Paylaş
Henüz bitmedi; kabaca son üç aydaki yüzde 20’lik bir kur artışının dalgaları temmuz ve ağustos aylarına da yansıyacak. İçinde bulunduğumuz temmuz ayında da yüzde 1’lik bir fiyat artışı görülürse ki kuvvetle muhtemel; yıllık enflasyon yüzde 15’e gelecek.
Ayrıca kamunun belirlediği ya da etkili olduğu mal ve hizmet fiyatlarına ne olacağını henüz bilmiyoruz. Başta, ÖTV kaybına razı olunarak tutulan akaryakıt fiyatlarına dair ne karar verilecek? ÖTV kaybına mı, yoksa zamlara mı razı olacak Ankara?
Temmuz sonunda potansiyel yüzde 15’lik yıllık enflasyon, “halı altına süpürülenlerle” yani kamunun askıda tuttuğu fiyatlar aslında tutulmasaydı çok daha yüksek bir enflasyona işaret ediyor. Akaryakıt fiyatlarını bu şekilde tutmak da sürdürülebilir değil. Ya bir yılda bir yıllık bütçe açığının yarısını aşan bir tutarda ilave açık vererek ilave borçlanma gereği ya da bıraktığınız anda kallavi bir zam. Örneğin kur artışına karşın doğalgaz, akaryakıt gibi ithal ürünlerin fiyatlarını sabit tutmak mümkün değil; doğalgazla elektrik üretiyorsanız, elektriğe zam yapamamanız bunun zararını bütçeden almanız halinde mümkün.
Mevcut 2003 bazlı enflasyonu ölçen serilerde en yüksek yıllık artış yüzde 12.98’le kasım 2017’de. Yüzde 14’lük yıllık artış en son 1994 bazlı TÜFE endeksinde 2004 Şubat ayında görülmüş.
“Faizden korkma, geç kalmaktan kork” bir defa daha kanıtlandı; bir puanlık faiz artışından kaçınırken 5 puanlık faiz artışı ile bile “ferahlık” sağlanamayan bir aşamaya geçtik. Ticari kredi faizleri 22 Haziran haftası yüzde 23.56 ile Mart 2005’teki seviyesine geri döndü.
Küresel koşulların 2009 sonrasının en zorlu yokuşunda, iki tatsız sürece tanık olacağız; yüzde 15’e vuran ve “halı altından” gelecek çok yüksek enflasyonla ilave faiz yükseliş potansiyeli ve de ekonomik durgunluğun içine düşmek. Seçim bitti şimdi geçim derdi başlıyor.
Bunu “yeniden dengelenme” diye tanımlamak, sanki başından politika araçlarıyla planlamış bir ekonomik yavaşlama gibi sunmak olur; doğru değil. Yerinde ve zamanında tepki vermeyince kur şokuna, ardından da faiz şokuna neden olup bunu da topluma “maliyet enflasyonu” diye anlatmak doğru değil.
Ayrıca, yüksek büyümeye yüksek cari açığa karşı maliye politikası kanalında frene basmak yerine, bayram öncesinde daha önce olmadığı kadar bir ödeme yapıldı. Yüksek bir likidite piyasaya enjekte edildi.
Emisyon yani Merkez Bankası’nın piyasaya sürdüğü kâğıt para miktarı bayramda yüzde 18.5 artarak 160 milyar TL’ye çıktı. Normalde ramazan bayramlarında emisyon yüzde 10, kurban bayramlarında ise yüzde 15 artar. Yüzde 18.5’luk bir emisyon artışı rekor. Bunun nedeni malum; emeklilere bir maaş ikramiye ve kamu çalışanlarının haziran maaşlarının öne çekilerek ödenmesi. Fazlası, çeşitli transfer ödemelerinin de yapılmış olması muhtemel. Nitekim Hazine’nin Merkez Bankası’ndaki mevduat hesabındaki azalış da 40 milyar TL’ye yakın.
Enflasyonun yüzde 14-15’lere vuracağı belli bir ekonomiye, bayram ve seçim öncesi popülizmi ile ilave ve öne çekilmiş ödeme yaparak talep enjeksiyonu iyi fikir değil.
Böyle bir tablo içinde “ekonominin yeni patronu kim olacak?” soruları yayılıyor. Saygın iktisatçı Daron Acemoğlu’nun adının ortaya atılması kara mizah konusu olur.
Bir taraftan, “kapsayıcı kurumların” uzun vadeli ve sürdürülebilir büyüme için şart olduğunu savunan bir iktisatçının kurum ve kuralları hasar görmüş bir ekonomiye “bir kurtarıcı isim” gibi dillendirilmesi epey manidar. Diğer taraftan da kuramsal bir iktisatçıya “Süpermen pelerini” biçerek, temelinde politik direksiyona bağlı temel sorunları çözmesini beklemek de adil değil.
Şunu kabul edelim artık; bol ve ucuz paraya dayanan küresel koşullar artık bitti. Eskiden yaptığımızı yaparak “top çevirmek” mümkün değil. Geride kalan dönemi ne yazık ki hazırlıksız geçirdiğimizden, tüm uyarı levhalarına karşın hatalara da devam ettiğimizden yüksek enflasyon ve durgunluk dönemine demir atıyoruz. Normalleşme olmadan her ikisini def etmek kolay değil.
Paylaş