Paylaş
Neden? Çünkü kendi bahçesini zamanında derleyip toplamayan ülkeler, şimdi dışarıdaki gelişmeler karşısında eli kolu bağlı biçimde izlemek zorunda kalırken, sonuçlarından da sert biçimde etkileniyor.
Konu, bugünlerde yükseliş eğilimine giren döviz kuru. Devasa cari açık veren (harcamaları tasarruflarının üzerinde olan) bir ülke olarak, bu açığı doğrudan yatırım gibi kalıcı yatırımlarla değil de bir kısa vadeli sermaye hareketleri (‘sıcak para’) ile finanse ediyorsanız harcamaları kısmayı da daha düşük bir faiz oranında yapma gibi ‘deneylere’ başvuruyorsanız döviz kuruyla imtihanınızın yinelenmesi kaçınılmaz. 2001 sonrasında öğrendiğimiz ‘kur çıkar, ama sonra geri döner’ deneyimi, giderek ‘kur çıkar, sonra biraz düşse de yeniden yükselir’ kalıbına evriliyor.
Döviz kuru, görünen bir gelecekte ekonomideki oyuncular için can sıkıcı olmaya aday; hem mutlak seviye olarak, hem de doların güçlenerek euronun zayıflaması açısından.
Birincisi; önceki gün yayımlanan ABD Merkez Bankası FED’in tutanakları giderek bir öncekinden daha da güçlü biçimde gösteriyor ki, ABD’de kısa vadeli faizler beklenenden (2015 Haziran ayı) daha önce yükseltilecek. Sonra da 2009-2014 arasında bolca piyasaya sürülen dolarlar belli bir programla geri çekilecek. Bunun anlamı, artık eskisi kadar yüksek miktarda ülkeye ‘sıcak para’ akmayacak, ABD doları diğer paralara göre daha da güçlenecek, değer kazanacak; tabii ki TL’ye karşı da.
ABD’de faizlerin yükseleceği bir finansal ortamda, Avrupa; ortak parası euro’nun faizini borç vermede yüzde 0.15’de, borç almada negatif yüzde 0.10 olarak tutuyor. Avrupa ekonomisi yeniden resesyona doğru giderken, enflasyon da sıfır eşiğinde: Yüzde 0.4’te. Finansal sisteme dair sorunları çözülmemiş Avrupa’da, Ukrayna üzerinden Rusya’yla olan gerilim de ekonomik ivmede kayıp getiriyor. En azından, Rusya’nın çeşitli malların Avrupa’dan alınmasına ambargo koymasının etkisi olacak. Tüm bunlar euro için; ekonomik büyüme ve ihracat açısından zaten destek görmeye başlayan değer kaybına ortam yaratıyor.
Avrupa Merkez Bankası’nın yayımladığı ödemeler dengesi istatistikleri gösteriyor ki; hisse senedi ve tahvil yatırımlarındaki çıkışlar hızlanıyor. Bunun da euronun değer kaybına orta vadede ivme kazandıracağı açık.
Özetle, yakın gelecekte doları güçlenen eurosu zayıflayan bir küresel fotoğraf; ithalatı dolarla, ihracatının yarıya yakınını euro ile yapan Türkiye için ikinci bir zayıflık olacak. Üreten ve ihracat yapanlar, genel olarak döviz kurları yukarıda olsa dahi pariteden dolayı maliyet-hasılat dengesinde kaybettiren bir unsurla karşı karşıya olacak. Ayrıca finansman borçlarının hatırı sayılır ölçüde dövizle yapıldığını da unutmayalım.
İkincisi hane halkı açısından, döviz kuru hareketinin önümüzdeki dönemde epey tatsız sonuçları olabilecek. Yükselen bir döviz kurunun, hane halkı için de bedeli enflasyon olacak. Fiyatlama davranışlarındaki bozulmanın yayılması iki haneli enflasyona kapı açabilir.
Doları güçlendiren nedenin, uluslararası piyasada aynı zamanda emtia ve gıda fiyatlarını zayıflatması kuvvetle muhtemel. Ancak, doların güçlenmesi ve TL’nin değer kaybetmesi nedeniyle uluslararası arenada düşen fiyatlar içeriye yansımayacak, tersine içeride fiyat yükselişi getirecektir. Böylece, başka ülkelerde düşüş olurken bizde ortalama hanede harcamalarının yaklaşık dörtte birini, yoksul hanede üçte birini gıdaya harcayanlar ‘kur sopası’ yiyecekler.
Son 4 yılda enflasyonla mücadeleyi ‘hakkını vererek’ yapmayan bir Merkez Bankası’nın, ‘bu enflasyon daha fazla düşmüyor, demek ki yapısal nedenler var, isterseniz enflasyon hedefini yukarı çekelim’ demesi kabul edilebilir bir durum değil. Siyasetçiler daha fazlasını istese de faizleri fazlasıyla düşük tutmak, yıllık yüzde 20-30’luk kredi büyümesini desteklemek, yüksek cari açığı seyretmek; bugünkü döviz açığı ve kur baskısının ana temellerini oluşturuyor. İyi günlerde reform yapmadık; şimdi bu çifte kur baskısına karşı ‘eller havada’ yakalandık.
Paylaş