier Lig’i ve Serie A’yı transferde bir miktar zor durumda bıraktı. Zira herhangi bir pazarlıkta İspanyol, Alman ve Fransız rakiplerine karşı dezavantajlı duruma düştüler. Dün yaşanan son gün fırsatlarından faydalanamadılar. Aldıkları birçok oyuncuya ederinden fazla bonservis ödediler. Ama çok önemli bir reformun da öncülüğünü yaptılar: Transfer, lig devam ederken sürmemeli. Bir futbolcu, yeni kulübünü lig başlamadan bilmeli. Bir hoca, çalışacağı kadroyu ligin ilk maçından önce netleştirmeli.
FIFA’nın da çok kısa bir süre içinde, belki 1-2 yıla kadar, transfer yönetmeliğini değiştirip yeni bir standart getireceğine inanıyorum ben. Bence en güçlü ihtimal, tüm Avrupa’da transfer döneminin 31 Temmuz’da bitmesi. Bu rejim değişikliği, Türk futbolunun da ön eleme kâbusuna ilaç olacaktır bence.
YENİ UYGULAMA DEVREYE GİRERSE...
BU yıl itibariyle transfer, İngiltere’de 9 Ağustos, İtalya’da 17 Ağustos, İspanya, Almanya, Fransa ve Avrupa’nın büyük çoğunluğunda 31 Ağustos, Türkiye’de 1 Eylül, Hollanda’da 2 Eylül, Rusya’da 6 Eylül, Portekiz’de 21 Eylül’de bitiyor. İngiltere Championship de transfer sezonunu 9’unda bitirdi, ancak kulüplere düne kadar kiralama süresi tanındı. Serie A, kış transfer sezonunu da 3-18 Ocak olarak sınırladı.
Bu farklı uygulamaların çok uzun ömürlü olmayacağını düşünüyorum; çünkü İngiltere ve İtalya gibi liglerin kendi elleriyle rekabette dezavantajlı konuma düşmeleri mantıklı değil. Tüm Avrupa’ya bir standart gelecek, ancak belki şöyle şerhler konulabilir gelecekte:
1- Bonservisli transferler 31 Temmuz’da biter; ama kiralama için belki lig başlangıcına kadar ek bir süre tanınabilir.
OVIDIU Hategan, 38 yaşında. Kariyerinde 18 Şampiyonlar Ligi maçı var, geçen sene de onu Münih’teki Bayern-Beşiktaş maçından hatırlayacaksınız. Bu seviyede bir hakemin dün vakit geçirmek için her şeyi yapan ve oyunu sürekli sistematik faullerle kesen Partizanlılar’a karşı gösterdiği anlayış akıl almaz. Partizan kalecisinin aşırı davranışları ve stratejik faullerle dün ilk devre adeta oynanamadı. Ve Hategan ilk kartı göstermek için Miletic’in 43’teki aşırı sertliğine kadar bekledi.
Vodafone Park’ta öyle bir ilk yarı oynandı ki, tabela kalksa ve maç 45 dakika uzasa, hayır diyemeyeceğiniz berbat bir devre yaşattı sporseverlere Partizanlılar!
Gözlemcisi, Hategan’ın performansını nasıl değerlendirdi merak ediyorum doğrusu. Partizanlılar’ın anti-futboluna rağmen Beşiktaşlılar inatla futbol oynamaya çalıştılar ilk yarıda.
Medel mükemmel mücadele etti, Quaresma-Caner kanat değiştirdikten sonra etkililerdi. Bir buçuk pozisyondan 2 gol çıkarttı adeta siyah beyazlılar.
SÜPER Lig’de gün itibariyle 10 Faslı (Saadane, El Kabir, Da Costa, Chebake, Aatif, Barrada, Boutaib, Dirar, Mokhtar, Belhanda), 4 Cezayirli (Medjani, Ghilas, Feghouli, Slimani), 2 Tunuslu (Ben Youssef, Talbi), 1 de Mısırlı (Trezeguet) forma giyiyorlar.
Yani bu sezon en az 17 Kuzey Afrikalı futbolcu, Süper Lig’de mücadele edecek. Bu sayı 2014-15 ve 2015-16’da 6 iken, bir sonraki yıl 9’a, geçen sezon da 14’e tırmanmış. Ligden gelip geçenler arasında muhtemelen adını hatırlamadıklarınız var: M’Bolhi, Taouil, Yaakoubi, Tighadouini, Aissati ve niceleri...
Derdim asla futbolcuları pasaportlarına göre ayırmak değil. Pekala süper bir Mısırlı futbolcu da (mesela Trezeguet) lige gelebildiği gibi, berbat bir İngiliz de transfer edebiliyoruz.
Ancak, şunun da ayrımına varacak kadar izledik bu ligi: Bu ülkeye dönem dönem belli ülkelerden aşırı dozda futbolcu akını oluyor. Mesela bir dönem Yugoslavlar, bir dönem Brezilyalılar ve bu dönem de Kuzey Afrikalılar...
SÜPER Lig’de tüm takımlar aslında fikstürde birbirlerini takip ediyorlar. Yani bir takımın fikstür sıralamasıyla bir diğerininki aynı. Sadece başladıkları noktalar farklı.
18 takımın 17’si aynı çember üzerinde aynı sırayla rakipleriyle karşılaşırken, tek bir tanesinin fikstürü bağımsız. O takım, iki yıldır üst üste Göztepe...
Sarı kırmızılı İzmir temsilcisinin ikinci yıl üst üste serbest fikstürü çekmiş olması, bir tür talihsizlik.
Bu serbest fikstür sebebiyle Galatasaray ve Fenerbahçe’yle üst üste oynama şanssızlığı yaşıyorlar. Bu şanssız fikstüre, antrenör değişikliğine, ideal bir santrforları olmamasına rağmen çabaları yerinde. Mücadeleleri yerinde.
İspanya’yı teknik olarak çok hazır buldum, Vallecano-Sevilla maçında gol iptalleri hızlıydı. Hele R. Madrid-Getafe maçında iptal edilen golde ofsaytı 4-5 saniyede hakeme bildirip, anında ekrana çizgiyi verdiler. La Liga zaten şu Intel destekli 360 derece görüntü analizi teknolojisiyle de Premier Lig’in önüne geçmiş durumdaydı bence...
Bizde de 2 haftalık tablo olumlu. Tartışmalı pozisyonlar o kadar azaldı ki, eski hakem yorumcuları gündemde kalabilmek için başka enstrümanlar arıyorlar artık! Ancak hukuk elbette yaşayarak gelişen bir organizma. Futbol hukuku da yaşayarak gelişiyor, izledikçe “Daha iyisi nasıl olur” hissi oluşuyor insanda...
Naçizane fikrim şu: Gözlemcilerin elbette alt liglerde hâlâ çok önemli rolleri var. Alttan hakem yetişmesinde gözlemcilik müessesi hâlen büyük rol oynuyor. Ancak Süper Lig’de VAR sistemi devreye girdikten sonra gözlemcinin fonksiyonu bence olağanüstü daraldı. VAR-AVAR, maç içinde gözlemcilik yapıp, hakeme yardım ediyorlar zaten!
Dolayısıyla Abitoğlu, Özkalfa, Sabancı gibi yeni bırakmış hakemleri gözlemci olarak kullanmak yerine, acaba VAR masasına mı oturtsak?