Paylaş
Bu üç haber “Türkiye Ekonomisi” dersi alan öğrenciler için iyi bir final sınavı sorusu olur; “Bu üç haberden hareketle ekonominin durumunu açıklayınız, 100 puan.”
Üç farklı borç hikayesi var; Türk Telekom’un çoğunluk hissedarı Oger Telecom’un 4.4 milyar dolarlık borcu ödeyememesi farklı bir hikaye, Yıldız Holding’in 6 milyar dolarlık borç yapılandırma talebi farklı, Doğuş’un hikayesi farklı; ortak noktaları, bankaların nakit akımını değiştirecek olması.
Herkesin aklındaki soruyu buraya yazalım; büyükler böyle ise küçük ve orta boyların hali nicedir? Buraya döneceğim tekrar; asıl soru şu: Büyük ve değerli markaları barından holdingler neden yapılandırma peşinde?
Yıldız örneğinde, kısa vadeli finansmanla varlık alımı yapan iş dünyası şimdi zorlanıyor. Doğuş örneğinde ise kur artışının büyük hasar yarattığı görülüyor. Doğuş Grubu’nın açık döviz pozisyonunun 4.7 milyar dolar olduğu görülüyor. Kısa ve uzun vadeli finansal borçları 6.2 milyar dolar (23.5 milyar TL) olan grubun faizler 1 puan arttığında karşılaştığı yük yaklaşık 60 milyon TL iken, kur yüzde 1 arttığında karşılaştığı ilave yük 116 milyon TL olduğu görülüyor. Kur hasarı mı yoksa faiz hasarı mı sorusunun yanıtı çok açık biçimde ortada; kur etkisi bu bilançoda iki kat daha fazla.
Türkiye’de finans dışı kesimin açık pozisyonu 221 milyar dolar. Şirketler 2010-2017 arasında milli gelirin kabaca yüzde 30’u kadar borç artırdılar.
Başta o çok “kızdığımız” kredi dereceleme kuruluşlarının olmak üzere Türkiye’ye ilgilenen yatırımcıların dikkat çektiği konu tam da buydu; “küresel kriz sonrasında Çin’den sonra en çok borç büyüten şirketler kesimi Türkiye’de, kur artışı ve artan maliyetler ile görece yavaşlayan bir hasılat yapısı ile bu borçların çevrilmesi güçleşecek” temalı bir uyarı yapılıyordu.
Peki yüzde 7 büyüyen bir ülkenin marka grupları neden borç çevirme sorunu yaşamaya başladılar? Bunun tek bir yıla mercek koyarak bakılıp anlaşılamayacağı ortada. 2013 sonrasındaki birikimli hasarın şirketleri zor bir yokuşa sürdüğü hesaba katılmalı.
2012 sonundan bu yana 5 yılda nominal milli gelir birikimli olarak yüzde 97 artarken (reel birikimli yüzde 34.1), aynı dönemde kur artışı yüzde 113 artmış. Bu, cirosunu TL olarak yapan döviz borçlusu bir firmanın TL cinsinden borç ödemeye yetişememesi demek.
Bu makasın gün ve gün açıldığını da izliyoruz. Kur artışı giderek geri dönmeyecek bir merdiven halinde ilerlerken, hasarı da giderek daha sert ve onarımı zorlaşan biçimde reel kesime yansıyor. Nihayetinde de bankalara.
İşte bu tabloda Merkez Bankası’nın kârının rekor düzeyde olması anlamlı. Anlamlı çünkü geçmiş sayılar ve deneyimler de gösteriyor ki; ekonomide işler yolunda olduğunda şirketler ve bankalar şampiyonluğu alır, Merkez Bankası’nın böyle dönemlerde kazancı azalır ve hatta zarar eder. İşler iyi değilse Merkez Bankası kâr rekoru kırar.
MERKEZ'İN KÂRI REKOR
Kur şoklarının olduğu yıllar Merkez Bankası’nın kârının yüksek olduğu yıllardır. 2014-2016 arası üç yılda bankanın kârının yüzde 70’i kur artışından geliyor. Merkez Bankası “kazanıyor” ama şirketler kaybediyor. 2011-2015 döneminde 5 yılda 47.2 milyar TL Merkez Bankası kârına karşılık, 2016 ve 2017’de iki yıllık banka kârı 30 milyar TL’ye yaklaşmış durumda.
Büyüklerin borç yapılandırmasına bakınca küçük ve orta boy şirketlerin yani KOBİ’lerin finansman güçlükleri akla geliyor. 2017’deki ekonomik büyümeyi de KOBİ’leri de bir süreliğine kurtaran Kredi Garanti Fonu çerçevesindeki krediler olmuştu. Bu yıl ise bunlardan vadesi gelenleri yenilemenin ötesinde ilave bir olanak görünmüyor. Bankaların ilave kredi olanakları sınırlı, kurları da faizleri de dizginleyecek bir ekonomi politikası da ufukta yok. Tersine maliyetlerden gelecek bilanço hasarlarına daha açık bir tablo var.
“Çatı tamiratı” uyarısı haklıydı; geç bile olsa.
Paylaş