Paylaş
O yıl bahar kavurucu sıcaklarla gelmiş, ağaçlar erkenden çiçek açmışlardı. Prof. Dr. Türkân Saylan'la birlikte, iki yanı ağaçlı bir yoldan Tropik Hastalıklar Pavyonu'na doğru yürüyorduk.
Laik, demokratik cumhuriyetin ve çağdaş yaşamın yılmaz savunucusu Türkân Hoca, o yıllarda kamuoyunun dikkatini, cüzam (lepra) hastalığına ve insanların gereksiz korkusu sonucunda toplum dışına itilen hastaların çaresizliğine çekmeye çalışıyordu.
CÜZAMIN DEHŞETİ
İki yanı ağaçlı yolu aşıp, uzaktan hiç fark edilmeyen dev bir çukurun içindeki Lepra Pavyonu'na geldiğimizde, TV ekibindeki herkesin içini bir korku sarmıştı. Çünkü cüzam denildiğinde aklımıza korku romanları ve kapatıldıkları mağaralarda ölümü beklerken, giderek hilkat garibelerine benzeyen insanlarla ilgili film kareleri gelmişti.
Türkân Hoca, endişelendiğimizi görünce, ‘‘Hiç çekinmeden hastaların ellerini sıkabilir, onlarla konuşabilirsiniz. Çünkü lepra, sağlıklı insanlara kolay kolay bulaşmayan bir hastalıktır’’ dedi. İçimiz biraz olsun rahatlamıştı. Pavyona girer girmez belleğime şipşak fotoğraf hızıyla yerleşen unutulmaz bir görüntüyle karşılaştık.
Türkân Hanım'ın sesiyle doğrulup, yatağında oturmaya çalışan bir hastanın kolları dirseklerine, bacakları da dizlerine kadar erimişti. Kadın olduğunu güçlükle çıkardığımız hastanın burnu ve kulakları yoktu. Gözlerinin olduğu yerde ise, sadece iki çukur kalmıştı. Seyrek saçları, kafasına sonradan yapıştırılmış izlenimini veriyordu.
İşte mucize o sırada gerçekleşti. Türkân Hoca, öpülesi müşfik elleriyle kadının saçlarını okşayıp, ‘‘Nasılsın Fatma Hanım?’’ diye sorunca, hasta gülmeye başladı. Yüzünü, tarifi zor bir sevinç ifadesi kaplamıştı. ‘‘Çok iyiyim... Çok iyiyim Hocam!’’ dedi, mutlulukla.
O günden beri ne zaman bir şeye sıkılıp içim daralsa, ‘‘Yaşamanın ne kadar güzel olduğunu’’ gösteren bu fotoğrafı hatırlar ve rahatlarım.
Lepra Pavyonu'nda hazırladığımız program, tek kanallı TRT televizyonunda yayınlanınca, büyük gürültü koptu. Türkân Saylan'ın gayretleriyle cüzam hastaları, içine itildikleri yalnızlıktan kurtulup, toplumla iletişim kurmaya başladılar.
Cem Boyner'in alkışlanacak yardımlarıyla başlatılan Türkiye çapındaki mücadelede çok önemli başarılar sağlandı ve toplum yanlış bilgilerden kurtuldu.
İNSANLIK AYIBI
Pazartesi akşamı yayınlayacağımız Arena'da HIV virüsü taşıdığı için Türkiye-Kuzey Kıbrıs-Pakistan hattında utanç verici davranışlara maruz kalan Sakhawad Ahmet'in öyküsü, bana bu yazıyı yazdırdı.
Bakalım bu programı seyredince yetkililerin yüzleri kızaracak mı? Çünkü cahillik nedeniyle dün cüzam hastalarına yapılan insanlık ayıpları, bugün AIDS'lilere uygulanıyor.
Gökyüzü devriyeleri
Günler uzundu ve yazın biteceği korkusu içimizi henüz sarmamıştı. Ada'ya veda etme zamanı çok uzaklardaydı. Haluk Şahin, Ulvi Yanardağ, Fethi Kundakçıoğlu ve ben, eşlerimizle birlikte Bozcaada Limanı'ndaki balıkçı lokantasında, hayatımızın en güzel gecelerinden birini yaşıyorduk...
GECENİN RENGİ
Biraz ötemizdeki kalenin burçları arasından kocaman bir ay yükseliyordu. Her şey öylesine güzeldi ki, kurumuş yosun, balık, ağ, martı ve deniz kokulu rüzgârın, önüne katıp adaya getirdiği limonata ferahlığındaki lacivert gece, hiç bitmesin istiyorduk.
Şakalar birbiri ardına patlıyor, en çok da Ulvi'nin oğlu Mehmet'in, masadakileri kırıp geçiren muzipliklerine gülüyorduk.
İşte, şimşek hızıyla uçan dev metal Şahinler, o sırada üstümüzden geçmeye başladılar. Onlar, Ege'de devriye uçuşu yapan bizim F-16'larımızdı. Yanıp sönen yeşil ve kırmızı ışıkları, yeri göğü inleten müthiş cayırtılarıyla, sanki geceye imzalarını atar gibiydiler.
Kazdağı yönünden geliyorlar ve kale burçlarına sürtünürcesine geçtikten sonra, Limni'ye, oradan Saros Körfezi'ne doğru kayboluyorlardı.
Hepimiz ayağa kalkıp, geceyi şimşeklerle yırtan bu korkusuz ve hünerli gökyüzü devriyelerini alkışlamaya başladık.
Onların rütbelerini, adlarını bilmiyorduk ama içimizi gururla hoplatan yürekli ve becerikli pilotlarımızın başarıları için dua ediyorduk. Hatta anlatılamaz bir duygu, gözlerimizi yaşartmıştı.
Çoktandır yazmayı düşündüğüm o gecenin anısını, Kıbrıs'a ilk kez konan F-16'larımızı gördükten sonra kâğıda dökmeye karar verdim.
Ne yazık ki günler hızla kısaldı ve güzelim yaz, çoktan bitti.
Ama o harikulade gecenin ve gencecik gökyüzü kahramanlarının bıraktığı anılar, bizimle birlikte hep yaşayacak.
Paylaş