Paylaş
Araştırma sonuçları, geniş bir kesimden derlendiği için çok anlamlı. İş kesiminin yolsuzluk algısı hiç de düşük değil.
Anket sonuçları gösteriyor ki; neyin yolsuzluk olduğu konusunda iş dünyasının kafası epeyce karışık. Örneğin kamu görevlilerine yılbaşında ve dini bayramlarda takı ve giyim eşyası gönderilmesini yüzde 50’ye yaklaşan oranda ‘kesinlikle yolsuzluk değildir’ ve ‘pek yolsuzluk sayılmaz’ diye açıklıyor.
Oysa iyi bir örneğe, ABD hükümetinin birkaç hafta önce yayımladığı bir raporda rastlamıştım; konuk olarak bir ülkeye giden ABD’li subayların, ülkelerine dönüş uçuşlarının ev sahibi ülke tarafından bir üst sınıf olan ‘business class’ sınıfa yükseltilmesi ‘alınan hediye’ olarak deklare ediliyor, şeffaflıkla hesap veriliyordu.
Türkiye’de kamuda bir işiniz var diyelim; işleminizin yapılması için önce bir vakfa ya da derneğe, kuruluşa yardım yapmanız isteniyor olabilir. Bu, ‘yardım yapılmasını’ talep eden için ‘hayır işlenmesi’ olarak da size sunuluyor olabilir. Geleneksel ve kültürel kisvelerle değişik ambalajlara da sokulsa bunun adı rüşvettir, yolsuz bir davranıştır.
Araştırmanın en çarpıcı iki boyutu var; biri yolsuzluğun küçük işletmelere, şirketlere maliyeti daha yüksek olması, diğeri de yolsuzluğun haksız rekabet yaratması ve yatırımcı güvenini sarsması. Her iki sonuç da, yolsuzluk algısının yüksek olmasının Türkiye’nin ihtiyacı olan bir alana büyük bir darbe vurduğunu söylüyor. O da, içerideki özel yatırımlar ve doğrudan yabancı yatırımlara engel olması, düşük kılması.
Türkiye, 2009 sonrasında GSYH’sının ortalama yüzde 7’si oranında cari açık verirken, bunun sadece yüzde 1.2’sini doğrudan yatırımlarla karşılayabildi. Kalan büyük kısım kısa vadeli sermaye ile finanse edildi. Bu sermaye de iki defa sert çıkış gösterdi; kurlar zıpladı, faizleri sert biçimde yükseltmek zorunda kaldık. Oysa Hindistan gibi ülkeler, GSYH’sının yüzde 2’si gibi bir açık verirken, bunun neredeyse tamamını doğrudan yatırımla karşılayabiliyor.
Türkiye’nin doğrudan yatırım stoku GSYH’sının yüzde 20’sinde iken, Brezilya’da bu oran yüzde 30’da. ‘Büyümek isteyen tüm gelişen ülkelerde yolsuzluk var, biz de oluyor’ iyi bir savunma değil. Çünkü doğrudan yatırım almada Türkiye diğer gelişenlerin de çok gerisinde kalıyor.
İnovasyona ve katma değerli üretime dayanan, ihracat temeli güçlü bir ekonomi için haksız rekabet yaratan tüm unsurların temizlenmesi gerekiyor; enflasyonun, yolsuzluğun, kayıt dışı ekonominin.
Yolsuzluğun azaltılabilmesi için araştırmadan çıkan önemli çözüm, ‘pazarda herkes için eşit koşullar yaratmak için’ ortaklaşa eylem öneriliyor. Bunun için de, şirketlerin ‘Yolsuzlukla mücadele deklarasyonu’ ve ‘Dürüstlük sözleşmesi’ ilan etmeleri başta olmak üzere belirli adımları atmaları öneriliyor.
Dünyada gelişmiş ülkelerin de, gelişen ülkelerin de kendi aralarındaki farklar farklılaşıyor, hikayeleri de. Türkiye, son 5 yılda kısa vadeli sermayeye dayalı büyüme hikayesinin sonuna geldiğini sert dalgalanmalarla farkına varıyor. Kısa vadede tasarruf açığı sorunumuzu halledemeyeceğimize göre; enflasyon, yolsuzluk ve kayıt dışı ekonomi gibi temel sorunlarını çözecek adımları atmak zorunda. Atmazsa ne mi olur? Ahbap-çavuş kapitalizmine dayanan kayırmacı siyasetle yolsuzluktan çürüyen bir iş ortamının köhneleştirdiği bir ekonomi, yüzde 1-2’lik düşük büyüme ile seyreder. İşsizlik yükselirken, sosyal sorunları da zirveye tırmanır.
Yolsuzluk; kamu gücü kullanılarak özel kişi ya kurumlara kazanç sağlanması amacıyla kötüye kullanılması anlamına geliyor.
Yolsuzluk, sadece kamunun kasasından para çalmak değil, rüşvet almak da, himayecilikle kayırmacılık yapılması da, kamunun kaynaklarının ucuza transfer edilmesi de yolsuzluk içinde değerlendiriliyor. Bu, G20 ülkelerinin resmi metinlerinde, resmi bir tanımlama.
Yolsuzluğa karşı, kamuda iş yapma süreçlerinin şeffaflaşması ve bilgi asimetrisinin ortadan kaldırılması mücadele açısından önemli süreçler olarak değerlendiriliyor.
ugurses@hurriyet.com.tr
Paylaş