Paylaş
Bunu fitilleyen de Kuzey Kore ve ABD arasındaki savaş imalı söz düellosu. Öyle ki Kuzey Kore nereyi vuracağına dair hazırlığın yapıldığını bile ilan etti.
Mali piyasalarda “ip incelmişse” kopuşa bahane çoktur. Nitekim borsaların rekor kırdığı, mali dalgalanma boyunun yerlerde süründüğü bir noktadan, bir gecede işlerin karıştığını görmek zor olmaz. Dalgalanmanın en iyi göstergelerinden biri oynaklık endeksi VIX; 9.5-10 gibi tüm zamanların en düşük seviyesinde seyrederken, çarşambadan sonra hızla patladı. Perşembe kapanışı 16.8 gibi kasım 2106’dan bu yana en yüksek seviyede kapadı. Dalgalanma ağırlıkla hisse senedi piyasalarında belirgin. Her uluslararası bir çatışma ya da belirsizlik durumunda olduğu gibi devlet tahvillerine kayış, o tarafta faiz düşüşü getiriyor. Öyle de oldu. Ancak “yüksek getirili” özel kesim tahvillerinde aynısı olmuyor. Özellikle risk derecesi yüksek tahvillerin faizlerinde yükseliş dikkat çekiyor. Gelişen ülke tahvilleri de bu grupta olduğundan, artan dalgalanmanın bize ulaşması uzak değil.
İktisatçı Rudiger Dornbusch’un krizin seyri konusunda tanımlaması çok yerinde; “Krizlerin gelmesi sandığınızdan çok daha uzun zaman alır; oluşu ise düşündüğünüzden çok daha hızlı olur.”
Çok düşük bir mali piyasa dalgalanması, yatırımcıların risk iştahını güçlendirir. Bu yüzden yatırım tercihlerinde riskli alanlara kaymaktan kaçınmazlar. Kore örneğinde olduğu gibi bir fitil ateşlendiğinde ise riskli varlıklardan uzaklaşma başlar, dalga boyu büyüdükçe panik dozu artar.
Küresel çapta “finansal istikrar” kaygısı ön plana çıkarken, Türkiye “nasıl olsa yerimiz var” diyerek bankacılık sistemini neredeyse cendereye alıyor. Hem de dış alem bilançosunu göz ardı ederek. Bu yılın ilk altı ayında bankalar, devasa boyutta genişletilen Hazine kefaleti ile kabaca 150 milyar kadar bir kredi büyümesi sağladı. Kredi büyümesinin kaynağı TL mevduattan çok, döviz kaynakları oldu. Bu kredi artışına kaynak olabilecek TL mevduat artışı sadece 30 milyar olabildi.
Bankalar Birliği Başkanı Hüseyin Aydın’ın deyişiyle; bankalar yasal limitleri sonuna kadar kullandı; varını yoğunu krediye döndü. Bu sürecin sonunda BDDK’nın bankaların likidite rasyosunu gevşetmesi bunun en güzel göstergesi. Ama siyasetçiler bankaların bu “hızlı koşusunu” yeterli bulmuyor. “Kredi verin-faiz indirin” baskısı devam ediyor. Ayrıca, bankaların öz kaynak karlılıkları yerine dönemsel kâr artışlarını kamuoyuna işaret ederek “dövmek” haksızlık. Kaldı ki bankalara “kâr patlaması” yapan adımı da hükümet attı; Hazine kefaleti ile kredi garantisi verildi.
Bu da kârlarını artırdı. Küresel dalgalanmanın potansiyel olarak yükseleceği bir döneme bankaları “döverek”, ellerinde avuçlarındakini hem de düşük bir marjla krediye yönlendirerek likidite rasyolarını bile zorlamak iyi oldu mu? Bunun yanıtını zaman gösterecek.
Ancak dün açıklanan ödemeler dengesi verileri ışığında; kısa vadede çoğumuzun “rahatlattı” diye yorumladığı bu tablonun “zorlamak iyi olmadı” şekline dönüşeceği çok açık. Bakın nasıl?
Geçen yıla göre bu yıl ilk altı ayda Türkiye’nin cari açığı 1.8 milyar dolar artarken, finansman 2.8 milyar dolar azalmış.
Bu yıl ilk 6 ayda ülkeye giren 22.8 milyar dolarlık finansmanın 17.4 milyar doları portföy yatırımı. Yani “sıcak para”. Bunun da dörtte üçü küresel dalgalanmanın hızla düştüğü Nisan ve sonrası dönemde gelen paralar. Asıl dikkat çekeni şu; geçen yıl 4 milyar dolar sağlayan bankalar, bu yıl 1.7 milyar dolar net geri ödeme yapmış. Şirketler kesimi de 10.5 milyar dolar finansman sağlarken bu yıl 4 milyar dolar bulabilmiş.
Aynı soruya geri dönelim; içeride olan biteni de bir tarafa bırakın, küresel dalgalanma şiddetlendiğinde portföy girişleri azaldığında ya da çıkmaya başladığında “B planımız” var mı? Ya da bugünkü “elde avuçta ne varsa veren” bankacılık sistemi ne yapacak? Reel kesim ne yapacak? Kur yerinde kalabilecek mi?
Paylaş